Dinciliğin fıtratı!

Ender Helvacıoğlu

Hani şu tecavüz skandalıyla gündeme gelen Ensar Vakfı var ya, hani çocuklara hayvan pornosu bile izlettirildiği iddia edilen dinci vakıf… Hani Sarayın valide sultanı Emine Hanım harem bir okuldur dedi ya… Kimse şaşırmasın, bunlar ne biçim İslamcı, dinci demesin. Çünkü ecdatları ne yaptıysa onu tekrarlıyorlar, nelerden esinleniyorlarsa onu uyguluyorlar.

Daha önce çok yazdığımız için yinelemeyeceğim. Merak edenlere Bilim ve Gelecekin 84. ve 85. sayılarının (Şubat ve Mart 2011) kapak dosyalarını önereceğim; ilgili herkesin arşivinde bulunmalı. Bizzat Türkiyeli araştırmacıların (Batılı oryantalistlerin değil) kaleminden Osmanlı saraylarında, haremlerinde neler döndüğünü bu dosyalardan okuyabilirsiniz.

Bu yazıda konunun biraz daha kuramsal yönüne girmeye çalışacağız.

***

İlk sorumuz şu: Egemenler dindar mıdır?

İktidar tamamıyla dünyevi bir kurum. Oluşturulması, korunması ve sürdürülmesi ancak dünyevi araçlarla olanaklı.

Ne devlet işleri ne de ekonomi Tanrıya yakararak veya kutsal kitaplara başvurularak yürütülebilir. Devletin ve ekonominin sahipleri kendi çıkarlarını, tamamen somut koşulları tahlil ederek ve dünyevi araçlarla korurlar. Savaşlar dua edilerek kazanılmaz; güçlü ordular kurmak, düşmanı alt edecek strateji ve taktikler geliştirmek ve ustalıkla uygulamak gereklidir.

Dolayısıyla, Sümerlerden günümüze, tarihin her döneminde egemen ve yönetici sınıflar sekülerdirler; egemenlik ve yöneticilik seküler olmayı zorunlu kılar. Egemenlerin tek amacı egemenliklerinin devamıdır. Diğer her şey bu amacın araçlarıdır sadece. Egemenler doğaları gereği dindar olamazlar, onlar iktidardırlar.

Tarih boyunca aristokratlara öğütler biçiminde yazılmış siyaset kitapları incelendiğinde tamamen dünya işleriyle uğraştıkları görülür. Örneğin Sun Tzunun ve diğer kadim Çin bilgelerinin savaş ve yönetim sanatı üzerine yazdıkları, Hintli vezir Kautilyanın Arhaşastrası, Selçuklu veziri Nizamülmülkün Siyasetnamesi, İslam düşünürlerinin politika ile ilgili eserleri, üzerlerindeki kutsallaştırma kılıfı kaldırıldığında görülür ki, en ince ayrıntılarıyla yöneticilerin dünya işlerini nasıl yönetmeleri gerektiği üzerinedir. Öte dünya ve din işleri onları fazla ilgilendirmez.

Kısacası hakim sınıfların ideologları, bu sınıfın ileri gelenleri olan öğrencilerine dindarlık öğütlemezler. İktidarlarını, ne pahasına olursa olsun nasıl koruyacaklarının yollarını öğretirler. Dünya işleri, dünyevi yöntemlerle yürütülmelidir; hırsla, acımasızca, her türlü hileye, ahlaksızlığa başvurularak, çıkarlar her yolla savunularak… 

Egemenler, iddiaları ve ideolojik kılıfları ne olursa olsun, işlerini, göksel, doğaüstü, fizikötesi, ütopik öğütlere göre değil, çıplak toplumsal gerçeklere ve fizik kurallarına göre yürütürler.

***

Peki, egemenler neden sürekli dinden ve dindarlıktan söz ederler?

Doğaüstü inançlar ve kutsallaştırmalar ile dini ayırmak gerekir. Kutsallaştırma eğiliminin kökeni insanlığın çok eski dönemlerine kadar gider. Hatta antropologlar, sadece bizim türümüz olan homo sapienslerin değil homo neandertallerin de kutsallaştırma eğilimlerine işaret eden olgular (ölü gömme, mezara bazı kişisel eşyalar koyma gibi) tespit ettiler.

Din ise, on binlerce yıllık kutsallaştırma tarihinin çok özel bir aşamasında ortaya çıkmıştır. Din, bir uygarlık çocuğudur. İnsan topluluklarının karşıt sınıflara bölündüğü, ezen-ezilen, yöneten-yönetilen, sömüren-sömürülen zıtlıklarının oluştuğu aşamada bir hakim sınıf icadı olarak, bir egemenlik aracı olarak ortaya çıkmıştır.

Doğaya hakim olmaktan uzak olan ilkel insan topluluklarının günlük yaşamlarını devam ettirebilmek, insan-doğa ve insan-insan ilişkilerini sürdürmek ve etkilemek için geliştirdikleri büyüsel düşünce ürünü çeşitli inanç biçimleri, uygarlık (sınıflı toplum) ile birlikte bir düzene sokulmuş, tek tipleştirilmiş, soyutlaştırılmış ve din kurumu ortaya çıkmıştır.

Devlet nasıl yönetim tekeli, ordu nasıl silah tekeli ise, din de inanç tekelidir. Topluluktan toplum olmaya geçen insanoğlunun geliştirdiği temel kurumlardır bunlar.

Yöneten-yönetilen ilişkisinin (egemenlik ilişkilerinin) devamını sağlamanın ideolojik bir aracıdır din kurumu. Yönetilenler, ezilenler, sömürülenler, yönetilmeye, ezilmeye ve sömürülmeye razı edilmelidirler. Bu, sadece zor aygıtlarıyla başarılamaz. Boyun eğme, bir süreliğine zor ile sağlanabilir; ama rıza (gönüllü boyun eğme), zor ile sağlanamaz. Manevi (ideolojik) araçlar da gereklidir.

Küçük bir azınlığın büyük çoğunluğu ezmesi ve sömürmesine dayalı dünya işleri, sadece dünyevi otoritelerle yürütülemez. Dünyevi işlerin devamı için dünyevi olmayan bir otoriteye ihtiyaç vardır. Egemenlerin fiziği için metafizik gereklidir. Egemenler açısından dinin işlevi budur.

Egemen sınıflar dindar değil, dincidirler. Kilimci, simitçi gibi… dinci. Din satarlar, din taciridirler. Kendi dünya işlerini yürütebilmek için Tanrıyı kullanırlar. Tanrı onların hem sopasıdır hem de kalkanı. Tanrı adına yönetmekte, Tanrı adına sömürmekte, Tanrı adına savaştırmaktadırlar. Tarih boyu bütün acımasızlıklar, ahlaksızlıklar, bütün katliamlar, milyonların telef olduğu savaşlar, kölecilik, sömürgecilik vb. hep Tanrı adına yapılmıştır. Bütün bunlara rıza gösterilmesini sağlayan bir üstün otoritedir Tanrı.

Egemenler bu nedenle dindar nesiller yetiştirmeye büyük önem verirler. Kendi çıkarları için yapıp ettiklerini tanrı adına diye yutturabilecekleri nesiller gereklidir onlara. Tanrıyı kendileri yarattıkları ve kullandıkları için, tanrının kulu olarak yetişeceklerin, aslında kendi kulları olacağının bilincindedirler. Ve o kullara her şeyi yaptırıp her şeyi yapabileceklerinin.

***

Görüldüğü gibi sömürücülüğün, dinciliğin fıtratında vardır bu yenilen haltlar. Dolayısıyla Bunlar ne biçim dinci? diye sorulmasın.

Bunlar o biçim dinci!