Sistemli düşünmenin ve yöntemli analizin dağıldığı bir dönemden geçtik. Aklımız dağıldı, kavramlarımızın içi boşaltıldı, tarihsel süreçler zamandan ve mekândan bağımsız kılınarak birbiri içine geçti.
Bu beyin hamurlaşmasının ve omurga kırılmasının sanırım iki nedeni var. Birincisi, 20. yüzyıl sosyalizm atılımlarının geri çekilmesinden sonra küresel kapitalizmin, bu “zafer”in de verdiği ivmeyle “büyük anlatılara” (Aydınlanma ve Sosyalizm) karşı saldırıya geçmesi ve bu alanda belli başarılar kazanması. Bu ipini koparmış ve emekten kopmuş sanal kapitalizm, mevcut büyük anlatıları epey tahrip etti. Ama yerine yeni bir büyük anlatı koyamadı. Zaten amaç da buydu: İnsanlığı büyük anlatılardan mahrum bırakmak. Düşünsel dağınıklığın, akıl tutulmasının ve yöntem yoksunluğunun nedenlerinden biri budur. Tarihe ve dolayısıyla geleceğe sistemli/yöntemli yaklaşamayan, geleceği yakalayacağım derken geçmişe düşen birkaç kuşak yetişmiştir bu nedenle.
İkinci neden ise böyle olumsuz ve gerici (geriye düşüşçü) değil, hatta heyecan verici… Dünya değişti. Doğaya ilişkin bilgi birikimimiz arttı, teknolojik düzeyimiz yükseldi. Söz konusu büyük anlatıların yeşerdiği ve serpildiği koşullardan oldukça farklı koşulları yaşıyoruz bugün. Büyük anlatıların sınırları zorlanıyor ve tüm belirtiler yeni ve daha kapsamlı bir büyük anlatının gereğine işaret ediyor. Geriye düşüşe set çekmeliyiz ama bir ileri atılım ihtiyacını da es geçmeden. Mevcut büyük anlatılarımızın günümüz dünyasını çözümlemekte yetersiz kaldığını ve -şimdilik değiştirmek demesek de- kapsamının genişletilmesi gerektiğini kavramamız gerekiyor.
Tarihe baktığımızda insanlık geriye düşüşlere her zaman bir ileri atılımla yanıt vermiştir. Hatta ileri atılımların kaynağında geriye düşüşlerin bulunduğu bile söylenebilir.
***
Bilim ve Gelecek dergisinin yeni sayısını (Mart) hazırlarken bu düşünceler aklıma düştü. Derginin maketini henüz oluşturmadık ama büyük olasılıkla Prof. Dr. Kerem Cankoçak’ın “Madde nedir?” konulu çalışmasını (yakında aynı yazarın “50 Soruda Madde” adlı kitabı da çıkacak) kapak yapacağız. “Madde nedir?” sorusunun yanıtı, bırakın 100-150 sene öncesini, bizim lise ve üniversitede okuduğumuz zamanlardan (yani 35-40 sene öncesinden) bile çok farklı. Madde ve maddiliğe ilişkin bilgilerimiz şaşırtıcı gözlemler ve deneyler eşliğinde son yıllarda baş döndürücü bir hızla artıyor.
Karşılaştırma yapabilmek için tek bir örnek verelim: 20. yüzyılın başında Pierre ve Marie Curie ünlü buluşlarını laboratuar demeye bin şahit isteyen baraka benzeri bir binada yaptılar. O barakadan iki tane Nobel ödülü çıktı. Bugün atom-altı parçacıklara ilişkin deneyler, örneğin, İsviçre’de yeraltında konuşlanmış muazzam hızlandırıcılarla döşeli CERN laboratuarlarında, tüm dünyaya yayılmış on binlerce bilimcinin kolektif katkılarıyla yapılıyor. Neler bulunabileceğini varın düşünün… Yaygın internetin ilk adımı olan Dünyayı Saran Ağ / www, CERN’in bir yan ürünü örneğin (başlangıcı, CERN’de çalışan bilimcilerin birbirleriyle daha rahat haberleşebilmek için geliştirdikleri bilgisayarlarını birbirine bağlayan iletişim ağı).
Bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels, felsefelerini (Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm) oluştururken dönemin üç önemli bilimsel gelişmesinin kendilerine ışık tuttuğunu söylemişlerdi: Canlıların temel yapıtaşı olarak hücrenin keşfi, Lavoisier’nin kütlenin korunumu yasası (kabaca: hiçbir şey yoktan var olmaz ve vardan yok olmaz) ve Darwin’in evrim kuramı. Onların döneminde ne atomun yapısı ne de genler ve DNA biliniyordu. Görelilik ve Kuantum kuramları ufukta bile değildi. Diyalektik Materyalist felsefe, madde hakkındaki bu kadar kısıtlı bilgilerle geliştirilmişti. Maddenin ne olduğuna ilişkin bugün ulaştığımız inanılmaz bilgi birikimi, herhalde bu felsefi yaklaşımın geliştirilmesini de gerektiriyor.
Bilim ve Gelecek’in yeni sayısında yer alacak bir diğer önemli makale İzlem Gözükeleş imzalı, “Blokzinciri uygulamaları ve geleceği”. Anladığım kadarıyla söyleyeyim: Bizim kuşak mevcut internete zor bela uyum sağlamaya çalışırken, yepyeni bir internet yapısı geliyor! Sanal dünyanın devlerini (Google, Facebook, Amazon, Apple vb.), hatta mevcut para ve bankacılık sistemini tehdit eden bir yapı. Elbette bu alanda ciddi bir sınıf mücadelesi yaşanacak. (Bu arada, Cemil Türün’ün “50 Soruda Blokzinciri” kitabı da yolda)
Bu örnekleri şunun için veriyorum: Hızla dönüşen son derece dinamik bir dünyada yaşıyoruz. Bakış açılarımız, felsefemiz, kuramlarımız, politika yapma tarzımız ve araçlarımız, mücadele ve örgütlenme yöntemlerimiz, yeni gelişmeler ve değişen toplumsal yapı temelinde değişmek ve kapsamını genişletmek zorunda. Biz zorlanıyoruz ama yeni kuşaklar ister istemez yapacaktır bunu.
***
Birkaç hafta önce bu köşede yazdığım bir yazıda 2000’lerde doğan kuşakların direkt sanal dünyaya doğduklarından, olasılıkla -bizim yaşadıklarımızın tam tersi yönde- sanal dünyadan reel dünyaya geçişin sıkıntılarını yaşayabileceklerinden söz etmiştim.
Geçenlerde 10 yaşındaki bir arkadaşım sohbet sırasında “Ender” dedi, “sınırlar sana da çok saçma gelmiyor mu?” Hadi bakalım…
Çocuklara, bizim alışageldiğimiz ne kadar çok şey saçma geliyor… “Saçma gelme” naif bir duygudur, ama devrimciliğin de temelidir.
Size bir tüyo: Karamsarlığa mı düştünüz, artık bu dünyaya ait olmadığınızı mı düşünmeye başladınız; çocuklarla konuşun, titreyip kendinize dönersiniz! Geleceğin bir parçası olmayı becerebildiğimiz ölçüde yaşıyoruz demektir. Dahası, geleceğe müdahil olduğunuzda geçmişi de değiştirebilirsiniz.
Neyse, başta söylediğimizi tekrar vurgulayalım: Tüm belirtiler yeni ve daha kapsamlı bir büyük anlatının gereğine (ve geleceğine) işaret ediyor. Çok alametler belirdi… Büyük Sakallı’nın galiba şöyle bir lafı vardı: Bir soru sorulmuşsa eğer, yanıt gündeme gelmiş demektir.
<>
<>
<>
<>
<>
<>