Durumun papazla mapazla izahı şehir efsanesi… Türkiye 10 yıldır dünyanın en kırılgan ekonomilerinden biri...
IIF Raporu, Türkiye’yi değerlendiriyor ve “malumu ilan ediyor”.
Özetle:
- 2011 yılı başından bu yana ulusal parası en yüksek oranda değer yitiren üç ülkeden biri (Brezilya ve Hindistan’la birlikte) Türkiye’dir. Son dönemde ise, Güney Afrika ve Endonezya bu ülkelere katıldı
- Kredi akımları sürmekte, ama tahvillerden net çıkış başladığı için faizler yükselmektedir. Faiz artışları bakımından Türkiye (Macaristan’la birlikte) ön sıralarda.
- Büyük cari açığın finansmanının kısa vadeli sermaye girişlerine bağımlı olması ve hükümetin yarattığı siyasi belirsizlik Türkiye’yi riskli kılmakta, Hızlı bir devalüasyon ise, Merkez Bankası’nın büyük miktarda rezerv harcaması ile önlenebilmekte…
- Ekonomilerin cari işlem açıkları ile net döviz pozisyonlarının (açıklarının) milli gelirlere oranı, Rapor’da birlikte değerlendiriliyor ve dış finansman gereksinimi olarak yorumlanıyor (Ülkelerin toplam döviz yükümlülükleri ile döviz varlıkları arasındaki fark, net döviz açığını verir). Bir kırılganlık göstergesi olan “dış finansman gereksinimi” en yüksek olan dört ülke Türkiye, Romanya, Polonya ve Fas’….
Özetle,Türkiye gibi büyümesini sıcak para akışına dayamış ülkeler için bu yolun sonu gelmişken yönetenlerin, üretim ekonomisine geçiş, dış politikada radikal bir dönüşüm gibi bir iddiaları olmadığına göre;
- Yüksek faizle sıcak para çağırmaktan,
- Ödemeler dengesinin “net hata noksanlar” kalemine girebilecek, kaynağı ve ne bahasına olduğu meçhul milyarlarca dolardan,
- Ve de geriye bir şeyler kalmışsa “babalar gibi satmak”, küresel ve de yandaş sermayeye iştah kabartıcı yeni yağma imkanları sunmaktan başka çare kalmıyor…
Üçüncü köprü ve hava alanı, Kanal İstanbul gibi mega projeler boşuna mı sanıyorsunuz…Fiziki planlama, çevre, yeşil katliamı falan kimin umurunda…
Ah şu “Yükselen Ekonomiler” yaygarası…
Spekülatif sermaye yükselen ülke ekonomilerini kendi küresel çıkarlarına göre dizayn etti. Sıcak para olarak girdiği ülkelerde spekülatif kârlar sağladı. yüksek kârlarla heyecanlandı; bu ülkeleri yükselen ekonomiler olarak ilan etti.
Bu ülkeler de bol döviz sarhoşluğu ile kafayı buldu…
Kur baskısı(düşük kurlar) ve cari açıkların bozucu etkisi dış borçlanmaya yansıdı. Dış borçlanmanın etkisi uzun zamanda ortaya çıktığı için kimse işin farkına varmadı.
Üretici memnun, ithalatçı mutlu, çünkü düşük kurdan ithalat yaptı. Tüketici memnun, çünkü piyasa ucuz ithal malı cenneti oldu. Vaktiyle yenilen hurmalar meselesi...
Türkiye 2012 yılına kadar bu rüyayı yaşadı.
Öte yandan finansal liberalleşme ile finansal araçların çeşitlenmesi ve sermaye denetimlerinin kaldırılması sonucunda devletin denetim güç ve imkanı kendiliğinden kısıtlandı...
Finansal liberalleşmenin yarattığı finansal varlıkların fiyatlarındaki uyumsuzluklar ve bunun kaynak dağılımındaki etkinliği azaltması, vadelerin kısalması ve spekülatif varlık alımı ve tüketim amacıyla aşırı borçlanma ve bunun neden olduğu sürdürülemez borç stokları, artan finansal kırılganlık ve azalan hane halkı tasarrufları ile, ticaret ve sanayinin ihtiyaçlarına uygun faiz haddi ve döviz kuru politikası, izlenmesi adeta imkansız hale geldi.
Bu gidişat bankacılık sisteminin kırılganlığını da önemli ölçüde arttırdı. Faiz oranlarının aşırı ölçüde artan volatilitesi(dalgalanması) bankaları ciddi faiz riskleri ile karşı karşıya bıraktı.
2008-2009 krizinden,piyasaya bol para enjekte edilerek teğet eçilmişti… Ancak makro dengeler, yapısal reformlar üstüne kurulmayan bir denge olduğu için etkisi zayıflamaya başladı.
Cari açık veren ülkeler, ithalat yaptıkları ülkelerde istihdam yaratmış oldular; kendi ülkelerinde ise işsizlik…
Sonuç mu? Tabloda görüldüğü gibi… Ne yapmalı mı? Yazacağız ama, kısaca son 10 yılda yapılanların tam tersini…
Institute of International Finance (IIF)”Yükselen Piyasa Ekonomilerine Sermaye Akımları” raporları