Devrim: Şapkadan tavşan çıkarmak!

Ender Helvacıoğlu

Çin devriminin lideri Mao Zedungun özlü bir sözü var: Ya savaş devrime yol açar ya da devrim savaşı önler. 

Yaşadığımız emperyalizm çağında, dünya çapında model oluşturabilecek toplumsal devrimleri ve büyük boyutlu savaşları (dünya savaşları) göz önüne aldığımızda Maonun önermesinin ilk kısmının gerçekleştiğini görüyoruz ne yazık ki. En tipik örnekleri Birinci Dünya Savaşından sonraki Sovyet ve Türkiye devrimleri ile İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşan Çin devrimi. 20. yüzyıl boyunca yaşanan Doğu Avrupa devrimleri, Uzakdoğu devrimleri, Küba devrimi ve ulusal kurtuluş savaşları da, yine aynı konjonktürde ve o büyük devrimlerin yarattığı arka plana yaslanarak başarıya ulaşmışlar.

Kısacası, devrimler savaşları önleyememiş; insanlık büyük felaketler yaşadıktan sonra, devrimler o felaketlere olağanüstü çözümler olarak gündeme gelmiş. Neden böyle? İnsanlığın henüz musibet-nasihat diyalektiğini nasihatten yana çözümleyebilecek bir düzeye ulaşamadığı gibi kültürel bir yorum getirilebilir. Mutlaka doğruluk payı vardır, ama biz o konunun uzmanı değiliz.

Daha somut bir çözümleme, Leninin, emperyalizm çağında devrimlerin dünya çapındaki emperyalist zincirin en zayıf halkasından kırılması biçiminde gündeme gelebileceği tezidir. Emperyalist zincirin en zayıf olduğu dönemler de emperyalistler arasındaki paylaşım savaşları dönemidir doğal olarak.

(Emperyalist zincirin en zayıf halkası derken, sadece emperyalistlerin en zayıf oldukları değil, karşısındaki emekçi sınıfların da en güçlü oldukları coğrafyaların kastedildiğini unutmayalım.)

***

Peki, günümüzde durum ne? Bırakalım dünyayı, ülkemizi ve bölgemizi göz önüne alalım, savaşa mı gidiyoruz devrime mi? Haziran Ayaklanması döneminde devrime diye yanıtlamıştım bu soruyu, ama günümüzde koşullar farklı ne yazık ki.

Devrim savaşı önleyebilecek mi? Mevcut koşullar göz önüne alındığında fazla iyimser bir görüş olur bu. Doludizgin savaşa doğru gidiyoruz. Peki, savaş devrime yol açabilir mi? En azından bunu gerçekleştirebilmek için bugün nasıl bir strateji izlemeli sosyalistler?

Alttan alta keskinleşen bir Atlantik-Avrasya çatışmasından söz ediyor herkes. Bu, bir dünya savaşı demek! Bazı yorumcular bu yöne doğru bir gidiş olduğunu söylüyorlar; bazıları ise bu savaşın zaten başladığını…

Ben ikincilere daha yakınım. Dünya savaşı galiba henüz beşinci kollar ve taşeron terör örgütleri aracılığıyla yürütülüyor. (Postmodern çağın dünya savaşları galiba böyle başlıyor, bir günde Polonyayı işgal ederek değil.) Emperyalistler savaşmanın bir yolunu buluyorlar; fıtratlarında var…

Atlantik-Avrasya sınırını oluşturan kuzeyden güneye uzanan hatta bakalım. Ukraynada, Kafkaslarda, Türkiyede, Irakta ve Suriyede yaşanan sıcak çatışmalar birbirinden ayrı birer küçük satranç tahtaları mıdır, yoksa büyük satranç tahtasının farklı bölgeleri midir? Sadece arazide çatışanlara değil, arkalarındaki güç odaklarına baktığımızda büyük satranç tahtasını (ve asıl oyuncuların hepsinde aynı olduğunu) görebiliyoruz. Bir dünya savaşının öncü muharebeleri yaşanmaktadır.

Güzel ülkemiz bu savaşın bir öncü muharebe alanı. Hem de çatışmanın en keskin olduğu alanlardan biri. Daha önce de böyleydi. Gerek Birinci Dünya Savaşı sırasında, gerekse Soğuk Savaş sürecinde. Biz yüz yıldır çatışan iki bloğun sınırını oluşturuyoruz; coğrafya kader derler…

Ama kader, kader denilen coğrafyada değiştirilebilir ancak, bunu da unutmayalım. Dünyayı yakacak alandır burası ama dünyayı değiştirecek alan da…

***

Savaştan devrim çıkarmayı başaranların ne yaptıklarına bakmakta fayda var. Tabii ki tarih tekerrür etmez. Dolayısıyla ne Türk ne Sovyet ne de Çin devriminin yolunu izleyecektir yeni devrimler. Fakat bazı ortak noktalar süzülebilir, genel bazı çıkarımlarda bulunulabilir; o pratiklerin değerleri de budur zaten, süzülebilir olmaları…  

Bir kere, savaştan devrim çıkartmak, şapkadan tavşan çıkartmak gibi bir şey! Pek reel bir politika değil devrim. Bizzat o devrime önderlik edenlere, mümkün olsa da bir yıl önce, bir yıl sonra devrim yapıp iktidarı alacaklarını söyleseniz, büyük olasılık kendileri de çok ihtiyatlı yaklaşırlardı bu tahmine.

Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi adlı kitabı okuduğunuzda, Leninin ayaklanmadan 3-5 gün önceye kadar başında bulunduğu partinin merkez komitesini bile ikna edememiş olduğunu görürsünüz. Hatta önde gelen MK üyeleri Zinovyev ve Kamanevin bu macerayı önlemek için ayaklanmayı ihbar ettiklerini de… Yapılırken dahi, bizzat yapacakların bir kısmı tarafından gerçek dışı görülmüş devrim!

Samsuna çıkmak veya Uzun Yürüyüşe başlamak gibi önerilerin de bundan aşağı kalır tarafı yoktur.

Demek ki devrimciler kimsenin göremediği bir gerçeği görmüşler. Mevcut realiteden tamamen farklı bir realiteyi yakalamışlar. Bambaşka bir iş yapmışlar. Marie Curienin tonlarca çamurda bir gram radyumu görmesi, Einsteinın Newtona başkaldırması gibi bir şey…

Birincisi mevcut realitenin, alışılagelenin radikal bir biçimde dışına çıkmak gerekiyor. Günümüz Türkiyesinde de sol içinde yapılan Atlantikçilik-Avrasyacılık, Erdoğana mı daha yakınız FETÖye mi?, Devletten yana mıyız PKKdan mı? türünden reel politik tartışmaları bu açıdan değerlendirmek gerekir. Bu tartışmalardan kuyrukçuluk çıkar, yancılık çıkar, savaşçı savaş taraftarlığı veya barışçı savaş taraftarlığı çıkar, yani reel politikaya (o reel politikanın asıl sahiplerine) bir biçimde eklemlenmek çıkar, ama devrim çıkmaz!

Peki, devrimcileri ütopyacılardan, hayalcilerden, maceracılardan ayıran nedir? Nasıl bir materyalizmdir onlarınki, nasıl bir diyalektiktir? Nasıl bir tarihselliktir?

Onlar, o güne kadar kimsenin bulamadığı veya kimsenin dikkate almadığı bir manivela bulmuşlardır, bambaşka bir toplumsal gücü arenaya çıkarmışlardır, bir keşif yapmışlardır.

Bir keşif/buluş yapmaktır devrim. Toplumdaki o güne kadar fark edilmemiş bir gizil gücü fark edip kinetiğe dönüştürebilmektir.

***

On yıldır Türkiyede zaman zaman bir şeyler oluyor ve milyonlar sokağa çıkıyor, meydanları dolduruyor. Sonra başaramıyorlar ve dönüyorlar evlerine.

Hayalet gibi bir şey! Sanki realite dışı! Hiçbir partiden değiller. Veya şöyle söyleyelim: normalde farklı partilere oy veriyorlar. Ama zaman zaman bir araya gelip anormalleşiyorlar!

Gerçekler! Hepimiz yaşadık, gördük, şaşırdık… Bambaşka bir gerçek!

Sözcüleri de var. Bazen bir cenazede yarbay. Bazen Cizrede bir ana. Bazen tribünde bir taraftar. Bazen tankın altına yatan bir adam. Bazen çocuğuna ekmek götüremediği için intihar eden bir baba. Bazen sokakta yatan bir çocuk. Bazen cesedi kıyıya vurmuş bir bebek…

Emeği ile geçinenler, emekçiler, işçiler, işsizler, gençler, kadınlar, kimsesizler… Mevcut siyaset arenasında temsil edilmeyenler.

Milyonlarcalar! Ama reel olarak yoklar. Bir potansiyeller henüz. Henüz bir siyaset değiller.

Savaşı engelleyebilecek bir güçleri yok ne yazık ki. Çünkü anda, fotoğrafta yoklar; süreç keskinleştikçe fark edilebilirler ancak. Sürecin keskinleşmesi de savaş demek.

Onlar şapkadaki tavşanlar… Sihirbazlarını bekliyorlar!

Sihirli bir şeydir devrim…

Gerçeğin ne olduğu kadim bir felsefi soru. Katı gerçekçilerin gerçeği bulduğu hiç görülmemiş!

Peki, kim bulmuş? Gerçeğe âşık olanlar!

Aşkın gözü kördür derler; değildir. Dışardan bakan onu kör sanır. Oysa o, kimsenin görmediğini görmüş ve kilitlenmiştir.

Bu paradoksu çözen savaşı engelleyemez belki ama devrimi yapar. Savaşı engelleyemediği için devrim yapar. Başka bir şey yapamadığı için devrim yapar!

Çaresizliğin çaresidir devrim…