15 Temmuz gecesi neler olduğunu anlamak için en azından son 15 yıllık süreci kavramamız gerekiyor.
Yaklaşık 15 yıldır, geleneksel cumhuriyet rejiminin yıkılması, Türkiyenin ABDnin ve küresel sermayenin özellikle Ortadoğu planlarına tamamen uyumlu bir rotaya sokulması ve buna direnebilecek unsurların tasfiye edilmesi sürecini yaşıyoruz.
Herkesin malumu olan bu sürecin üç kritik operasyonel aşaması var:
1) 2001 yılında AKPnin kurulması ve (Erdoğanın bir şekilde liderliğine oturtulduğu) AKP-Cemaat ittifakının 2002 yılında iktidara getirilmesi.
2) 2008 yılında başlayan, Ergenekon, Balyoz vb. diye adlandırılan ve devlet ile ordu içindeki ulusal güçlerin tasfiyesini hedefleyen operasyonların yapılması. AKPnin çatısı altında (Gül cumhurbaşkanı, Erdoğan başbakan idi) Cemaatin emniyet ve yargı içindeki kolu kullanılarak yapılan operasyonlar.
3) 15 Temmuz 2016da Cemaatin TSK içindeki yapılanmasının darbe girişimi. Bu darbenin nasıl planlandığı, işin içinde başka ekiplerin de olup olmadığı, neden Cemaat güçleriyle sınırlı kaldığı ve asıl önemlisi siyasal hedefinin ne ve siyasal kadrolarının kimler olduğu şimdilik -bizim için- oldukça bulanık (Bunlar yakında ortaya çıkabilir ve işte o zaman seyreyleyin gümbürtüyü!).
Tabi ki bu ülkenin sürece (özellikle Cumhuriyet Mitingleri ve Haziran Ayaklanmasında eylemli olarak) direnen güçleri var; tabi ki iktidar bloğunun iç çatışmaları var; tabi ki Kürt sorunu ve PKK/PYD gibi bir diğer önemli aktör var; tabi ki sağlı-sollu liberallerin, operasyonların ideolojik kılıflarını hazırlamaları var; tabi ki Ortadoğuda ve özellikle Suriyede çatışan Atlantik ve Avrasya güçlerinin arasındaki değişken dengeler var; yani tabloda daha bir sürü renk var, ama 15 yıllık sürecin Türkiye iktidarı içindeki ana hattı böyle.
ABDnin dayattığı, küresel burjuvazi ile işbirliği içindeki Türkiye büyük burjuvazisinin desteklediği, AKP marifetiyle uygulanan ve Cemaatin operasyonel güç olarak kullanıldığı bir süreçtir bu: ABD-AKP-FETÖ zinciri ve bir karşı-devrim süreci.
Sadece FETÖyü görüp, ABD ile AKPyi (bilinçli veya bilinçsiz olarak) gözden kaçıranlar var.
Sadece AKP ve FETÖyü görüp, ABDyi (bilinçli veya bilinçsiz olarak) gözden kaçıranlar var.
Sadece ABD ile FETÖyü görüp, AKPyi gözden kaçıranlar var.
Sadece AKPyi (Erdoğanı) görüp, bunca olaya karşın diğerlerini gözden kaçıranlar var. Bunlar -eğer bilinçli olarak Amerikancı ve Cemaatçi değillerse- körlüğe yakın durumdalar.
Oysa ABD-AKP-FETÖ klasik (klasik, çünkü adları farklı olsa da tarihimizde örnekleri var) bir zincirdir ve bu zincirin herhangi bir halkasını gözden kaçırmak, diğer halkalara ilişkin ne kadar sert ifadeler kullanılırsa kullanılsın, sonuç olarak zincirin savunulması anlamına gelir.
***
Cemaatin devlet, emniyet ve ordu kurumları içindeki örgütlenmesi, ülkeyi ve bu kurumları yönetenler tarafından en azından 7-8 yıldır ayrıntılarıyla biliniyordu. Çünkü, on gündür yapılan TV programlarıyla bütün halkın da öğrendiği gibi, özellikle Ergenekon ve Balyoz davalarıyla Cemaatin operasyonuna uğramış kişiler hem (tek tek örgüt üyelerinin adlarını da içeren) ayrıntılı raporlar yazıp bunu devletin en üst yönetimine ve ilgili kurumlara iletiyorlar hem de kitaplar yazıyorlar, tehlikeye dikkat çekiyorlar.
Peki, tüm bu bilgilere sahip olan yetkililer ne yapıyor? Tek bir örnek verelim. Tarih 24 Ekim 2013. Yani 17-25 Aralık olayından sadece 2 ay önce. Fethullah Gülen kalp yetmezliğinden dolayı 12 saat hastanede kalıyor, birçok kişi ona geçmiş olsun dileklerini iletiyor ve Gülen Zaman gazetesinde iki büyük ilanla onlara teşekkür ediyor.
Teşekkür ettikleri içinde kimler var, sayalım:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan, Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan yardımcıları Bülent Arınç ve Ali Babacan, Hükümetin 9 bakanı, AKPnin 4 genel başkan yardımcısı, CHP, MHP ve BDPnin üst yöneticileri, İstanbul ve Ankara Belediye Başkanları, eski başbakan ve bakanlar, önde gelen medya kurumlarının genel yayın yönetmenleri, ülkenin en büyük holdinglerinin yönetim kurulu başkanları, TÜSİAD, TUSKON, İSO Başkanları, bilumum tarikat şeyhleri…
Hepsi Gülene geçmiş olsun demek için sıraya dizilmişler. İsteyen internetten bu iki teşekkür ilanına ulaşabilir. Tekrar edelim: tarih 24 Ekim 2013, yani sadece 2,5 yıl önce.
Türkiye devletinin bütün yöneticileri, meclisteki bütün siyasi partilerin yöneticileri, Türkiye büyük burjuvazisinin bütün temsilcileri, medya kurumları, Fethullah Gülenin önünde el pençe divan durmaktadır. Hem de Cemaat örgütlenmesine ilişkin bütün bilgilere sahipken.
Aslında onlar Gülenin önünde değil ABDnin gücü önünde el pençe divan durmaktadırlar. Gülen Cemaati, ABDnin gücü ve AKPnin koruyup kollaması ile ülkenin kaderine el koymaya kalkışabilecek güce erişmiştir.
Şimdi kahraman veya mağdur olarak ortalıkta gezinen bütün bu isimlerin ve kurumların, en azından yardım ve yataklıktan FETÖ iddianamesine dahil edilmeleri gerekmez mi?
Ama bunun bir devrim meselesi olduğunu biz çok iyi biliyoruz.
***
Gelelim 15 Temmuza ve sonrasına…
Gülen Cemaati ve FETÖ bugün bir günah keçisi durumunda. Bunu, onlara karşı yapılacak mücadeleyi hafifletmek için yazmıyorum. Tam tersine, ABDnin beşinci kolu niteliğindeki bu halk düşmanı ve vatan haini gerici yapının, gerek TSK gerekse diğer devlet kurumlarındaki ve toplum içindeki bütün unsurlarının ortaya çıkarılması ve tasfiye edilmesi halkın ve ülkenin yararınadır. Ama yetmez!
Mücadelenin FETÖ ile sınırlandırılması, ne süreci ne de -öyle anlaşılıyor ki- 15 Temmuz gecesini açıklamaya yeter.
Erdoğan ve Hükümet bugün hangi politikaları izliyor/izleyebiliyor?
- Darbenin TSK içindeki tetikçilerinin cezalandırılması ve Cemaatin diğer alanlardaki unsurlarının tespit edilip tasfiye edilmesi.
- ABDye Gülenin iade edilmesi noktasında baskı.
- Darbe girişimini bir fırsat (Allahın lütfu) olarak görüp, hazır muhalefet de yelkenleri suya indirmişken, yeni anayasa ve başkanlık konusundaki hedeflerini hızlandırarak ve genişleterek hayata geçirmek.
Erdoğan ve Hükümet, darbe girişiminin, TSK ve AKP içindeki (bunların ad ve soyadlarının baş harfleri çıkmaya başladı) FETÖ-dışı unsurlarını cezalandırmaya ve tasfiyeye yönelebilir mi? Zamana yayarak bazı adımlar atmayı deneyecektir, ama kesin bir tasfiye çok zor gözüküyor. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık durumu…
Peki, Erdoğan ve Hükümet, ABDnin rolünü köklü olarak sorgulayıp, işaretlerini en başta Ortadoğu ve Suriye politikalarında verebilecek, Atlantikten Avrasyaya doğru bir eksen kaymasına yönelebilir mi? Hayal kuranlarımız var, ama bu, neredeyse olanaksız gözüküyor. Çünkü bu yarım kalmış (başarısız değil), hatta belki de yarım bıraktırılmış darbe, aynı zamanda Erdoğana güçlü bir uyarı mesajı niteliği taşıyor ve Erdoğan kliği bu resti görebilecek niteliklere sahip değil.
Büyük olasılıkla karşılıklı mesajlar alınacak, çekmecelerdeki şantaj dosyalarına yenileri eklenecek, herkes bir sonraki raunt için elini güçlendirmeye çalışacak ve bu kapışmada büyük bir kabus yaşayan Türkiye halkı yeni Amerikan planları ve Erdoğanın gemi azıya almış dikta girişimleriyle baş başa kalacak. Türkiye yeni belalara gebe bir biçimde yaşamaya devam edecek.
Türkiyenin aydınlık yüzü ve emekçileri, doğru bir politik hatta sahip öncü bir örgütlenmeyle bu çirkefe müdahale edemediği sürece olacak olan budur.
***
Evet, ortada bir çirkef vardır. Türkiyenin rejimi, ABDnin dayatması, AKPnin marifeti ve Cemaatin operasyonlarıyla yıkılmış ve ortaya koskoca bir çirkef çıkmıştır.
Türkiyenin ikinci bir kurtuluş savaşına, ikinci bir cumhuriyet devrimine, çok daha köklü bir temizliğe ihtiyacı var.
Türkiyenin tertemiz, yurtsever, cesur, emekçi halkı; bu güzel ülkenin güzelim halkı, eninde sonunda bunu kavrayacak: Tek çare anti-emperyalist ve demokratik bir devrim ve Emekçi Cumhuriyeti.