Melih Günaydın’dan siyasi polisiye: Sürgün Avı

Bahadır Eren

Melih Günaydın’ın ilk romanı Sürgün Avı 2020 yılının son günlerinde raflardaki yerini aldı. Kitap, 12 Eylül öncesi öğrenci olaylarından, 15 Temmuz darbesi sonrası emniyet içindeki çatışmalara; Suriye Savaşı’ndan sosyal medya manipülasyonlarıyla dünyanın her yerindeki savaşlara ve yıkımlara müdahale eden simsarlara kadar pek çok konuya değinmesi nedeniyle siyasi polisiye kategorisine girmeyi hak ediyor.

Yazar kitabında tüm bu konuları propagandadan uzak, net, son derece yalın anlatmış ve birbirleriyle olan bağlantılarını başarıyla kurmuş.

Kitap her ne kadar Komiser Navi’nin merkezinde şekillense de birbirinden bağımsız üç hikâye ile devam ediyor ve bu hikâyeler kitabın sonunda birbirleriyle kesişiyor. Konunun güncelliği ve gerçekçi anlatımıyla okuyucuyu kitabın içinde tutuyor.  

Kitabın konusunun ve kurgusunun yanında olayların içinde, satır aralarında aktardığı oldukça önemli noktalar var. Bunun yanı sıra yazarın dili de kitabın akıcılığını ve olay akışını destekler nitelikte.

Bunlardan ilki Komiser Navi’nin davranış biçimleri. Polis teşkilatında yaşanan değişimlerin ardından bu soruşturmada önü tıkanmaya çalışılan Navi, korkusuzca olayların üzerine gidiyor. Yazar bir yanda yıllardır polis ve istihbarat teşkilatlarında yaşanan çürümüşlüğü yüzümüze vururken, diğer yanda hala adalet peşinde koşmanın önemini gösteriyor.

Melih Günaydın, kitabında kaçakçılık yapan gençleri bir çırpıda kötü ilan etmiyor. Tam tersine öncesinde o gençlerin sınıfsal konumlarını, yaşadıkları imkansızlıkları okura vererek bu tarz işleri yapan insanların bir çoğunun bu işlere isteyerek bulaşmadıkları gerçeğini de yüzümüze vuruyor. Aynı şekilde hikâyenin ilerleyişi bu gençlerin yine vicdan sahibi ve dürüst insanlara dönüşebileceklerini gösteriyor. Kitabın bir diğer karakteri olan Burcu da yine adaletsizliğe bir isyan olarak avukatlığı bırakıyor ve gazeteciliği seçiyor. Hem de ailesi ile ilişkilerini bozma pahasına. Burcu karakterinin de bu şekilde kendi ayakları üzerinde duran, korkusuz bir karakter olarak kurgulanmasının yazarın bilinçli tercihi olduğunu düşünüyorum. Burcu da korkmuyor, cesurca tehlikeye atılıyor ve masum insanların haklarını korumak için canını tehlikeye atıyor.

Kitabın en önemli özelliklerinden biri ise, kapitalizmin tüm çürümüşlüğünü gözler önüne sermesi. Günaydın, bu çürümüşlüğün neden olduğu savaşların milyonlarca insanın hayatında açtığı derin yaraları çarpıcı bir şekilde gözlerimiz önüne seriyor. Tecavüz edilen kadınlar; hayatları altüst olan insanlar; ölen, öldürülen ya da kaçırılan, bunların olmadığı durumda da sosyal medya manipülasyonları ya da uyuşturucu ticareti için kullanılıp ortadan kaldırılan çocuklar… Tüm bunların savaşı başlatan ama insanlığa demokrasi ve insan hakları dersi verdiğini iddia eden ileri kapitalist ülkeler ve onların kontrolündeki vakıflar ya da dernekler tarafından organize edildiği gerçeği…

Kitap hakkında önemli olduğunu düşündüğüm bir konuya daha vurgu yapmak istiyorum. Melih Günaydın, tüm bu çürümüşlüğü anlatırken merkezine hep insanı alıyor. Yazar, Ortadoğu ve savaş gibi konulara eğilirken, bugün egemen sınıfın dayattığı gerici savaş kışkırtıcılığı ve göçmen karşıtlığına kitabında hiç yer vermiyor. Günaydın’ın yarattığı karakterler, İstanbul’da inşaattan bozma evlerde yaşayan göçmenlerin hayatlarına da, yaşamını sürdürebilmek için göç etmesi gerekenlerin yaşadıklarına da dertleniyor.

Sürgün Avı, yazarın ilk kitabı olduğunu da düşündüğümüzde, mutlaka okunması gereken, başarılı bir çalışma. Eminim, şimdiden yazarın diğer kitaplarını merakla bekleyen okurları olacaktır. Melih Günaydın, sayfamızın yılsonu soruşturmasına verdiği yanıtlarda “Uzun zamandır üzerine düşündüğüm, 6-7 Eylül olaylarını eksenine alan bir hikâyenin peşindeyim.” demişti. Bu açıklaması yazarın bundan sonra da siyasi polisiye yazmaya devam edeceğini gösteriyor. Melih Günaydın’ın 6-7 Eylül olaylarını konu alacağı romanı şimdiden sabırsızlık yaratıyor.