Sinemamızın en güdük kalmış alanlarından birini orta sınıfları görmemek oluşturuyor. 2010’dan itibaren Pandora’nın Kutusu’ndan Çoğunluk’a ve de Bulantı’ya birçok değerli deney olmakla beraber, bu filmlerin çoğu orta sınıfı “kasvetli” bir görüntüye indirgemekten kaçınamadılar. Durgun bir kadraj, karanlık bir ışık ve mutsuz neredeyse intihar edecek tiplemeler... Bunu Zeki Demirkubuz’un son filmi 'Bunaltı' üzerinden yazmış ve baya küfür yemiştim. (*) Orta sınıf derken buraya 1990’larda palazlanmış ve 2001 Bankacılık kriziyle darbe almış, gittikçe beyaz yakalı işçi olduğunun bilincine varan, eğitimli yeni orta sınıfı da (YOS) ekleyelim.
Daha çok hizmetler sektörü çalışanı olan ve ebeveynleri babay-boom kuşağından farklı bir kültürel yüzey üreten YOS konusundaki en acımasız film hala Sam Mendes’in 2000 tarihli Amerikan Güzeli görünüyor. Bu film öyle güçlü bir etki bıraktı ki boşanmaları bile etkiledi. Mendes orta sınıfları ama özellikle de “yeni”sinin sadece kasvetle anlatılamayacağının dersini vermişti bize. Bu ders hala önümüzde duruyor.
Adana Altın Koza’da seyrettiğim Semih Kaplanoğlu’nun son filmi Bağımlılık-Aslı işte bu mayınlı alanda dolaşıyor. Yönetmenin Saray’a yakınlığı, aldığı destekler, torpilli Oscar adadaylığı söz gerektirmeyecek kadar ortada zaten. Buğday filminin galasını sarayda yapacak kadar sıcak bir ilişkiden bahsediyorum.
Bağımlılık Aslı filminde Kaplanoğlu son filminde yeni orta sınıfa çevirmiş kamerasını. Filmin merkezinde çocuk sahibi olmuş Maslak plazalarından bir bankacı kadın, üst-orta sınıfa dahil olmasını sağlayan mühendis bir koca ve Ataşehir gibi beyaz yakalı çalışan yoğunluklu blok siteler-rezidanslar var. Film ailenin tek çocuğa bakıcı bulma süreciyle açılıyor adım adım. Kadın vücudunu bozmamak için emzirmektense kendini sağmayı tercih ediyor. Spor, bisiklet ve kocayla yenen tadsız-tuzsuz salatalarla kasvetli bir manzara var karşımızda. Filmde tek bir kadeh şarap göremiyoruz mesela, Saray sendromuyla olsa gerek.
Çocuğa bakıcı gibi sıkıntılı bir süreç, site bahçıvanı dolayısıyla bulunan Kastamonulu yeni evli bir genç kızla çözülüyor. Bu aşamadan sonra yönetmen için açık “ideolojik angajman” da başlamış oluyor. Filmin kahramanı olan kadın saf, köy kökenli ve aynı yaşlarda çocuğu olan genç kıza önce endişeyle yaklaşsa da, hatta filmin güçlü imgelerinden olan kamerayla izlese de, zamanla onun anneliğinden, ev işlerindeki becerikliliğinden, dürüstlüğünden hatta kendi çocuğunu emzirmesinden etkileniyor. Vermeer’in “İnci Küpeli Kızı”na referansla oluşturulmuş, uçuşan perdelerin uhrevi bir atmosfer verdiği küpe sahnesi filmde önemli bir ağırlık taşıyor.
Semih Kaplanoğlu sinsi bir ideolojik yatırımla kentli, mutsuz yeni orta sınıf ile sıcak samimi ve de “insani” yönleri olan kentleşmiş köylülük üzerinden hince bir ikilik kuruyor. Kadındaki soğukluğu ailesine de taşıyor yönetmen: Mesajlarına cevap vermediği, aileyi terk etmiş affetmediği Berlinli anneyi, yorgun, çay bardağında rakı içen ve 23 abonesi kalmış bir gazeteyi inatla, borçla, müsrifçe çıkartmaya devam eden babayı da görüyoruz büyük bir kasvetle. Buradaki 23 okur, 1923 tarihine ve cumhuriyetçi kesime gönderme yapıyor çok açık. Film Maslak’tan Asmalımescit mekanlarına örtük bir “Beyaz Türk” ideolojik kodlaması da yapıyor.
Bağlılık Aslı’nın en kritik imgelerinden birini anne örme kazağı oluşturuyor. El işine ve otantikliğe gönderme yapan örme kazak, hazır ürünlere karşı bir “altın çağ” imgesi olarak rol alıyor. Bu imge gerçekten önemli. Benim Yeni Orta Sınıf kitabımda bolca örnekle tartışdığım gibi örme kazak, yeni orta sınıf için içinden çıktığı mahalleyi, alt sınıfları ve geleneksel orta sınıfları kodluyordu. YOS için bu imge kültürel farklılık için bir ironi nesnesine dönüştürülmüştü. Yönetmen bu ayrıntıyı kendince “sıcak” bir rövanşa çeviriyor. Sadece kazak değil elbette, filmde kocanın iştahla saldırdığı, bakıcı kızın yapıp bıraktığı ev yapımı yoğurt, ince sarılmış sarma da domestik olanın imgesi olarak işliyor. Örneğin bana göre YOS’a yaklaşan önemli filmlerden Issız Adam’ın evlilikten vazgeçip melankoliye çekilmesi de kızın yaptığı sarma ile başlıyordu.
Hakkını verelim, film güçlü oyunculuğu, kadrajları ve akan kurgusuyla ve de imgeleriyle (kamera-gözetleme-panoptikon) izleyici için birçok cazip nokta taşıyor. Fakat yönetmenin açık ideolojik yatırımı filmin bütün kazanımlarını hızlıca harcayıveriyor. Yönetmen açıkça bunu istemiş zaten, üzülmek için bir neden yok bence. Bir tarafta eğitimli, seküler ama mutsuz orta sınıflar, diğer tarafta bütün otantikliği, muhafazakarlığı ile iyi köy kökenli yeni şehirliler. Bağlılık Aslı, 2013’den bu yana Resi’in ağzında ihbara dönüşen, 3 çocuk, kutsal annelik, boğazda viski için sekülerler gibi söyleme fazlasıya harç taşımak için çekilmiş. AKP’yi zayıflatan, Gezi gibi bir direnişin kendince önemli bir ayağı olmuş eğitimli YOS bir kez daha içinden çıktığı gelenekselliğe, muhafazakarlığa, örme kazağın sıcaklığına davet ediliyor.
Semih Kaplanoğlu film boyunca devam eden bu ikilikle yetinmiyor. Filmin finalini kuran okunan bir şehit evine bağlayarak, kocası şehit olan bakıcının çocuğunu aynı anda emzirerek, bir uzlaşmaya çevirmeye uğraşsa da, aslında filmde kimin kazandığı çok ortada duruyor. Oysa unutuyor yönetmen, elbette ürkmüş orta sınıflar, yabancılaşma, sınıf düşme endişesi önemli olduğu kadar, idealize etmeye çalıştığı kesimin bu ülkede ırkçılığın, muhafazakarlığın, hatta Palu ailesinin de kökeni olduğunu unutuyor. Yıllardır YOS çalışmış biri olarak bitirirken şunu söyleyeyim. Bağlılık Aslı bence Saray sendromuna uğramadan, her iki tarafı da idealize etmeden, hatta işin içine neşe katan (ki YOS neşelidir aynı zamanda) bir dil tutturabilseydi belki de ülkemizdeki en güçlü YOS filmlerinden birine imza atmış olacaktı.
Ama sonuç ortada ideolojik angajman da... Asıl Bağlılık bu!
Yönetmene son bir önerim bir daha ki YOS filmini Başakşehir’de çeksin! İslami yeni orta sınıf ve burjuvazi orada duruyor bütün tipikliğiyle, çok malzeme çıkar. Bakarsın gerçekten de Oscar alır!