Proje yeni değil, bir hayli eski…
Leninin antiemperyalizmin, bağımsızlığın ön koşulu olarak vurguladığı "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını, Wilson, 1919 yılında "Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkına dönüştürüverince mikro milliyetçiliğin temeli atılmış oldu.
Rockefeller bir konuşmasında I. Dünya Savaşında 50, II. Dünya Savaşında 100, bu gün 194 olan devlet sayısı yakın gelecekte 1000, sonra 5000 ülkeye çıkacak…diyordu.
Böylece, demokrasi ihraç ediyoruz vaveylası ile devletler, ulusal kimlik ve dirençlerini yitirerek aşiret ya da kent devletçiklerine dönüşüp, muti derebeyleri aracılığı ile küresel merkezce rahatça yönlendirilebilecek, dünya da dikensiz gül bahçesine dönüştürülmeye çalışılıyor…
1957de Eisenhower Doktrini olarak anılan Ortadoğuda Barış ve İstikrarı Koruma Planı ile günümüzde K.Afrikayı da kapsayan Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin ve Bush tarafından 1990da açıklanan Yeni Dünya Düzeninin de gerçek amacı da bu. Obama döneminde ise bu süreç, Bushlar döneminde bu amaçla kullanılan ABD askeri gücü yerine mantar gibi ortaya çıkan ne idüğü belirsiz onlarca terör örgütü marifeti ile mezhep ayrılıkları da kullanılarak çok sevilen halkların birbirine kırdırılması ile devam ediyor…
Maceraya sürüklenen Türkiye…
Bölgede ise öyle veya böyle demokrasisi ile henüz bu sürecin öksesine düşmemiş tek ülke var: Türkiye… Ancak, Silivri kumpasları ve 15 Temmuz Darbe girişimi ile birlikte Türkiyenin imza koyduğu bazı uluslararası sözleşmeleri anımsamakta da yarar var:
*Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı… 1985de imzaya açılan şartı, Türkiye bazı çekinceler koyarak 1988'de imzaladı. Ancak, bu çekincelerin İmralı görüşmeleri çerçevesinde kaldırılacağı söyleniyor. Şart, yerel makamların, yasal sınırlar çerçevesinde, iç güvenlik de dahil kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel çıkarlar doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkını güvence altına alıyor.
*1990ların başında Maastricht Anlaşmasıyla yerellik ilkesi ABnin temel ilkelerinden biri olarak yeni üye olacak ülkeler için ön koşul haline getiriliyor.
*1999 Helsinki Zirvesi ile Türkiyeye üye adayı unvanı verilirken, azınlık haklarına saygı önemle vurgulanıyor.
*4 Haziran 2003… İnsan haklarına ilişkin iki BM sözleşmesi TBMMnden yangından mal kaçırır gibi geçiriliyor. Türkiyenin 34 yıldır çekince koyduğu İkiz Sözleşmeleri imzalaması, bazı çevrelerce Türkiyenin, AB yolunda önemli bir dönemeci geçtiği şeklinde yorumlanıyor.
Bu sözleşmeler Tüm halklar self-determinasyon hakkına sahiptir; siyasal statülerini, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini serbestçe belirleyebilirler. Devletler, halkların bu hakkının gerçekleşmesi için destek sağlamalıdır. diyerek, hükümeti olmayan ya da vesayet(!) altında gördüğü halklara geleceğini belirleme hakkını tanıyor. Buna göre Türkiyede halk olduğunu ileri süren herhangi bir topluluğun, Türkiye Cumhuriyetinden ayrılma hakkı kabul ediliyor, ayrılmak istemeyenlere ise, kendi statülerini özgürce belirleme hakkı sağlanmış oluyor.
Adım adım teoriden pratiğe….
Kent Konseyleri, Kalkınma Ajansları, Büyükşehir Yasalarının ön hazırlıkları, BM Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yapılıyor; çalışmaların finansmanı da tamamen AB ve BMce sağlanıyor. Ancak 5 milyon avroyu bulanhibeler ile yetinilmiyor. Yerli, yabancı uzmanlar bu çalışmalarda görev alıyor. Peki, ama neden? Kendileri merkezileşirken, çevre ülkelerde devletsizleştirmeyi niçin zorluyorlar? Neden bu amaçla milyonlarca avroyu gözden çıkarıyorlar?
Çünkü Paul Henzenin 2006 yılında ABD yönetimine sunduğu raporda belirttiği gibi küresel sermayenin ya da egemenlerin ulus-devletlerin sınırlarından, parlamentolarından, ordularından, bürokrasilerinden, yargılarından ciddi şikâyetleri var, bu şikayetler giderilmeli…
*2006 yılının ilk günlerinde Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu, hakkındaki yasa kabul ediliveriyor.
*Ekim 2006da ise Belediye Kanununun 76.maddesine dayanılarak hazırlanan Kent Konseyi Yönetmeliği yürürlüğe giriveriyor.
*Ve 2012nin son günlerinde yürürlüğe giren Büyükşehir Belediyesi Kurulması Ve Sınırlarının Belirlenmesi hakkındaki yasa…
*Veeee nihayet bütün bu gelişmelere, yoğun baskılar altında ve de kendine özgü nedenlerle direnemeyecek ucube bir tek adam rejimini getirecek Anayasa değişikliği süreci…
Sonuç…
"Herkese Katılımcı Demokrasi, köyden, beldeden, belediyelerden özetle yerelden merkeze, aşağıdan yukarıya doğru, tüm yurttaşların katılımı, deneyimi ve denetimiyle gelişebilecek katılımcı demokrasi başka şey; ülkeyi paramparça ederek, ülke nüfusunun üçte ikisini zamane derebeylikleri, kent devletçiklerinin tebaası haline getirerek küresel merkezin insafına terk etmek başka…
Bilmem başta siyasi iktidar olmak üzere hepimiz, ateşle oynadığımızın ne kadar farkındayız…