16'ya kalan ülkelerin çeyrek finale çıkma mücadelerinin son gününde ilk maçta İsveç - İsviçre St.Petersburg da karşılaştılar. Bana göre FIFA sıralamasında 6. sırada olan, 7 futbolcusu Bundesliga'da oynayan, grup maçlarında özellikle Brezilya karşısında göze hoş gelen oyun anlayışlarıyla İsviçre galibiyete daha yakın olan taraftı...
Ancak karşılarında 32 takım içinde oyun disiplini, fiziki dayanıklılığı, en üst seviyede olanlardan biri olan İsveç vardı ve de futbol şansı yanlarında değildi... 90 dakika verilerine göre İsviçre topa sahip olmada rakibine oranla %64'e 36 üstündü. Pas sayısı İsveç'in 2 misliydi...
İsviçre akınlarının büyük bölümü sağ kanatta oynayan Shaqiri'nin sol ayakla içeri zorlaması ve ortaları yoluyla gelişiyordu, Rodriguez ile de soldan çizgiye kadar inip arka direk ortaları deniyorlardı... Ancak maç boyunca Petkovic'in bu taktiği sökmedi ve bana göre de doğru değildi çünkü İsveç'in göbek savunmacıları kaptan Granqvist ve Augustinsson 1.90'lık iki kule, yapılması gereken teknik oyuncular Shaqiri, Xhaka, Drmic'in rakip defansı ortadan, yerden çalımlarla, ver-kaçlarla geçme girişimleri olmalıydı...
İlk yarı karşılıklı ikişer pozisyonla bitti. Ama bunların içinde ilk yarının sonlarında İsveç'in Ekdal'ın ayağından kaçırdığı fırsat en net olanıydı... İkinci devre ilk yarının kopyası gibi başladı. İsveç alan markajını iyi yaptığı için pek boş alan bırakmadı... İsviçre için pabuç pahalıydı, kötü gününde olan Dzemaili adeta takımını eksik oynatıyordu. Zuber çok etkisizdi. Nitekim çıkarıldılar, ama 66'da Forsberg'in attığı golden sonra...
Kalan dakikalarda İsviçre en azından bir gol bulup maçı uzatmaya götürmek için çok çabaladı. Ancak ilk toplara hamle yapan, alanı iyi paylaşan İsveç buna müsaade etmedi, kaldı ki kalede de başarılı bir Olsen vardı... Son dakikada Sloven hakemin İsveç lehine verdiği ama VAR uyarısıyla geri alıp çizgi üstünden serbest vuruşa hükmettiği pozisyondan sonra maç sona erdi... İsveç - 1, İsviçre - 0
Bu sonuçun tahminimin dışında kalmasına üzülmeliyim belki ama İsviçreli 3 Kosova kökenli futbolcunun Sırbistan maçından sonra ırkçılık işaretini yapmasından dolayı, dünyanın demokrasi merkezlerinden biri olan İsveç'e elenmesine pek de üzülmedim...
Çeyrek finale yükselme ikinci maçında, Kolombiya ve İngiltere, Moskova'da Spartak Stadı'nda randevulaştılar. Bu 120 dakika için çok detaylar yazılmalı. Öncelikle Amerikalı hakem Mark Geiger, galiba "Rugby" hakemi, futbolla hiç alakası yoktu yönetim tarzı açısından... Aslında, Kolombiya ferden yetenekli oyunculardan kurulu, Guarduado, Radamel Falcao, Arrias, Sanchez'ler gibi, sakatlığından ötürü tribünde oturan Hames Ridruguez'i saymıyorum bile... Fakat Latin arkadaşlar maç boyu fair-playden çok uzaktılar. İngiltere'yi bu futbol dışı yöntemle durdurmak istediler. Amerikalı hakem de buna izin verdi.
Dünya futbolunda "centimenliğin" temsilcisi İngilizler ilk yarı öne paslarla, tempoyu artırarak rakibin üstüne yüklenirken, gol gelmedikçe ikinci yarı ilerleyen dakikalarda mental açıdan bozulmaya başladılar... Ama baskıya devam etmek zorundaydılar, rakibin Guardado başta olmak üzere birkaç oyuncusunun provakasyonuna uymayıp oyununa kafa yormaları gerekirdi, bunu da yaptılar zaten...
54'de haklı verilen penaltı Kolombiyalıların aşırı itirazlarından dolayı 3 dakika sonra kullanabildi ve Harry Kane takımını 1-0 öne geçirdi... Bu dakikadan maçın sonuna kadar 56 maçın en tempolu, heyecanlı, gerilimli maçlarından birine tanık olduk... Kolombiya, "artık maçı germenin bir anlamı yok, gol atmalıyım" dediği andan sonra sahaya güzel futbol yerleşti.
İkinci gol şansını birkaç kez bulup kaçıran İngiltere 90+3'te kornerden gelen ortada stopper Y.Mina'nın kafa golüyle uzatmalara giderken, eski turnuvalarda yaşadığı penaltı şanssızlıklarını yine yaşarlar mı acaba diye düşünmedim değil. 30 dakikalık uzatma süresinde İngiltere'nin bundan hiç etkilenmediğini, rakibini kendi alanına hapsettiğini, iki net pozisyonu harcadığını ve eski turnuvalarda olduğu gibi işin yine seri penaltılara kaldığını görünce "makus talihin" bir gün dönebileceğini, üstün skordan sonra, 1966'dan bu yana şampiyonluk tadamayan futbolun mucidi Britanya'nın 2018 Rusya'da niye hedefe ulaşamasın diye kendi kendime sormaya başladım.
Belçika ve Hırvatistan'ı turnuvanın başından beri Brezilya gerçegine rağmen gizli favori tutmama karşın bana çocukluğumdan bu yana TRT yayınlarıında futbolu sevdiren İngilizler, niye bu kez olmasın... Üstelik Almanya'nın, Arjantin'in, İspanya'nın, Portekiz'in elendiği bir ortamda?
Hani, o 70'lerdeki siyah-beyaz Southhampton, Birmingham, Derby County maçları ve müthiş Nothingam Porest efsaneleri... George Best'leri Kevin Keegan'ları özlüyorum... Bizden de canım arkadaşım, benden 9 yaş büyük olan bir kalp kriziyle hayata veda eden Yusuf hocayı (Tunaoğlu) özlüyorum..
Pardon, yazımın anlamından çıktım, farkındayım.
Bugün Hıncal Uluç'un Sabah gazetesindeki makalesini okudum. 16 sene önce benim için de yazmıştı, fakat farklıydı... Yahu, 79 yaşına gelmiş Uluç sana son makalelerin yakışıyor mu?
Arda ve Emre'ye göre, Dünya Kupası'na biz katılsak, o kadar zayıf ülkeler varmış ki şampiyon olabilirmişiz... Sen de bunu onaylamıssın, yarım sayfa sana açılan sayfada...
Konumuz. Dünya Kupası, evimizde seyrediyoruz, sözü edilen turnuvaya, Federasyon Başkanı Yıldırım Demirören, Türkiye Furbol Direktörü Fatih Terim ve her şeyi bilen cumhurbaşkanı yüzünden katılamadık, çok da para harcadık milletçe...