Osmanlı, 17. Yy.da, su ve buhar gücünün daha verimli kullanılmasını sağlayan mekanik tezgâhların bulunması, İngiltereden dokuma tezgahları ile başlayarak Avrupaya yayılan I. Sanayi devrimini, 17ve 18.yy.ları kaçırdı… Ağır faturasını hepimiz ödedik, ödüyoruz…
Cumhuriyet, kısıtlı insan, bilgi ve sermaye kaynağına rağmen 19. Yy.da, I. Sınırlı Sanayi Kalkınma Planı ve üç beyazlar(un, şeker, pamuklu), üç siyahlar(demir, kömür, petrol ürünleri) politikaları ile bu devrimi yakalama yolunda ciddi mesafe aldı… İlk dokuma fabrikası 1934de Kayseride faaliyete geçti…
Ne var ki; Batı dünyası bu yy.da üretim bandı tasarımı ve elektriğin seri üretimde kullanılmaya başlanması, üretim hattının geliştirilmesi ve çelik, motor, makine üreten II. Sanayi devrimine sıçramıştı.
Cumhuriyet büyük bir ulusal heyecanla bu kervana da katıldı. Kendi uçağını, tankını, tüfeğini yapmaya başladı. İlk çelik 1937de Karabükte akıtılmaya başlandı ve ülke, kendi ürettiği raylarla yurdu bir baştan bir başa demir ağlarla ördü…
Derken, 1947den itibaren Marshall yardımları gelmeye başladı… Siz üretmeyin Amerikan süttozu ve peynirinden, Memetçiğin matarasına, tüfeğine kadar biz size veririz denildi. Ulusal Sanayileşme Stratejisinin köküne kibrit suyu ekildi… 10 yıl da böyle geçirildi…
1960dan itibaren 15 yıl Türkiye yeniden planlı ekonomiye döndü… Alt yapı yatırımları ve reel üretimin yükselişi ile %7lik büyüme hızları yaşandı.
Ne var ki; 1970li yılların ikinci yarısından itibaren pasifikten gelen neo liberal fırtına bütün dünyada korumacı, ithal ikameci politikaların, ulusal ekonomilerin, sanayileşerek hızlı büyümelerinin ve de toplumsal barışın sonunu getirdi.
Birçok gelişmekte ülkede olduğu gibi Türkiye de, yaşanan ciddi iç karışıklıklar sonucu önce 24 Ocak Kararları, sonra bu kararlar doğrultusunda disiplinli bir toplum yaratmayı amaçlayan 12 Eylül darbesi ile bu trene ikinci sınıf yolcusu olarak bindi…
Artık, Türkiye kararlarını kendi alan bir ülke olmaktan çıkarılmış, küresel rüzgârların etki alanına el birliği ile sokulmuş oldu.
Bu arada, patlayan III. Sanayi Devrimiyle, üretimde mekanik teknolojilerin yerini dijital teknolojiye bırakmasına sebep olan programlanabilir makinelerin kullanılmaya başlanmasıyla dijital çağa giriliyordu… Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin sonucu iletişim ve bilişim alanındaki TV, bilgisayar, akıllı çipler, uydu ve uzay teknolojileri ürünlerinin üretimine planlı ekonomi ve eğitim stratejisinden uzaklaşan Türkiye, ne yazık ki; Çin ve Uzak Asya Ülkeleri gibi ayak uyduramadı, sadece bu devrimin 80 milyonluk pazarı olabildi…
Şimdi ise, bütün dünya otomasyonun daha da ilerlediği akıllı fabrikalar gündemde …"Sanayi 4.0" denilen IV. sanayi devrimi konuşuyor… Bilişim Teknolojileri ile sanayinin tamamen eklemlenmesi hedefleniyor…
Peki, dünyanın vardığı bu aşamada biz ne yapıyoruz ya da bizim ne yapmamız öngörülüyor:
Gelin, bunu bu işin uzmanından dinleyelim:(1)
"Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar, devasa asma köprüler, tüneller, alt geçitler, üstten geçitler yaptırırız…
Sonra onlara arabalarımızı satarız.
Sonra bankalarını satın alırız.
O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız.
Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle.
O ülkeye kardeş kurumlardan kredi ayarlarız.
Ayarlanan kredi "ASLA" o ülkenin hazinesine gitmez.
O ülkede proje yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer.
Enerji santralleri, sanayi alanları, AVM.ler, limanlar, dev havaalanları yapılır.
Aslında insanların ne kadar işine yaradığı tartışılır bir yığın beton…
Bizim şirketlerimiz kazanır o ülkedeki birileri de nemalandırılır.
Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz.
Ama ülke boğazına kadar borçlandırılmış olur.
Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkânsızdır. Plan böyle işler.
Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki; "Bize büyük borcunuz var ödeyemiyorsunuz: O zaman petrolünüzü satın, doğal gazınızı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin, askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler de bizim için oy verin! Elektrik, su kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın..."
Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz.
Bu, ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir."
İşte size bir ekonomik tetikçinin risalesi…
Bu tür ekonomik mucize yaşayan ülkelere bir zamanlar Yükselen Ülkeler payesi verilmişti… Brezilya gibi, Türkiye gibi…
Kıssadan hisse:
Siz, hızla değişen dünya koşullarına, ülke ve halkınızın çıkarları doğrultusunda süratle tepki gösterecek biçimde ekonomik, sosyal ve kültürel politikalarınızı özgür siyasi iradenizle belirleyecek kararları alamayacak duruma düşmüşseniz tetikçiklerin size çizdiği kader kaçınılmaz oluyor…
Demem o ki; sorun her şeyden önce ve de aslında eğitimden bilime, ekonomiden teknolojiye değin bir siyasi tercih, irade ve erk sorunudur…
(1) Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları - John Perkins