Bir zamanlar 30 Ağustos…

Dr.Noyan Umruk

Evet, “Büyük Taarruz” başlıyor… 30 Ağustos, yakın tarihimizin dönüm noktası…

”Makus talihimizin” yenildiği, diğer bir deyişle emperyalizmin çanına ot tıkandığı gün…

“Kuvayı Milliye Destanını” küçümsetmeye çalışanları nafile çabalarıyla baş başa bırakıp, sözü büyük Ozan’a bırakalım; eşsiz dizeleriyle büyük utkuyu, daha içten nalatan çıkmadı çünkü…

Ateşi ve ihaneti gördük

Dayandık her yanda,

Dayandık İzmir’de, Aydın’da

Adana’da dayandık,

Dayandık, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te

Sarışın bir kurt: Başkumandan…

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu

Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
Birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu,
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
Eğildi, durdu,

Bıraksalar, ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlıyacaktı.

Dünyanın hiç bir ordusunda bir nöbetçi, şairinin ağzından, dizeleri inci taneleri gibi dizerek, başkumandanını bu denli sade, derin ve de yürekten bir sevgi ile anlatamadı…

Sarışın Kurt’un Memetçikleri…

Saat 3.30
İzmirli Ali onbaşı ve de mangası
Karanlıkta göz yordamıyla
Sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
Baktı manga efradına birer birer

Sağda birinci nefer sarışındı.
İkinci esmer.
Üçüncü kekemeydi
Fakat bölükte
Yoktu onun üstüne şarkı söyleyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa’ya girdiği akşam.
Altıncı, inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
Memlekette toprağını ve tek öküzünü
İhtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için
Kardeşleri onu mahkemeye verdiler
Ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
Ona «deli erzurumlu» derdiler.
Yedinci, mehmet oğlu osman’dı.
Çanakkale’de, inönü’nde, sakarya’da yaralandı
Ve gözünü kırpmadan
Daha bir hayli yara alabilir,
Yine de dimdik ayakta kalabilir
Ya Süleymaniyeli şoför Ahmet…

Lastik hava kaçırıyor.
Derdine deva bulmazsak eğer...
Dur bakalım babacafer...
3 numrolu kamyonet durdu.
Karanlık.
Kriko.
Pompa.
Eller.
Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
Lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken

Sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
Sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet.
Hem, hani bir koyun varmış,
Kendi bacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şoför ahmet
Soyun...
Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
Ve kırmızı kuşak,

Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
Bırakarak
Dış lastiğin içine girdiler,
Şişirdiler.

Karayılan’ı kim unutabilir…
Karayılan «karayılan» olmazdan önce
Umurunda değildi karayılan'ın
Kıyamete dek düşmana verseler antep'i.
Çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.

Karayılan olmazdan önce
Kara yılanın encâmını görünce
Haykırdı avaz avaz
Ömrünün ilk düşüncesini .
«ibret al, deli gönlüm,
Demir sandıkta saklansan bulur seni,

Ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
...Sonra;
«karayılan der ki : harbe oturak,
kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür...»

Memetçik böyledir işte... Sesi, sedası çıkmaz; böbürlenmeyi pek beceremez. Düşünürsünüz, düşündürür sizi...Acaba bu işleri bilerek mi yapıyor, yoksa ayırdında değil mi Pek de anlayamazsınız...Ancak, sonucu görürsünüz...Kıbrıs Barış Harekatında da, ateş altında, bir elinde karpuz dilimi ya da üzüm salkımı, pikniğe gider gibi düşman üzerine gittiği görülmüştür… Yeter ki başında adam gibi bir komutanı olsun…

Ve sonra, imparatorluğun küllerinden doğan, tüm “mazlum milletlere” örnek, yurttaşlarına kıvanç veren, genç, gürbüz, bağımsız,saygın bir Cumhuriyet …

Ve sonra, 60 yılda, özellikle amcaları ile birlikte ülkeyi yönetenlerce son 10 yılda bakın ne hale getiridi Türkiye…

-“Tüm okulları, imam-hatip okulları yapma şansını yakalayarak”, “sabileri” sefil eden alt üst edilmiş bir milli eğitim sistemi, tarikatlara, cemaatlara teslim edilmiş binlerce çocuk,

-Cari açık, dış borç, “ne idüğü belirsiz” net-hata noksana dayanan bir ödemeler dengesi ile kağıttan kaplan, yeterince üretmeyen, teknolojik zaafiyet içinde krizlerle boğuşan ekonomik yapı,

- Zorunlu tüketim üzerinden toplanan dolaylı vergilere dayanan adaletsiz bir mali sistem veson derece eşitsiz bir gelir dağılımı,

-- Her tarafına yerleştirdikleri, tıkıştırdıkları Fetö’nün “ak çocukları” ve “yeşil zeytin kılıklı hainleri “ile son Türk devletini allak bullak eden ne idüğü belirsiz, melanetinin ayrıntıları zamanla açıklığa kavuşacak kökü dışarıda bir darbe denemesi…

-Elbirliğiyle moralman ve yönetimsel olarak çökme noktasına getirilmiş, ama yine kuvvacı omurgası ile Fırat Kalkanı’nda herşeye rağmen etkinliğini gösterebilen bir ordu,

-Açıla saçıla, Doğu Akdeniz’den, Kıbrıs ve Türk dünyasına ve Pekin, Moskova, Erivan, Tahran, Bağdat, Şam altıgenine değin tüm komşu ülkeleri ciddi tehdit haline getirip, Habur-Oslo-Şemdinli-G.Antep sürecinde PKK’nın da bu konjonktüre eklemlenmesine göz yumulması ile iflas etmiş güvenlik ve dış politika süreci,

-Zavallı bir ulusal istihbarat sistemi,

-Yüz verilince astarını isteyen PKK, İŞİD gibi mel’un terör örgütlerinin istedikleri yeri hallaç pamuğu gibi attıkları bir ülke…

Sonuç:

“Bir türlü kendilerine saygın ve şükran duyulamayan” Cumhuriyet kurucularınca emanet edilen Mısak-ı Milli’nin, ülkenin “bekası”nın ciddi tehdit altında sokulması…Şaşkın, tüm politik tercihlerinde, kararlarında yanılmış, “kandırılmış” bir iktidar…Darbe girişimine karşı milyonları meydanlara toplayan, bin bir bahane yaratılarak kutlanması diğer ulusal bayramlar gibi kadük edilen bir 30 Ağustos…Ülkenin namus, haysiyet günü…

Aman kutlanacak neyi kaldı demeyin. Yaşadığımız karanlık günler bu büyük ulusun, bu halkın okyanusları andıran tarihinde sadece bir virgül…Küllerinden doğmaya alışıktır bu millet…