Zaman zaman Abdullah Gül üzerinden belli bir umut peyda oluyor bazı çevrelerde. Bugünlerde yine pişen bir temenniyle, Abdullah Gül’ün yeni parti hazırlığı içinde olduğuı yansıyor sosyal medyaya. Ne kadar doğru önemli değil. Ama zaman zaman ısıtılan bu anlayış sorgulanmaya muhtaç. 2013 Gezi Direnişi sonrası daha da serleşen bir İslami iktidar yaşanırken, muhalefette, hatta sol çevrelerde bile bir umuda dönüşüyor merkez sağ. Nedeni belli; çünkü Recep Tayyib’in sertleşen söylemi ve muhafazakarlaşma bu ülke siyasetini taşıyan en önemli havuzlardan merkez sağı bitirmiş durumda. Hatta merkez sağdan kurtulduk bile denilebilinir espriyle. İşte bazı çevreler bu 'sihir'li ortayı arıyor kendince.
Gezi Direnişi sonrasında, üstündeki liberal tınılı merkez sağ safrasını atan AKP ve Reis, hızla kurucu kodlarına yani Necip Fazılcı bir Akıncılığa dönmüş; sünni İslamcı kodlarını foş eden bir kutuplaşmayı bilinçli şekilde arttırmıştı. Şunu unutuyoruz: 2013 Gezi’ye kadar AKP, 'Yetmez ama Evet' destekli sol-liberal bir meşruluk içerisinde tatlı tatlı Avrupa Birliği iyimserliği de yayıyordu. Avrupa Birliği gibi bu toprakların en merkez sağ düşü Gezi ile birlikte havaya uçuverdi. Arkasında Cemaat’in tasfiyesiyle ve 15 Temmuz ile başka bir evreye geçen bir sertleşmeden bahsediyoruz.
Bütün bu yarılmalar ve tasfiyeler sonucunda birçok çevrede AKP’nin oy oranı ve şaibeler yani seçimle AKP’nin gönderilmesine dönük umutsuzluk düşünüldüğünde; AKP’den ancak parti içi yarılma (ki olasılık dışı olamaz zamanı gelince) ve yeni bir merkez sağ aktör ile kurtulabiliriz düşüncesi ve umudu yaygınlık kazandı.
Şu açık ortada duruyor; 2013 sonrası küresel ve entelektüel profil veren Cemaat’in tasfiyesinin yanında, liberal ve merkez sağ tınılı Davutoğlu, Abdullah Gül ve partinin 'yuppie' yüzü Babacan hatta “abi” Bülent Arınç da tasfiyeye uğrayanlar arasında. Yani AKP, Cemaatin gözünden, ki kendilerini kolejli görürler, tipik “liseli” bir görünüme büründü. Bu işin esprisi olmakla beraber 2013 sonrası Reis’in kendi dışındaki aktörlerde yaptığı düşük profilli seçimlerini d e gösteriyor. Örneğin geçmişte Davutoğlu kitapları ve söylemleriyle entelektüel bir görüntü vermeye çalışıyor ya da belli liberal çevrelerde öyle algılanmaya çalışıyordu. Örneğin Sabah gazetesi yazarı Hasan Bülent Kahraman 2014 yılında Davutoğlu ile Paris Louvre Müzesi’ni dolaşıyor ve onun Walter Benjamin sevgisinden bahsediyordu hayranlıkla uzun uzun.
Peki, nedir bu arada umut bağlanan merkez sağ mucize? 1950’lerde Menderes ile ilk flörtümüzü yaşadığımız; ama daha çok1980’li yıllarda Özallı neoliberalizmle hemhal olduğumuz piyasacı bir mukederasçılıktan bahsediyoruz. Merkez sağ seküler bir yaşam tarzını vazeden, ama yeri geldiğinde, örneğin solun yükselen sesi karşısında geleneksel kodlara sert dönüşler yapan salınımlar sergiliyordu. Bizde merkez sağ Erbakan’ın sünni, “kalkınmacı” islamcılığına ve MHP’nin sert milliyetçi söylemlerine piyasanın ılımlığını taşımaya çalışmıştır her zaman. Bugün Tayyip ve AKP muhafazakarlığı düşünüldüğünde merkez sağ, hayat tarzı olarak seküler bir vitrine sahipti. Özal bunu fazlasıyla göze sokan bir figür olarak hatırlanıyor. Demirel, Çiller ve Mesut Yılmaz da kendilerince bunu gösterdiler. İşte merkez sağ hayalinde bu özlem var biraz da. Çünkü Tayyip ve AKP üzerinden yaşanan hayat tarzı sıkışması, piyasacı bir sekülerliği umuda dönüştürüyor.
Şunu da söylemek gerekiyor; AKP ihaleleri ve inşaatçı yükselişiyle sermayenin önemli bir kısmını hegemonyasında tutuyor. Ve bu kesimin belli bir kısmı, İslamcı burjuvazi de dahil, Necip Fazılcı bir Akıncılıktan, Yavuz Bahadıroğlu’nun Sunguroğlu çizgiromanlarından fırlamış Abdülhamidçi bir Osmanlıcılıktan rahatsız. Çünkü küresel piyasalar, kredi borçları, leasingler hamasi bir Akıncı-İdealize Osmanlı söylemiyle uyuşmuyor. Çünkü o inşaatlaıı diken dev vinçler parasız alınmıyor. Tayyip’in sert söylemi bizlerden çok onlara karşı aslında.Buranın özellikle seküler hayat tarzına sahip kesimlerinde de bir merkez sağ umudu elbette var; ama korkudan dillendirilemeden belki sadece derin kulislerde terennüm ediliyor. TÜSİAD’ın piyasacı sekülerliği bu umuda her zaman teşneydi ama sesleri çıkmıyordu.
Meral Akşener’in İyi Parti’si tam da Gezi sonrası kutuplaşmanın ortamını normalleştirici, “gaz alıcı” merkez sağ umuduyla ortaya çıktı. Ama çok başarılı olduğu söylenemez. Kısacası bir Özal hayaleti arıyorlar. Belli çevreler ve burjuvazi İşte zaman zaman nükseden Abdullah Gül ya da Davutoğlu adlarında bu “normalleşme” isteğinin merkez sağ lider talebi var.
Türkiye siyaseti AKP ve Reis ile merkez sağdan kurtuldu. Belki de buna bir tarafıyla sevinmek de gerekiyor. Onu yaşanan günler gösterecek.
Ama merkez sağ hayaleti uzun süre kapımızı tıklatmaya devam edecek... Öyle görünüyor!