Masal bu ya… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde çok ama çok güzel ülke varmış… Bu güzel ülkede ar, namus, haysiyet gibi değerlere çok önem veren onurlu, güzel insanlar yaşarmış… Gel zaman git zaman ülkeyi haramiler basmış... Hele bunlar içinde Kırk Haramiler namı ile bir güruh varmış ki, pek yamanmış…
Sonunda ülke mebzul miktarda irili, ufaklı harami ve milyonlarca gariban keloğlanın yaşadığı bir ülke haline gelmiş…
Ahhh… Şu Haramiler…
Haramiler çeşit çeşitmiş… Kırk haramiler, yeşilbaşlı haramiler, sarı haramiler…
Gel zaman, git zaman bu haramiler âlemin bütün haramilerini de arkalarına alıp, bir hayli keloğlanı da siz de bizim gibi harami olacaksınız diye umutlandırarak evlere şenlik bir haramiyi kırk haramilerin başına getirmişler…
Lakin bu başharami aslında yeşilbaşlı olmasına rağmen, kendine hizmette kusur etmeyen sarı haramileri de pek sever, zaten hidayete ermiş olanlarla, ermiş gözüken dönek keloğlanlara da çaplarına göre yağmadan pay verirmiş.
Tam kadılar, zabıtalar, seyfiye(askeriye) ve ulemayı dümdüz edip ülkeyi süt liman haline getirmekte iken, kadim ganimet üleşimi(paylaşım) meselesi bunları kanlı bıçaklı hale getirivermiş.
Böylece zaten kanunun, kitabın pek itibar sahibi olmadığı ülkede namusun, vicdanın da esamisi de okunmaz olmuş…
Halk arasında liboş namı ile anılan Sarı haramilerin, başharamiye yalakalık yaparlarmış... Çünkü bunlar zaten evvel zaman içinde küplerini doldurmuş olup, şimdi de diğer haramilere sağlanan imkanlardan da sebeplenmekte, nemalanmakta imişler….
Ancak başharami zamanla iyice azgınlaşmış; ihtiyacı kalmayınca bunların altlarını oymaya, mülkün nimetinden mahrum etmeye, itiraz edip, seslerini yükseltirlerse hapsetmeye başlamış…
Derken yeşil haramilerin bir bölümü de kırk haramilerin kontrolündeki ganimetten daha fazla pay talep etmeye, huysuzluk, arsızlık etmeye, baş haramiyle uğraşmaya, giderek onu halledip çeşmenin başına oturmaya çalışınca başharami küplere binmiş, hışımla saldırıvermiş bunların inlerine, giderek de önüne her çıkana, karşı çıkana …Ortalık iyice karışmış… Güzelim ülke cehenneme dönmüş, yaşanmaz hale gelivermiş...
Ya Ali Baba ve Keloğlanlar…
Keloğlanlar ise Açlık yoksulluk sınırı çizgileri arasında yaşar, giderlermiş…
Bu keloğlanların da Ali Baba diye bir ak sakallısı varmış… Ali baba aslında sakin, güleç yüzlü bir adammış… Gel zaman, git zaman başharaminin zulmü en sonunda onu bile çileden çıkarmış… Yetti artık, ben de bu zulme karşı uzuuun bir yürüyüşe çıkıyorum… demiş. Zaten sabrı tükenmiş olan Keloğlanlar da onun peşine takılıvermişler…
Derken günlerce süren uzun bir yürüyüşten sonra büyyüüük bir ormana varmışlar…
Ormanda aklın, hayalin alamayacağı büyüklükte gizli bir mağara görmüşler...
O mağara Kırk Haramilerin, ülkeden, ülkenin halkından maddi, manevi her anlamda tüm çaldıklarını sakladıkları bir mağaraymış…
Bunun üzerine Keloğlanlar hep birlikte Açıl susam açıl… diye bağırarak yerleri gökleri inletmişler… Mağaranın kapısı ağııııır ağır hayli uzuuun bir süre sonra açılıvermiş… İçeride ne görmüşler dersiniz? Altın sikkeler, elmaslar, yakutlar, zümrütler… Kırk haramilerin kendilerinden çaldıkları ne varsa orada… İşte bayram o zaman başlamış keloğlanlar için… Mağaradakilerin topuna el koyup, adaletle paylaşınca…
Onlar ermiş muradına, dileriz halkımız da bayramda çıkar kerevetine…
Bayram hayırlı olur inşallah hepimize…