1946 Seçimleri-2017 referandumu: yazık oldu 60 yıllık deneyime…

Dr.Noyan Umruk

Siyasi tarihimizde seçim adaleti ve güvenliği açısından ilk kara leke 1946 yılında yaşanmıştı.

*Seçim kanununun seçim güvenliğini sağlamadaki yetersizliği

*Devlet organlarının CHPnin parti çalışanları gibi faaliyet göstermesi,

*DP adaylarının propaganda ve konuşmalarının resmi makamlarca engellenmesi,

*Seçim mazbatalarının dahi değiştirildiği iddiaları,

*Seçim kesin sonuçlarının bir türlü doğru dürüst açıklanamaması,

* Açık oy, gizli tasnif uygulamasına dönüşen 1946 seçimleri idi…

Mareşal Fevzi Çakmak, seçimlerin sıhhatine yönelik kaygılarını valiye yaptığı müracaat ve verdiği beyanatta şöyle ifade etmiştir:

Seçimin ismetine dokunulmamasını bir vatandaş ve aday sıfatıyla isterim.[1]

DP Genel Başkanı Celal Bayar ise 25 Temmuz 1946da şöyle diyordu:

 Seçmenlerin verdiği reylerin kaydına mahsus olan ve her sandığın seçim neticesini gösteren mazbatalar birçok yerlerde boş olarak seçim heyetlerine imza ettirilmiştir. Bu suretle muhalif ve müstakil milletvekili namzetlerinin talihi, merkezin emrine tabi olan vali ve kaymakamların elinde oyuncak olmuştur. Bazı yerlerde resmi ve yarı resmi ağızlardan yapılan kötü propagandalarda isnat ve iftiraları faillerin düşkün seviyesine bırakıyorum. Vatandaşlar siyasi kanaatlerinden dolayı birçok yerlerde bilhassa köylerde tecavüze uğramışlar, tehdit edilmişler, dövülmüşler, yaralanmışlar ve hapsedilmişlerdir.[2]

Sonuç olarak seçimin resmi galibi Halk Partisi, gerçek galibi ise Demokrat Partisi olmuş, Ahmet Emin Yalmanın ifadesiyle seçimi DP kazanmamış, CHP kaybetmiştir.

Ne var ki; bu kötü deneyimden ders çıkaran CHP, cumhurbaşkanı rahmetli İnönünün parti genel başkanlığını iç tüzük değişikliğiyle bırakması ile başlattığı süreçle, devlet, parti devleti olmaktan çıkarılmış, ülke çok partili demokratik sisteme geçmiştir.1950 seçimlerini çoğunlukçu seçim sisteminin de etkisi ile DP açık ara farkla kazanmıştı.

Bu dönemeçten sonra inkıtalara rağmen Türkiye demokrasisini geliştirmiş, 2000li yılların ortalarına kadar, özellikle adam gibi seçim yapan bir ülke olarak demokratik ülkeler liginde onurlu yerini almıştı.

Ancak 2000li yılların ortalarından itibaren, seçim adalet ve güvenliği açısından alarm zilleri çalmaya başlamıştı.

Veee nihayet siyasi tarihimizdeki ikinci kara lekeyi AGİT temsilcilerince de çok açık ve net bir biçimde vurgulandığı gibi 16 Nisan gecesi yaşadık…

Şimdi ne olacak???

*Etrafı ateş çemberi olan,

*Uluslar arası ilişkileri iflas eden,

*Adalar ve Süleyman Şah türbesi örneklerinde olduğu gibi kendi toprak ve egemenlik haklarını koruyamayan,

*Büyüme hızı 2.9a düşen, reel üretimi gerileyen, tarım ve turizm sektörleri çöken,

*Resmi işsizlik oranı %13 ile dünyanın en yüksek işsizlik oranlarından birine ulaşan,

*Çökmüş bir eğitim sisteminin sonuçlarının dünya klasmanının en alt sıralarında yer alan bir ülke…

Bu ülke yürütme, yasama ve zaten son YSK tavrının da ortaya koyduğu gibi ağır yaralar almış yargıyı kısaca milletin egemenliğini bir tek adama teslim ediyor.

Sonuç:

Peki bu devir teslim işlemi nasıl bir dünya konjonktüründe gerçekleşiyor?

 Küresel egemenlerin Türkiyeden ülkenin bölünmesine, Kıbrısa, Doğu Akdeniz ve Doğu Akdenize açılacak koridora varacak kadar talepleri varken…

Peki kimden talep edilecek bütün bunlar?

Uluslar arası hukuk siyaset ve kişisel açılardan son derece sorunlu, büyük kentlerin ve toplumun en az %50sinin kararlı biçimde karşısında olduğu bir tek adamdan…

Bu soru ve yanıtlar çoook zor günler yaşayacağımızın açık ve dramatik işareti…

Bir sürpriz: Yargı süreci ve AGİTin olası raporunun etkisi ile  Referandumun iptali ve yenilenmesi …

Aksi takdirde işler çok zor… Bu tencere, bu basıncı nasıl kaldıracak?

Pirus zaferi kazananlar, artık Aşil gibi hem iç, hem dış politika açısından topuklarından vurulmuşlardır…

Öncesi ve sonrası ile referandum gerçek sonucu mu? Galip sayılır bu yolda mağlup…   

[1] Cumhuriyet, 23 Temmuz 1946

[2] Tuncer, H., 1946 Seçimleri, TESAV, 2008, s.74; Yeni Sabah, 25 Temmuz 1946