Televizyon programlarında, halka açık konferanslarda evrim kuramının tartışıldığı söyleniyor. Eğer durum gerçekten böyle olsaydı, bu inanılmaz bir aydınlanma şöleni olurdu. Düşünebiliyor musunuz, bilimsel bir konu, hem de ayrıntılı içeriğiyle milyonlar önünde tartışılıyor; insanlar soruyor, konunun uzmanları yanıtlıyor. Tam bir ütopya!
Tabii ki yaşanan bu değil. O programlarda -örneğin- canlılığın ortaya çıkışına ilişkin hipotezler, hücrenin yapısı, tek-hücrelilikten çok-hücreliliğe geçiş, doğal seçilimin, mutasyonun, genetik sürüklenmenin ne olduğu, insan ile şempanzenin ortak atasının nasıl bir canlı türü olduğu… falan tartışılmıyor.
Tartışılmasına da gerek yok zaten. Çünkü bu konularda tartışabilmek, fikir belirtebilmek için o alanda ciddi bir bilimsel altyapı gerekir. Her biyologun bile tartışabileceği konular değildir bunlar; özel bir birikime sahip olmayı ve literatür hakimiyeti gerektirir.
Bunlar bilimsel konular. Her önüne gelenin atıp tutması, o konuda yıllarca eğitim almış, araştırma yapmış, literatür hatim etmiş, kafa yormuş, yazmış çizmiş, kısacası büyük emek vermiş insanlara saygısızlık olur.
Bunları bilmemek de ayıp değildir. Herkes biyolog olacak diye bir zorunluluk yok. Çok iyi bir biyolog da örneğin resim yapmayı, piyano çalmayı, futbol oynamayı, marangozluğu, kamyon sürmeyi, siyaseti bilmeyebilir; o işlerin de kendi uzmanları var.
Peki, tartışılan genel anlamda evrim kuramı mıdır? Hele bu hiç değil! Çünkü kuram hakimiyeti, teknik içeriğin süzülmesini, damıtılmasını, iç bağlantılardan genel çerçeveye ulaşılmasını, tek tek yasaların nedenine ilişkin kafa patlatıp sonuçlar çıkarmayı gerektirir ki, -o alanda çalışıyor olsa bile- her babayiğidin harcı değildir. Bilimsel kuram çalışması, bilimsel etkinliğin en üst düzeyidir.
Bunu bilmezsek eğer, Nuray Mert gibi Adı üzerinde teori, nihayetinde bir akıl yürütme biçimi der, kepaze oluruz. Güneş-merkezliliği öneren Kopernik teorisi de, kütle-çekim teorisi de, elektromagnetik teori de, atom teorisi de, matematikteki kümeler teorisi de, Einsteinın özel ve genel görelilik teorileri de, kuantum teorisi de, levha tektoniği teorisi de … alt tarafı birer akıl yürütme biçimleri, değil mi hanımefendi? İsteyen inanır, isteyen inanmaz!
Neyse, konumuza geri dönelim. Peki, milyonların katılımıyla, harıl harıl neyi tartışıyoruz biz? Daha doğrusu hangi tartışma dayatılıyor?
Tartışma dinsel düşünce biçimi ile bilimsel düşünce biçimi arasındadır. Yani birbirine karşıt olan, sadece karşıt da değil, aralarında yüzyıllar olan iki felsefi yaklaşım, iki dünya görüşü, iki yaşam biçimi tartışılıyor. Evrim kuramı tartışması bu çerçeve içinde bir anlam kazanıyor.
Kısacası bilimciler arasında bilimsel bir tartışma yapılmıyor; bilim ile din uzlaştırılmaya, daha doğrusu din bilimin alanına sokuşturulmaya ve bilimciler de buna razı edilmeye çalışılıyor.
***
Şimdi asıl konumuza gelelim: Din ile uzlaşan bir bilim nasıl bir bilimdir? Konuyu bilimciler açısından tartışacağız.
Bilim insanları içinde, bilim ile dinin uzlaşabileceği, en azından barış içinde bir arada yaşayabileceği, evrim kuramının din ile bir çelişkisinin bulunmadığı, hatta dinsel düşüncenin bazı ileri gelen filozoflarında evrimci denebilecek görüşlere rastlandığı, dolayısıyla dinin de evrim ile çelişmediği yönünde fikirler ileri süren bir akım vardır.
Tabii bazı dincilerden de yanıt gelmektedir. Kendilerinin de evrimi savunduklarını, yaratılış görüşü ile evrim kuramının çelişmediğini, Kuranda evrime aykırı bir şey bulunmadığını, hatta evrimi çağrıştıran cümleler bulunduğunu, kaldı ki çoğu İslam filozofunun evrimci görüşler ileri sürdüğünü söylerler.
İşte bu karşılıklı paslaşmalarla, tarihte nice acılara neden olan kadim çatışma sona ermekte, yapıcı bir diyalog başlamakta ve din ile bilim uzlaşmaktadır. Ne güzel! Bu bilimcilerimiz artık huzura erebilirler! Dünyanın döndüğünü kabul ettirdik ya, varsın Tanrı döndürüyor olsun. Evrimi kabul ettirdik ya, varsın düğmeye Tanrı basmış olsun. Hem biz orasına karışmayız, bizim işimiz değildir, vb, vb…
Kimse kusura bakmasın, huzursuzluk çıkarmaya devam edeceğiz. Bilim ile dini uzlaştıranın ne olduğunu ortaya çıkararak… İktidara gelen dinin aslında bilime bir ateşkes dayattığını ve bunun da nasıl bir ateşkes olduğunu sorgulayarak…
***
Bilimsel Devrimin, tüm gökcisimlerinin Dünyanın etrafında döndüğünü savlayan iki bin yıllık Yer-merkezli evren modelinin yerine, Dünyanın ve diğer gezegenlerin Güneşin çevresinde döndüğü Güneş-merkezli evren modelini koyduğu söylenir. Olayı bu biçimde özetlemek, Kopernikin başlattığı devrimi basitleştirmek anlamına gelir. Hangisinin çevresinde hangisinin döndüğünün fazla bir önemi yok. Bu, işin teknik yanı.
Yine Darwinin evrim kuramının önemi, canlı türlerinin doğal seçilim gibi mekanizmalarla birbirine dönüşmesi, insan türünün de bir primat türünden evrimleşmesi falan değildir. Hangi türün hangi türden evrimleştiğinin, hangi mekanizmalarla evrimleştiğinin fazla bir önemi yok. Bunlar da işin hep teknik yanları.
Çoğu bilimcinin ufku, olayın bu teknik yanıyla sınırlıdır. Hatta bu büyük bilimsel devrimleri başlatanlar bile, çoğu zaman yaptıkları işin önemini kavramaktan uzaktırlar. Onlar yaptıkları gözlem ve deneyler sonucunda topladıkları verileri uslarına vurmuşlar ve kapsamlı kuramlar oluşturmuşlardır, ama açtıkları kapının ne anlama geldiğini çoğu zaman fark edememişlerdir.
Oysa olayı bütün boyutlarıyla kavramak istiyorsak şu iki soru önemlidir: 1) Bu büyük bilimcilerin ortaya attıkları kuramlar ne anlama geliyor, insanlığın düşünsel yapısında hangi atılımlara yol açıyor? Yani işin felsefi yönü. 2) Ne oldu da, örneğin 16.-17. yüzyıl Avrupasında birdenbire Leonardolar, Kopernikler, Keplerler, Galileolar, Newtonlar sökün etti? Birkaç yüzyıl önce neredeydiler? Neden hepsi Avrupanın göbeğinde ortaya çıktılar? Yani işin tarihsel ve toplumsal yönü.
Felsefi, tarihsel ve toplumsal boyutlarından koparılarak ele alınan ve teknik bilgiye indirgenen bilim, istenildiği gibi eğilip bükülebilir, her gücün oyuncağı ve aracı olabilir, piyasaya da düşürülebilir, istenilen kalıba sokulup her şeyle uzlaştırılabilir.
Bu bilim, kuramcı değil, yasacıdır. Doğadaki ilişkilerin fotoğrafını çekmekle yetinir. Tespit ettiği yasanın Tanrının yasası mı yoksa doğa yasası mı olduğuyla ilgilenmez. Önemli olan o yasanın uygun bir biçimde üretime sokulabilmesinin (teknolojiye dönüştürülebilmesinin, metalaştırılabilmesinin) araçlarının yaratılmasıdır. Bu araçların kimin işine yaradığıyla da ilgilenmez. Çünkü onun bilimi, toplumsal ilişkilerden soyutlanmıştır. Böyle bir bilim her kalıba girebilir.
İşte din ile uzlaştırılan bilim, bu bilimdir. Böyle bir bilim, dinci de olur, milliyetçi de olur, militarist de olur, faşist de olur, emperyalist de olur. Artık kimin elinde kalırsa… Ayıptır söylemesi, parayı kim bastırırsa…
Oysa bilimsel devrimler, büyük toplumsal dönüşümlerin arifesinde ve eşliğinde gelişirler. Dipteki bu büyük etki görülmezse anlaşılamazlar. Öte yandan bilimsel devrimler, erekselci ve metafizik dünya görüşüne büyük darbeler vururlar, tanrıların (aslında hakim sistemin) toprağından koca koca parçaları koparıp insanlığın topraklarına katarlar. Bilimsel düşünce, büyüsel ve dinsel düşünceyi gerilete gerilete, onu aşa aşa gelişir. Kendileri farkında olsun veya olmasınlar, Kopernikin, Galileonun, Newtonun, Darwinin büyüklüğü buradadır.
Din ile bilim uzlaşabilir veya yaratılış ile evrim çelişmez diyen bilimci, kendisini bir teknisyen durumuna indirgemiş demektir. Bilimsel bilgisinden taviz vermediğini savlar ama onun bu bilimsel bilgisi küresel sermayenin de, emperyalistlerin de, Siyasal İslamcıların da oyuncağı olabilir.
***
Bilimci niçin felsefesinden taviz veriyor, niçin uzlaşıyor? Hele Türkiye gibi, aydınlanmanın acil ihtiyaç haline geldiği bir ülkede? Çok güçlü olduğu için mi, bu gücün verdiği rahatlıkla mı uzlaşıyor? Yoksa tam tersi mi? Karşısındaki güce teslim olduğu için mi?
Uzlaşma ile güç arasında diyalektik bir ilişki vardır. Uzlaşıyor musun, uzlaştırılıyor musun; mesele budur. Daha doğrusu güç kimde? Güç sendeyse, karşındakini uzlaştırırsın. Güç karşındakindeyse, seni uzlaşmaya zorlarlar. Bu ikisi birbirine zıttır.
Bugün bilimci uzlaşmaya zorlanmaktadır. Kimse kendi kendini kandırmasın. Din, bilimle uzlaşmıyor; bilim dinle uzlaşmaya zorlanıyor.
İktidara gelen Siyasal İslamcılar bir laiklik anlayışı dayatıyorlar: Bilim ile toplum işlerinin birbirinden ayrılması! Yani bilimin felsefesinden, tarihselliğinden ve toplumsallığından koparılarak, teknolojiye indirgenerek sırça köşküne kapatılması ve iktidarın hizmetkârına dönüştürülmesi.
Bütün bu nedenlerden dolayı emekçi aydınlanmasından yanayız. Yani bilimsel düşünce biçiminin toplumsallaştırılması, içselleştirilmesi ve bir refleks haline getirilmesi çabası… Evrim kuramı ve bütün bilimsel kuramlar (ve onları savunan bilim insanları) bu çerçeve içinde bir anlam kazanabilirler, büyük insanlık yürüyüşünün nadide birer parçası olurlar.