Yaşarken ve Ölürken(1)- Selim İleri
Kötücül Bir Roman
Yalnızca sosyalistleri kötücül göstermek için roman yazılır mı… Gerçeklik duygusunu yitirmişsen yazılır. Yazılmıştır da. Bu romanın adı Yaşarken ve Ölürken’dir. Yazarı da Selim İleri’dir.
Bu romanın öyküsü kısaca şöyle. Yazar, evden çıkmak için hazırlanırken, kapı çalınır, bir genç gelir. Resim öğretmenidir. Anılarını bırakır gider…
Aslında Turan adlı böyle bir genç öğretmen yoktur. Yazar Selim İleri, solla alay edeyim derken bu alayın içine düşmüştür.
Selim İleri’nin gerçekliğe hiçbir biçimde saygısı yoktur. Bunu şunun için söylüyorum…
Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir ilçesi. Üstelik sağcıların kalesi. Hiçbir sosyalist, parti kurmak için bu ilçeyi merkez almaz.
Turan öğretmen değil lümpendir. Söz konusu ilçeye de gitmemiştir. Yazar kendisi gitmiştir o ilçeye…
Bu ilçede sosyalist parti kurulacaktır. Peki bu ilçenin insanı nasıldır… Selim İleri, karakteri Turan’ı şöyle konuşturur, “Bununla birlikte, Y. ilçesinde aydınların (doktorların, iki avukatın, erkek öğretmenlerin, resmi yüksek memurların, vb.) devam ettikleri lokaller, lokantalar, parti ocakları, hatta duvarları resimli kahve, tıpkı toplum, toplumculuk konusundaki söylevleri andırır konuşmalara tanıklık ederdi genellikle. Buradaki aydınlar zümresiyle ilçedekilerin afralı tutumu arasında şaşırtıcı benzerlikleri fark etmek olasıydı.”(y. 98)
Selim İleri’nin insan görüşü, baştan sona… kökten yanlış… O, klasik mantığa göre düşünüyor.
Klasik mantık, çelişkiler, karşıtlıklardan korkar. O, mantık insanı A-A’dır biçiminde düşünmeye zorlar.
Aslında bana göre bu roman bu sözden sonra burada bitiyor. Çünkü yazar insandaki şaşırtıcı farklılıkları göremiyor. Bunun için diyalektik bakması gerekir.
Selim İleri, insanı yitirmiş yazardır… insansızdır.
Peki, o ilçedeki aydınlar, nasıl bir aydındır acaba.… şöyle anlatıyor “Lezzet Lokantası’nın iğrenç dekoru içinde televizyon izleyerek rakı içen, yemek yiyen kimi aydınlar, tek satır okumamalarına karşın edebiyattan, sanattan söz açarlar, akıllara durgunluk verici bilgiçlikler taslarlardı.” (y. 98).
İçerler… durmadan içerler. Aydınlardan biri, birden bire ağlamaya başlar. Bir başkası doymak bilmez bir tutkuyla yaşar.
Lezzet Lokantasından bir bölüm “Fakat çok geçmeden bir büyük şişe rakı daha biter bitmez konular eski, deminki ciddiyetlerini, aydınca içeriklerini yitirdiler. Bilmem ne mahallesindeki öğretmenlerden falan hanımın artık işi iyice azıttığını, esnaftan bazı kişilere bile biraz aşırı yakınlık gösterdiği söyleniyor, ağızlar bir karış açılıyor , altın dişler parlıyor, gözler bulanık ve kanlı, açık saçık bir sevişme sahnesi izleniyormuşçasına küsnül bakıyor, kimi aydınların şişkin göbekleri inip inip kalkıyordu.” (y. 102)
Selim İleri insansızlığını belli ediyor, hele genç savcı yardımcısı için söyledikleri “genç savcı yardımcısının evlenmeye niyeti olmadığından söz edildi: yaa, üç yıldır kendisine gösterilen hiçbir kızı beğenmiyormuş da bazı delikanlılara, üstelik lisemizden çocuklara pek bir iltifat ediyormuş… Evet canım kumar oynuyormuş onlarla ama oynadığı oyun pokerse, burada da oynanıyormuş değil mi, ne münasebet yeşil gözlü savcı yardımcısı kumarını delikanlılarla oynuyormuş. Poker oynamasına karşın briç oynadığını, delikanlılara briç öğrettiğini iddia ediyormuş… göz süzmeler, göz kırpmalar ve bir dolu kahkaha sesi!”(y. 103)
Sosyalist Parti kurucuları Bayan Asuman’ın evinde toplanırlar. O bölüm şöyle anlatılır, “Sobanın bitişiğindeki iskemleye oturdum ve çevreme baktım: siyahlar giyinmiş Cenap Hanım’la tavuk ayağı takım elbiseli Muammer Bey tam karşımdaki kanepede oturuyorlardı, Muammer Bey’in yanına Avukat Niyazi ilişmişti, fakat iri gövdesi iliştiği yerden dışarı taşıyordu; savcı yardımcısı Nihat, pencerenin kenarında bir iskemleye oturmuştu.” (y. 136)
Sosyalist Parti’nin kuruluşuna bir savcı yardımcısı da katılıyor.
Bir de Kakavan Selim var.
Açılış konuşmasını Raif Bey yapar. Burda toplananlar çekirdek kadrodur.
Kakavan Selim Bey de “Kurulacak Parti’nin programı, perspektifi Sefa Akdağ ve arkadaşlarınca İ’de hazırlanmaktadır” der.
Maddeci diyalektik bakamadığı için yaşamın birçok yanını görmeyen… eksik gören Selim İleri, Sefa Akdağ’ın sevişmesini yakalar.
Sefa Akdağ, parti kurucusudur. Sosyalist Parti kuruluşuna savcı yardımcısını bile sokmuştur.
Sevişmek hakkıdır.
Kimler sevişecek… Bayan Asuman’la. Bu bölüm şöyle anlatılır “Hem hiçbir bilgi sahibi olmadığım halde Sefa Akdağ’ın tek bir kez Bayan Asuman’la yatacağını ileri süreceğim. Yüzde yüz böyle olmuştur: içkiyi sevmeyen Sefa Akdağ Oxford serüvenlerinin anlatılmasıyla başlayan dingin bir akşam yemeğinde ansızın içkiyi fazla kaçırır, sonucun sorumluluğunu taşıyamayacaktır ve söz konusu akşam, Bayan Asuman’ın kendi kendine sevme meselesinde, iktisadi bir çizelge gibi doyum noktasına ulaşmak üzere olduğu an’a rastlamıştır. O gece içki, kadınsız geçen günler, dışarıda yağan çılgın kar… daha bir sürü durum, yepyeni koşullar yaratmıştır. Bayan Asuman beklenmedik bir yakınlık görür, bir ara Sefa Akdağ elini tutmuş ve ona uzun uzadıya bakmıştır örnekse. / Tanrım sonrasını tahmin etmek hiç de güç değil! O geceki sevişme de tek kişiliktir. Erkeğin kadına- bu tasarımda yani gövdesini verişi, suyun şaraba dönüşmesi gibi mucizemsidir. Kadının heyecandan kalbi çarpar, ateş içindedir; erkeğe gelince kadının gövdesini fark etmemiştir sanki ve cinsel doyumun onun tarafından bin çeşit yöntemle gerçekleştirilmesini bekler durur.” (168-169)
Yazar, Turan’ın anılarını okur, kalkar ilçeye gider. O ilçede Turan adlı bir resim öğretmeni yoktur.
Anılar uydurmadır.
Turan uydurukçunun biridir. Romanda daha sonra Tuna Suna’yla Cemil görünür.
Aslında hepsi tek kişidir. Turan’dır hepsi. Hepsinin yaşayışları “Aldatmak ve aldanmak” üzere kuruludur. (323) Gerçekliği değiştirerek okuru aldatmak Turan’da odaklaşır.
Sosyalist Parti sorunu
Turan’ın anılarında Sosyalist Parti kurduğu görülür… Turan’ın kafası çarpıktır… gelecekle ilgili tek bir ülküsü yoktur.
Düşünün bir insan siyasal bir parti kuracak, sağlıksız insan bu kişinin aklına gelmiyor. Toplumun lümpenlerinden parti kurmayı düşünüyor, üstelik sosyalist parti…
Daha sonra Tuna Suna’nın anıları…
“Fakat bu çocuktan (Turan – CG) en açık seçik anımsadığım şey, o sıralardaki sanat düşmanlığıdır. Bir konuşmada, sanattı edebiyattı, tümüne dudak bükmüştü. Bir an önce ‘eyleme’ geçilmeliydi: öyle söylüyordu. Hangi eyleme? Bunu içlerinden hiçbiri bilmiyordu ( sonradan yaşlı başlı parti yöneticilerimizin de bilmediği ortaya çıktı ya). Turan, tahmin edebileceğin gibi sanatı bir bütün olarak burjuva aldatmacası sayıyordu.” (324)
Selim İleri o döneme maddeci diyalektik bakamadığından ötürü gerçeği göremiyor.
Sol savaşımda Turan’ın adı bile geçmemeli. O sayrı çünkü… Ama doğrudan burjuva sanatına sektöre karşı çıkış doğrudur. Bu tartışmada Balzac’ın, Tolstoy’un yeri nedir… bu yazarları burjuva diye yadsıyanlara, Engels’le Lenin’le karşılık verilirdi.
Selim İleri, sosyalist kavgayı göremiyor. O günleri özlüyorum.
Eylem… doğru eyleme geçilmeliydi… Geçildi de… “N’oldu eyleme geçildi de, öldürüldüler” diyemezsin… Hiç kimse ölümü düşünmedi. Burası önemli.
Anılar şöyle sürüyor, “Bununla birlikte kışkırtıcı sanat dışı işlere ( şiir adı altındaki kepazelikler, plak-kaset devrim şarkıları, inanılmaz çirkinlikteki duvar afişleri, vb) açıkça hayranlık besliyordu.” (325)
Sosyalizmin gençleri coşturucu yanını kepazelik diye nitelendirmek… Asıl kepazelik budur…
“Sosyalizmimiz ölüm kusmaya başlamıştı! Herhalde eyleme geçilmişti! Bu korkunç meseleyi bir iki kez partide açacak oldum, fena halde eleştirildim.” (325)
Selim İleri gerçekçilikle oynuyor. En başta sosyalizm ölüm kusmaya başlamadı. Ajanlar ölüm kusmaya başladı.
Sosyalist savaşım serttir. Romantizme, kırılganlığa, içe dönüklüğe yer yoktur sosyalist yaşama dönüktür.
Kemalizmin Eleştirisi
1970’lerde Kemalizmi eleştirmek, liberal yazarlarca moda oldu. Eleştiri daha çok alaya dayanıyordu. Alaya alanlar da öğretmenlerdi…
Selim İleri de modaya uymuş, şöyle “Ulusal marşımızı öğrencilerimiz, müzik öğretmeni Ferruh Bey’in yönetiminde söylediler. Ferruh Bey kürsüye çıkmıştı ve Devlet Senfoni Orkestrası’nı yönetir gibi heyecanlıydı. Çocuklarsa kayıtsız, usançlı. Seslerin kayıtsızlığı benim kulağıma çarparken Ferruh Bey’in Beethoven’dan Dokuzuncu Senfoni’yi yorumlanması tabii etkileyiciydi. Daha bu ilk bayrak töreni sahnesinden içim burkuldu: bunca genç çocuklar neden kayıtsız ve usançlıydı.”
Ölümle bile alay edilir, şöyle “Sapasağlam Recep Bey’in kalp durmasından ölümü, horoz dövüşü resimli kahvede bezik oynarken oldu. Söylendiğine göre hem öğleden içkiliymiş, hem de sürekli kaybediyormuş oyunda. Kafası ansızın kağıtlara düşmüş ve maça kızı elinden fırlayıp yere, döşemeye düşmüş.” (278)
Cinsellik-Sosyalizm
Selim İleri sosyalist hareketi eleştirisinde kapı baca bırakmaz.
Sosyalistler neden yerleri afişleme yaparlar, şöyle “Turan’a, şehvetti değil mi sizi duvara yazmaya iten, cinsel sorunlardı değil mi… diye de sordum. Garip bir açık sözlülükle onayladı beni”
Sosyalist savaşımı küçültmek için böyle bir itki uyduruldu. Cinsel açlık çeken Anadolu çocukları duvarlara afiş asarak doyuma ulaşıyordu.
Bir tartışmada böyle konuşanın ağzının payını vermiştim. Selim İleri buradan kopya çekiyor.
Yaşarken ve Ölürken, bir kez daha söylüyorum, insansız bir roman. İnsanı çamurlayan… kötüleyen bir roman daha okumadım.
Genç yazara not. Sakın ha nefretle masaya oturma. Nefretle bakma olgulara… değilse, insan karşıtı kötücül romanlar yazarsın.
1.Selim İleri, Yaşarken ve Ölürken, Everest Yayınları, İstanbul 2015, 504 s.