Farkında mısınız? Ya da hatırlar mısınız? “Atlar bütün hışımları ile geldiler…” başlıklı yazılarda zaten 7-8 ay önce vurgulanmıştı, gidişatın vahameti…
Ama artık farkındasınız ya da farkındalar herhalde…
Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'dan şok sözler: Büyük kriz kapıda!
Akşener'in Ekonomi Danışmanı ve Merkez Bankası eski Başkanı, son yılların en ciddi ekonomi bürokratlarından Durmuş Yılmaz Ankara'da Türkiye Dayanışma Fonu konulu programda konuştu.
Durmuş Yılmaz ‘adım adım kambiyo kontrol rejimine gidiyoruz’ tweeti ile Ankara’daki hazırlıkların teknik yönünü öne çıkardı.
İşte Durmuş Yılmaz’ın konuşmasından satır başları…
“Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ile Hazine’nin müşterek yürüttüğü çalışmanın özü şu:
“Döviz borçları artık ödenemiyor. Kurların nerede duracağı belli değil. Her şok sonrası dolar 15-20 kuruş artıyor. En iyisi bankalardaki döviz hesapları için belirli bir kur rakamı belirleyelim. Parasını almak isteyene o kur üzerinden TL olarak ödeme yapalım. Yeni döviz almak isteyeni de kırk delikten geçirelim.”
Akla ziyan bir fikir gibi görünse de teknik hazırlıkların büyük ölçüde tamamlandığı konuşuluyor.
AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘tamam’ demesi halinde ilk iş olarak bankalardaki 207 milyar dolar tutarındaki döviz tevdiat hesabı belirlenen kur üzerinden TL’ye çevrilecek.
Sabit kur rejimine geri dönülecek. Bununla da yetinilmeyecek, döviz alış verişi her safhada devlet onayına tabi olacak. Dövize devlet ne kadar fiyat münasip görürse o fiyat üzerinden işlem yapılabilecek.
Bir başka ifadeyle döviz nevinden varlıklara devlet ipoteği sözkonusu…
Çünkü Cumhuriyet tarihinin 2. Dünya Savaşı'ndaki dönemini andıran özellikle özel kesimde büyük bir ekonomik krize sürüklenildiğini en son Tansu Çiller ifade etti…
Borçlar… Borçlar… Borçlar…
2001’dekine benzer ‘şok dalgası’ndan ziyade, daha uzun süreli bir krizle karşı karşıya olduğumuz konusunda ciddi ekonomistler hemfikir. Temelde üretimden kopmaktan kaynaklanan derin ve yapısal nedenleri olmakla birlikte, illa bir ad verilecek olursa buna borç krizi demek doğru olur. İlerlemesi ağır, sonuçları yıkıcı olacak.
* Hazine verilerinden, eski Hazine bürokratı Hakan Özyıldız’ın hazırladığı tabloya bakılırsa; 2002’de iç borçların toplamı 214 milyar liraydı. 2018’in ilk üç ayı itibariyle bu rakam 13 kat artarak 2.8 trilyon liraya çıktı. Aynı dönemde özel şirketlerin borcu 41 milyar liradan, 39 kat artarak 1.6 trilyon liraya, vatandaşın bireysel borcu ise 7 milyar liradan, 70 kat artarak 525 milyar liraya fırladı.
* Toplam dış borç 16 yıl önce 171 milyar lirayken, 12 kat yükselerek bugün 2 trilyon lirayı buldu. Özel şirketlerin dış borcu 47 milyar liradan, 18 kat artıp 843 milyar liraya, bankalarınki 20 milyar liradan, 42 kat artıp 840 milyar liraya çıktı. Yani 2002’de iç ve dış borçların toplamı 386 milyar lirayken, bugün rakam 10 kattan fazla artıp 4.8 trilyon liraya dayanmış durumda.
* Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin Mayıs 2018 raporuna göre, toplam batık kredi miktarı 75 milyar liraya ulaştı. Bugüne kadar varlık yönetim şirketlerine, yani bankaların umudu kesip belli bir para karşılığında tahsilatçılara sattığı batık kredi miktarı da 22 milyar lirayı buluyor. Buna bir de büyük şirketlerin bugünkü kurdan 97 milyar lirayı bulan kredi yapılandırmasını eklerseniz, en iyi ihtimalle 200 milyar liraya yakın kredinin şu anda batık olduğu ortaya çıkıyor.
* En son not kıran kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in yayınladığı raporda tablo daha da vahim. Sorunlu kredilerin toplam kredilere oranının önümüzdeki aylarda yüzde 4’ün üzerine çıkacağı uyarısı yapılıyor. Hadi öngörüyü geçelim. Şu anda İş Bankası’nın yüzde 2.2, Garanti’nin yüzde 2.8, Halkbank’ın yüzde 3, Yapıkredi’nin yüzde 4, Vakıfbank’ın yüzde 3.9. Yüzde 2’nin üzerinin kırmızı alarm olduğunu hatırlatalım ve bu oranların tamamen batmışları kapsadığını ekleyelim. Yani yapılandırmaya girenler dahil değil. Orada tablo üç banka için korkunç: İş Bankası yüzde 7.9, Akbank yüzde 9.7, Garanti ise yüzde 16.1 gibi rekor seviyede.
Ciddi bir dış borç var. Bunu ödeyebilmek için kur artışına bağlı olarak çift haneli enflasyona rağmen daha çok TL'ye ihtiyaç olacak.
Zaten sadece seçim harcamaları ile Haziran ayında 25 milyardan 46 milyara yükselen bütçe açığına rağmen hem devlet, hem özel sektör bütçesinden daha çok TL çıkmak zorunda.
Faizler arttığı için yeniden borçlanmak için de daha çok TL'ye ihtiyaç olacak.
Yap-İşlet-Devret taahhütleri nedeniyle ve de bu taahhütler dolar birim fiyatına sahip olduğu ve de açık rakamı büyüyeceğinden daha çok TL'ye ihtiyaç olacak.
3,5 milyon Suriyeli, 1,5 Milyon Afgan göçünün de maliyeti denklemde ayrı bir bilinmez olarak kalacak.
Her yıl 25 milyar açık veren sosyal destek programı ayrı bir sorun? Devam edebilirliği kalmayabilir.
SGK açıkları müthiş boyutta. Sağlık sistemi bu açıklarla devam edemeyecek…
İddialar…İddialar...İddialar…
Finans kulislerinde dolaşan iddiaya göre, yapılandırma operasyonuna rağmen pek çoğu büyük 85 şirket iflasın eşiğinde.
OHAL nedeniyle iflas erteleme yasaklandığı için borcunu ödeyemeyen şirketler ancak konkordatoya başvurabiliyor, yani alacaklıları ile anlaşarak borcunu bir süre ertelemeye ve yapılandırmaya gidiyor. Sadece Basın İlan Kurumu’nun yayınladığı 4 aylık tebligatlara bakıldığında irili ufaklı onlarca şirketin konkordato kararı alması dikkat çekiyor. Bunların içinde Dizayn Boru gibi Türkiye’nin en büyük altyapı borusu üreten şirketinin yanında; belediyelerden içme suyu projesi alan mühendislik şirketi, zincir gıda marketi, alüminyum fabrikası, aile sağlık ocakları ihalesi alan inşaat şirketi, tekstilciler, turizmciler, lojistikçiler, tanınmış gazlı içecek markasının bölge bayisi, çelik üreticileri ve hayli fazla sayıda inşaat malzemesi satan irili ufaklı toptan pazarlamacılar bulunuyor.
Ama asıl ciddi tablo, bankacılar korkudan seslerini çıkaramasalar da, finans koridorlarında dedikodusu dolanan listede. Kimi Türkiye’nin, kimi bulunduğu ilin en büyükleri arasında yer alan şimdilik 85 şirketin kredi borcunu ödeyemeyecek duruma düştüğü iddia ediliyor. Ve bilançoları sarsılan bankalar Ülker, Doğuş vb. devlere yaptıkları yapılandırmada ipin ucunun kaçacağını gördükleri için pazarlığa yanaşmıyorlar. Varlığı bulunanlar ya inşaatçı Ali Ağaoğlu ve tavukçu Keskinoğlu gibi ellerindeki varlıkları düşük fiyata satma yoluna gidecekler ya da iflas ertelemeye başvurmak zorunda kalacakları iddia ediliyor. Yabancı fon veya ortak bulmanın ise hayal olduğunu düne kadar boy boy ‘benim sırtım sağlam’ demeçleri veren Ağaoğlu itiraf etti bile: “İstanbul Finans Merkezi için yatırımcı bulamıyorum.” Açıkça ‘bu işi benden alın’ diye feryat ediyor aslında. Adım adım ağırlaşan kriz, büyük-küçük diye ayırmıyor, ayırmayacak da. Ölçeğe bakmaksızın şirketlerin borç denizinde aynı anda boğulduğunu görmemiz uzak ihtimal değil.
Veriler gizli saklı olmadığına göre ‘başkan ve aile kabinesi’ bu durumu görmüyor mu? Pekala biliyor, seçimi bundan erkene almadı mı? Öyleyse Türkiye’deki tüm kurum ve kuruluşları tuhaf düzenlemelerle tek elde toplamanın, OHAL’i resmen kaldırıp valiye, bakana, kaymakama OHAL ilan etme yetkisi vermenin amacı nedir?
Yaklaşan yerel seçimler de gözönünde tutulduğunda kriz yapısal, acıtan ve de ciddi bir önlemler paketi olmadan engellenemeyeceğine göre amaç: 1980 darbesiyle yapıldığı gibi krizle değil, krizin sonuçları, toplumsal tepkileri ile mücadele etmek!
Günah Keçisi İnşaat-Rant sektörü olacak…
Türkiye’de sıfırdan kurulan en son sanayi tesisinin 2001 krizindeki Ford Fabrikası olduğu düşünülürse, o halde bu kadar borç niye yapıldı diye sormak gerekmez mi? İşte bugünkü krizin sırrı da burada zaten.
Nasıl ki, 2001 krizinde günah keçisi bankalarsa, bu kriz için de günah keçisinin adı:İnşaat!
Bu kanserli hücre sadece inşaatı kapsamıyor artık. İnşaat denildiğinde Karadenizli müteahhidin akla geldiği günler çok gerilerde kaldı. ‘Yeni Türkiye’de; enerjiden market zincirlerine, elektronikten turizme, finanstan tarıma, otomotive kadar hemen her şirket unvanının yanına bu ballı işi de eklemeyi ihmal etmedi. Borç yapılandırması isteyen şirketlere bir bakın, hepsi de boğazına kadar çimentoya batmış halde. Durumun vahametini göstermek bakımından ilaç sanayii ibretlik derslerle doludur mesela.
Çoğu kişi ilaç denildiğinde Eczacıbaşı’nı bilir. Oysa Eczacıbaşı’nın yüzde 75 hissesini Çek Zentiva’ya 2007’de sattığını hatırlamaz. Yerli ve milli ilaç denildiğinde akla gelen bu en köklü şirket neyle meşgul? Tarihi fabrikasının arsasına inşa ettiği Kanyon’dan sağladığı kolay paranın peşine düşüp; Zekeriyaköy ormanlarına villa kondurmakla ve Kartal’daki kentsel dönüşüm fırsatını değerlendirip oradaki fabrika arsasına da konut yapmakla… Hadi ilaca girmişken diğerlerini de hızlıca sıralayalım.
Deva İlaç Fabrikası arazisine Zorlu Ofis, Roche İlaç Fabrikası’nın yerine Özdilek AVM, Wyndham Grand Otel, River Plaza; Bomonti’deki Sanofi İlaç Fabrikasının yerinde Now Bomonti, Topkim İlaç Fabrikası arazisine de Kuzey Bomonti inşa edildi. Kağıthane’deki Hayat Kimya ve Hasel fabrikalarının yerinde ise AVM yükseliyor.
Sonuç:
Küresel egemenler taleplerinin yerine getirilmesi(getirebilmeye güç yeterse) karşılığında bu alanda yardımcı olursa çöküş zamana yayılabilir... Nitekim u.arası finans çevreleri henüz daha yüksek sesle felaket tellallığına başlamadılar... Çöküşün, ABD'de mort-gage krizinde olduğu gibi inşaat sektöründen finans başta olmak üzere diğer sektörlere sıçrama olasılığı büyük maalesef… 700-750 milyarlık bütçeye en fazla 7-8 milyarlık kaynak sağlayabilecek olan Bedelli askerlik derde deva olamayacağına göre Kanal projesi çarkı bir süre daha döndürebilmek için tüm umutların bağlandığı inşaat-rant sektörünün son can simidi...Son kumar....