Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşimada öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Nazım
Pearl Harbouru bilirsiniz. IInci savaşta sabahın seher vakti, Japon uçakları ani bir baskınla Amerikan donanmasına ait 96 savaş gemisini bombaladılar . Oysa 97 gemi vardı orada. Birine dokunmadılar…
Neden? Çünkü o gemi, güvertesinde kızıl bir haç olan hastane gemisi idi... Kamikazeler bu gemiye dokunmadılar. Çünkü o gemi öldürmek değil, yaşatmak içindi…
Adı Solace…Türkçesi teselli...
Solace savaş boyu Amerikalı annelerin üzüntüsünü azalttı. 25 bini aşkın genci ölümden kurtarıp Amerikaya taşıdı. Ülke limanlarına her gelişinde anneler, sevgililer umutla iskeleye koşuştular…
Peki Amerikan savaş aygıtı ne yaptı ?
72 yıl önce, 6 Ağustos 1945; Sabah 08:00 sularında Hiroşima radyosu B29 tipi bir bombardıman uçağının Hiroşimaya yaklaştığını duyurdu ve 08:15te Enola Gay yarıçapı 0,7 metre boyu 3 metre olan Little Boy (Küçük Çocuk) lakaplı tarihin ilk atom bombasını Hiroşima üzerine bıraktı. Yaklaşık 45 saniye sonra bomba Shima Hastanesinin 570 metre yukarısında infilak etti. Çapı 230 metre, sıcaklığı 4000°C olan bir alev topu saniyede 440 metre hızla her yöne doğru genişlemeye başladı. 30 saniyede 12 kilometrelik bir alana yayılan bu şok dalgaları, patlamadan 8 dakika sonra 9000 metre yükseklikte o artık herkesin bildiği mantar bulutu oluşturdu.
On binlerce Japonun hayatını kaybettiği bu saldırıdan sonra, Japonyada hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Amerikan savaş aygıtı cehenneme çevirdi Japonyayı.
Nükleer silah şimdiye dek insanlığa karşı iki kez kullanıldı. Bugünkü bombalara göre küçük (12-13 kiloton gücünde) bir atom bombası 6 Ağustos 1945 saat 08:15te atıldı Hiroşimaya. Bombayı atan B-29da görevli havacı Robert Lewis Hiroşimanın yokoluşunu: Aman tanrım, biz ne yaptık? diye not düşüyordu seyir defterine…
Ve üç gün sonra...Şafağın sökmesiyle Nagazaki. 11:02de gözleri kör eden bir ışık, kulakları sağır eden bir patlama...Nagazaki cehennemi...İkinci atom bombasının (20 kiloton gücünde) Nagazakide kaç kişinin ölümüne sebep olduğu bugün hala tam olarak bilinemiyor.Bombaların atılışından sonraki 5 yıl içinde ölenlerin sayısının Hiroşimada 200-250 bin Nagazakide ise 150 bine ulaştığı tahmin ediliyor.Hiroşimaya atılan Little Boy adlı uranyum ve Nagazakiye atılan Fat Man adlı ilk plütonyum bombası taş taş üstünde bırakmadı. Bedenleri asfalta kazınan insanlar, katliamınbaşarısını simgeliyordu…
Nükleer felaketi yaşamış olmanın psikolojik etkileri ise hala sürmekte. Nagazaki gazisi Yoshiaki Fukahori : Bazıları kurtulanların ölenlerden daha şanslı olduğunu söylüyor ama gerçekten öyle mi?..Karım da kurbanlardan biri ve ağır hasta..Benim çocuklarım, sağlıklı çocukların anne ve babası olabilecekler mi?..Ailemin üçüncü kuşağı yaşayacak mı? derken, kendisi de bir anne olan ABD Eski Dışişleri BakanıMadeline Albright Hiroşimada ölen çocuklarla Irakta ölenleri karşılaştıran gazeteciye Bu bedele değdiğine inanıyoruz diye yanıt verebilmekte…
Bütün bunların temelinde, insancıl bir vicdani huzuru ve dayanışmayı öneren doğu kültür ve felsefesi ile emperyalizmle birlikte batının kendi özgün felsefi temellerini yadsıyıp, çürüterek tüm insanlığa bulaştırmaya çalıştığı pragmatist-kolaycı-faydacı, benmerkezci pop kültürü karşıtlığı var…
Bakın bu konuda De Gaulle ne diyor: : "Akdeniz'in diğer tarafında gelişme yolunda olan ülkeler ve bu ülkelerin bir medeniyeti, kültürü, insancıllığı ve bizim endüstrileşmiş toplumlarımızda kaybolma sürecine girmiş insani ilişkiler vardır. Eğer biz büyük medeniyetlerin beşiği olan Akdeniz'in çevresinde Amerikan modeline benzemeyen ve insanın araç değil amaç olacağı endüstriyel bir medeniyet kurmak istiyorsak, kültürümüzü çok geniş bir şekilde onların tamamına açmamız gerekir.(1)
Yıl 2017, 6 Ağustos… Yine bu kavanoz dipli dünyanın bir çok köşesinde akıllara almaz, vicdanlara sığmaz oyunlarla milyonlarca çocuk, insan ölmekte… Ülkeler, uygarlıklar haritalardan silinmekte...
Ne için? Ağızlarından salyalar akıtan aç kurtların doymak bilmez iştihalarını tatmin etmek için…
Peki biz neresindeyiz bu cehennemin??? Ahi Evranların, Mevlanaların, Yunusların, Hacı Bektaş Velilerin felsefeleriyle yoğrulmuş, kurucusunun yurtta barış, dünyada barış vasiyetini bıraktığı bir ülkenin, bir kültürün varisi olarak soruyor muyuz kendimize?
Bir yanda malum dış güçlerin de katkılarıyla sürüklenmekte olduğumuz iç savaş…
Öte yanda akıl almaz hatalarla dolup taşan bölge politikaları nedeni ile 3-5 milyon Suriyeli sığınmacı, ABD-PKKnın insafına terk edilmiş güney sınırı, şimdi de Hatay-Altınözünün burnunun dibindeki barut fıçısı İdlib…
Bütün bunlara karşılık hem suçlu hem güçlülerin günah keçisi haline getirilmiş, ne İsaya ne Musaya yaranamayan ve bu durumun sosyo-ekonomik faturasını ödeyen Türkiye…
Ah bir düşünebilsek, sorgulayabilseydik ne durumlara düşürüldüğümüzü…
(1)Michel LELONG; İslamla Yüzleşen Batı, Ufuk Yayınları, 2006