Bu yazıda, Fransa’daki sarı yelekliler hareketinden esinlenerek, günümüzde kitle hareketleri ve devrimci kuram ilişkisi hakkında biraz zihin jimnastiği yapmak istiyorum.
Belli ki yavaş yavaş bir şeyler değişiyor ve bir birikim yaşanıyor.
Bu değişim, beklediğimiz ve arzuladığımız biçimden oldukça uzak. Geçmişte epey iş görmüş, zaten iş gördüğü için oluşturulmuş şablonlarımız, günümüzde artık eskisi gibi iş görmüyor.
Çünkü büyük bir geri düşüş yaşandı. 20. yüzyıldaki sosyalizm atılımlarının geri çekilmesinden, sadece sosyalizmin değil Modernite’nin de küpeşteden atılmaya çalışılmasından, neo-liberal saldırıdan, post-modernizmden vb. söz ediyorum, ama bu konuları çok yazdığımız için atlayalım. Hatta bir geri düşüş yaşandığı tespitini de atlayalım. Çünkü bunlar biliniyor.
Kanımca durum şu: Toplumlar o geri düşülen noktadan yola çıkarak yeniden başlıyorlar. Yani kaldıkları yerden değil, geri düşülen yerden işe koyuluyorlar.
Mevcut şablonlarımızın işe yaramamasının, dünyanın çeşitli bölgelerinde patlayan toplumsal hareketlerin bu şablonlara uymamasının nedeni bu. Mevcut şablonlar fazla ideal kalıyor. Emekçiler içinde sıkı biçimde örgütlenmiş komünist partiler, güçlü sendikalar-meslek örgütleri, örgütlü ve öncülü birleşik cepheler, büyük fabrikalarda birlikte çalışmaya alışmış (hareketin omurgasını oluşturacak) örgütlü bir sanayi proletaryası, politik bir kitle… Veya kırlık alanlara hakim, halk savaşı veren gerilla örgütleri… Bunlar “kaldığımız yerin” araçları/şablonları. Bugün ne böyle araçlar ne de böyle bir kitle var; gelecekte de bu biçimde olup olmayacakları şüpheli. Alışılageldik şablonlarını arayanlar ya zorlama bir biçimde bu olmayan şablonu dayatıyorlar ve boşa düşüyorlar ya da hareketi baştan küçümseyip dışında kalıyorlar. Sıkıntı burada.
Oysa gerek Haziran 2013’te Türkiye’de, gerekse son örnek olarak Fransa’da görüldüğü gibi, mevcut eşitliksiz ve adaletsiz yapıdan memnun olmayan kesimlerin hareketlenmeleri başlamıştır ve çıkış aldıkları yer, bizim arzu ettiğimiz noktadan değil içinde yaşadıkları gerçek noktadan, doğal olarak... İlk olarak bunu saptayalım.
***
Peki, bu bir zaaf mıdır? Veya zaaf varsa nerededir? Zaaf, yukarıda söz ettiğim şablonların eksikliği veya hareket tarafından ret edilmesinde değildir. Zaaf, hareketlerin mevcut durumu açıklayan devrimci bir kuramdan ve hareketin yapısına uygun örgütsel araçlardan ve sürekliliği olan bir öncülükten henüz yoksun oluşudur. Dolayısıyla içinde bin bir türlü düşünsel akımın kol gezdiği, manipülasyonlara ve saptırılmalara açık hareketlerdir bunlar. Bu da doğaldır; çünkü yeni başlayan dalgalarda ister istemez kervan yolda düzülür. Önce kuramlar, öncüler, örgütler ortaya çıkmaz; önce kendiliğinden hareket başlar, giderek bunlar oluşur. 19. yüzyılda bilimsel sosyalist kuram da böyle doğmuştur, 20. yüzyılın devrim ve sosyalizm modelleri de…
21. yüzyılın devrimci kuramı nasıl bir şey olacaktır? 19. yüzyılınkine mi benzeyecektir, 20. yüzyılınkine mi? Daha “provokatif” bir soru soralım: Yoksa 18. yüzyılınkine mi? Kanımca hepsine benzeyecek ve hepsinden dem alacaktır ama yeni bir kuram olacaktır: “Yeni Modernite kuramı” ve “yeni Modernite devrimleri”. Öncülük hangi coğrafyadan gelir belli olmaz, ama gelinen noktada dünya çapını ufka alan bir kuram ve devrim modeli olacaktır. Ve ancak bu hareketlenmelerin içinden çıkacaktır, başka hiçbir yerden değil…
***
“Geri düşüş” kavramı üzerine birkaç laf edip yazıyı bitirelim. Tarihte hiçbir süreç tekerrür etmez; “tarih tekerrürden ibarettir” kadar gerici ve metafizik bir laf yok. Zamanda geriye yolculuk yapar gibi 18. yüzyıla (yani burjuva demokratik devrimler çağına) geri dönüldüğünü ve sil baştan yapılacağını düşünmek saçmalığın dik âlâsı olurdu. Toplumsal ileri atılımlar geri çekilebilir; ama bu, o ileri atılımların mirasının yok edildiği anlamına gelmez. Yaşanmışlıklar yok edilemez.
Süreci kabaca şöyle özetleyebiliriz: Büyük Modernite devrimleri yaşandı, insanlık haraçlı üretim ilişkilerinden (hatta daha genel anlamda sınıflılıktan), aristokrasiden ve dinsel düşünce biçiminden kurtulmak için büyük bir atılım yaptı. Esas olarak Avrupa’da yaşanan bu atılıma burjuvazi tarafından el kondu. “El kondu” diyorum, çünkü hiçbir devrim, yeni bir sömürücü sistem kurulsun diye yapılmaz (Fransız Devrimi, kapitalizm kurulsun, burjuvazi yurttaşları sömürsün diye yapılmadı). Bu el koymaya karşı 19. yüzyılda Avrupa’da, 20. yüzyılda da dünya çapında tepki verildi ve farklı bir yol hayata geçirildi (sosyalizm pratikleri). Bu karşı tepki, 20. yüzyılın sonunda yenildi ve geri çekildi. Sevindirik olan ve tarihin sonunu ilan eden el koyucular, Modernite sürecini de küpeşteden atarak yeni bir ortaçağ ve yeni bir aristokrasi (küresel burjuvazi) ütopyasına kapıldılar. Modernite öncesine dönme hayali kurdular. “Geri düşüş” derken kastımız bu.
Ama insanlık bu kara ütopyaya tepki vermeye başladı. Bugün sürecin bu noktasını yaşıyoruz. Madem sadece sosyalizm öncesine değil Modernite öncesine de dönmeye çalışıyorlar, büyük insanlığın karşı tepkisi de yepyeni bir Modernite atılımı (Sosyalist Modernite?) biçiminde olacaktır. Geri düşüşler, çok daha kapsamlı ileri atılımlarla alt edilir. Hatta çöküşler bile yaşanabilir, bu da ihtimal dahilindedir; ama o çöküşler döner dolaşır uzun vadede yeni bir atılımın tohumlarına dönüşür (tarihte bunun da örnekleri çok).
NOT: Günümüze uygun devrimci kuramın ve politik araçların oluşturulması sorununun, elbette bir de hakim sistemin geldiği durumun ve geliştirdiği araçların analizi boyutu var. Orada bir geri düşüş yok, hatta kendileri açısından bir ileri atılım söz konusu. Örneğin iletişim ve bilişim alanlarındaki gelişmeler kitle hareketlerinin yapısını ve devrimcilerin geliştirebileceği araçları direkt etkiler, yeni sınıf mücadelesi alanları açar, dolayısıyla devrimci kuramı da boyutlandırır. Ama bu başlı başına bir konu.