Tarihimizin, provası Çanakkalede yapılan, bizleri ve tüm mazlum ulusları onurlandırıp, kıvançlandıran 19 Mayısla başlayan döneminin genç kahramanlarını Kuvayı Milliye Destanında Koca Nazım öylesine içten bir coşku ile ve öylesine duygu yüklü anlatır ki; gözlerin yaşarmaması mümkün değildir…
Antep köylüklerinde ırgatken, ulusal efsane kahramanına dönüşen Karayılan…
Kuvvacılara ulaklık yapan 14 yaşında fidan gibi bir gençken attan düşüp sakatlanan Adapazarlı kambur Kerim…
Ya Anadoluya takasıyla silah taşırken Karadenizin hırçın dalgalarında yitip giden Arhavili İsmail…
Kamyonetinin patlayan lastiğine üstünde başında ne varsa doldurup,sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet, sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet diyerek görevine çırılçıplak devam eden Süleymaniyeli bitirim şoför Ahmet…
Onlar büyük olasılıkla binlerce kahramandan bazıları...
Ama işte size gerçek bir genç kahraman Tıbbiyeli Hikmet Bey… Rahmetli Orhan BORANIN babası…
Mustafa Kemal "Gençlerin de görüşlerini almalıyız" diyerek Sivasta toplanacak olan kongreye 3 öğrencinin katılmasını ister. Bunun üzerine Askeri Tıbbiye, Sivas Kongresine 3 delege göndermek ister. Üçüncü sınıf öğrencisi Hikmet Bey ve Yusuf Bey (Balkan) delege seçilir ve yol paraları olmadığı için aralarında para toplarlar. Ancak 9,5 lira yani bir kişinin Sivasa gidebilmesine yetecek miktarda para toplanabilir. Bunun üzerine sadece Hikmet Beyin Sivas Kongresine gönderilmesine karar verilir.
Hikmet Bey, Sivas Kongresinde ABD ya da İngilterenin manda ya da himayesini savunan söylemlere çok şaşırır. Oturumlar sırasında söz aldığında, delegelerin şaşkın bakışları arasında yüksek ve heyecanlı sesle şu sözleri söyler: Delegesi bulunduğum Türk gençliği, beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdi. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız. Eğer manda fikrini kabul ederseniz sizleri hain ilan ederiz ".Daha sonra Mustafa Kemale dönerek aynı coşku ve kararlılıkla " Paşam siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemali vatan kurtarıcısı olarak değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.
Herkes bu net ve heyecanlı söylem karşısında şaşkın, Mustafa Kemal in tepkisini beklerken, yanıt gelir: "Evlat içiniz rahat olsun. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Manda da yok, himaye de... Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklal, ya Ölüm." Gazi, Tıbbiyeli gencin bu içtenlikli çıkışından çok mutlu olmuştur.
Yıllar sonra Mustafa Kemal yakınındakilere "Bize Sivasta çok güzel yol gösteren Tıbbiyeli bir genç vardı. Onu bulun, mebus yapalım, vatana hizmet eder" der. Bu teklif üzerine Hikmet Bey "Paşamın ellerinden öperim… Kendilerine söyleyin ben burada ülkeme daha yararlı oluyorum" yanıtını verir. Bu yanıt kendisine aktarıldığı zaman Mustafa Kemal in, gururla gülümseyerek" Ben o değerli çocuktan (cucuktan) böyle bir cevap bekliyordum " dediği aktarılmaktadır. (T. Ateş, Cumhuriyet G., 4 Eylül 1999)...
Tıbbiyeli Hikmet kısacık hayatı boyunca durup dinlenmeden vatan için çalıştı. Öldüğünde henüz 44 yaşındaydı… Sarıkamıştaydı… Karda mahsur kalan Mehmetçiklere ulaşmaya çalışmış, ciğerleri dayanmamış, vereme yakalanmıştı… Tıbbiyeli Hikmet kurtarılamadı…
1960lar da Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu? marşı eşliğinde Turan Emeksiz, A. İhsan Kalmazlar gibi 27 Mayıs şehitleri…
Sonra 70-80 arası, Kanlı Pazar, 77 1 Mayısı…
Cephe hükümetlerinin görmezden geldiği kardeş kavgası, aydın genç katliamı, 5000i aşkın can...
Cana kıymayan Denizlerin darağacında canına kıyılması...
80 darbesi, yaşı yükseltilerek darağacına gönderilen Erdal Eren, bir kuşağın özellikle solun üzerinden silindirle geçilmesi...
Ve nihayet 2000li yıllar... Bir yandan Silivri zindanlarına ihale edilen ölümler, intiharlar...
Gezi direnişi... Polise içinden çıktığı halka acımasızca saldırması için emir verenler... 8 Gezi şehidi... Şehitlerin sonuncusu 15 yaşında bir fidan: Berkin Elvan...
Ve nihayet açılım kepazeliğinin kahredici sonuçları… Onbinlerce şehit ve gazi… Vatanın bir bölümünün kundaklanması…
7 Hazirandan bu yana yüzlerce şehit…
Ve nihayet emperyalizmde oyun çok: Eski ortağın marifetleri ve 15 Temmuz şehitleri…
Ne var ki; bu güzelim ülke daima her yaştan genç vatansever evlatlarının omuzlarında taşınmış ve yükselmiştir ve de yükselecektir…
Yoksa topluma karanlık günler yaşatmak sureti ile korkutarak izlenilen tutarsız politikalara, yarattıkları hukuksuz ortama, bulaştıkları akıl almaz yolsuzluklara karşın halkta ehven-i şer imajı yaratarak siyasi emellerine ulaşmak ve böylece kendilerini kurtarmak isteyen nekrofillerin değil...
Kadim dostum rahmetli Kayahan o güzelim şarkısını bu günlere söylemiş herhal:
Size sevdanın yolları ya da dolarlar, avrolar, villalar...
Bize kurşunlar...
Ne diyelim… Sözü, yaşadığımız günleri o günlerde gören yüce Atatürkün tüm olumsuz koşullara rağmen hileli referandumda %65i hayır! diye haykıran gençlere yönelik sözlerine bırakalım:
"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir…
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım. diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Bizler de bu sene 50nci yıl Harbiye mezunları, ihtiyar delikanlılar olarak sonsuzluğa giden aydınlık yolundan yürüyerek huzuruna çıkıp, Onu bütün varlığımızla selamlayacağız…
Hadi bakalım milletçe Anıtkabire…