Doğuda ütopya yok mu?

Ender Helvacıoğlu

Bu yıl Thomas Moreun ünlü Ütopiasının yayımlanışının 500. yılı. Dönemin siyaset ve düşün adamı More, 1516da yazdığı eseriyle ütopyaya isim babalığı da yapmış. 500. yıldönümü dolayısıyla ütopya yeniden tartışma konusu.

Biz konuya başka bir açıdan yaklaşacağız.

Ütopyaları listeleyen çoğu çalışmaya göz attığımızda, ilk sıraya Moreun eseri konur, sonra liste Campanella (Güneş Ülkesi), Francis Bacon (Yeni Atlantis) diye devam eder.

Bazı listelerde, ünlü Antik Yunan filozofu Platonun Devletine özel bir yer biçilir ve ilk ütopya olarak değerlendirilir. Yani M.Ö. 500 civarında ilk ütopya yazılmış ve 2 bin yıl sonra (Rönesans - Yeniden Doğuş ile birlikte) ütopya tekrar ortaya çıkmıştır.

Bütün bu eserlere saygıda kusur etmeyiz. Ancak bu listeler, uygarlık damarını Antik Yunan-Batı çizgisiyle sınırlayan Batı-merkezci bakış açısının tipik bir yansımasıdır. Onlara göre ütopyayı ancak dinamik Batı toplumları üretebilir. Durağan, sınıf mücadelesinin bulunmadığı Doğu toplumlarının böyle bir yeteneği yoktur. Ancak Batı Uygarlığının kozası sayılabilecek Antik Yunanda ütopik unsurlara rastlanabilir.

Böylece sınıf mücadelesi gibi ütopya da Doğu toplumlarına yasaklanmıştır.

Peki, gerçek bu mudur? Teorik tartışmaları başka mecralara bırakalım ve olgulara göz atalım.  

İşte Konfüçyüsçü ritüelleri anlatan Ritüeller Üzerine Notlar adlı bir kitaptan alınan 2 bin yıllık bir metin:

Büyük yol izlendiğinde, tüm dünya ortak mülk olur. En kudretli ve en faal olan lider seçilir; hakikat söylenir ve dirlik düzenlik sağlanır. Böylece insanlar yalnız kendi ailelerine, aileleri ve yalnız kendi çocuklarına çocukları olarak muamele etmekle kalmazlar. Yaşlılara yaşamlarının sonuna kadar sükûnetle yaşayacakları, gücü kuvveti yerinde olan adamlara çalışacakları ve gençlere kendilerini daha fazla geliştirecekleri bir yer bulmaya özen ve gayret gösterirler. Dul erkekler ve dul kadınların, yetimler, öksüzler ve çocuksuzların ve hatta hastaların, bunların hepsinin iaşeleri toplum tarafından sağlanır. Erkekler işinde gücünde, kadınlar evlerindedir. Eşyalar yararlı şekilde kullanılmadan battal hale gelsin istenmez; fakat onların her durum ve koşulda bizzat kendileri için, yani süs olsun diye bir kenarda kullanılmadan tutulmaları da istenmez. Kişinin güçlerinin işlevsiz kalması istenmez; fakat onların kişisel yarar için kullanılması da istenmez. Tüm hile ve entrikalar sona erer; onlara gereksinim duyulmaz. Haydutluk ve tahrip edicilik artık sökmez. Hatta öyle ki; dışarıda hâlâ deliler dolaşsa da, onları bir yere tıkmaya gereksinim kalmaz. Bu büyük toplum (da tong) çağıdır. (Aktaran Harro von Senger, Savaş Hileleri-Strategemler II, Çev: M. Özbalta, Anahtar Kitaplar, Kasım 2003, s.17)

Doğunun da doğusu Çinden bir örnek bu; oldukça sağlam bir ütopya kurulmuş. Her şey ortak, özel mülkiyet yok. Yönetici, o mevkiye soyuyla değil yeteneğiyle ve seçimle geliyor. Çocukların bakımı, hastaların ve özürlülerin yaşamı toplum tarafından garanti altına alınmış. İhtiyaç fazlası tüketim kalmamış. Sömürü (metinde kişisel yarar) yok. Hile, entrika, haydutluk yok. Tımarhane bile yok.

En önemlisi, bu metin geçmişteki bir altın çağa gönderme yapmıyor, Büyük Yol ile varılacak gelecekteki bir büyük toplumdan, da tongdan söz ediyor.

Hani Doğuda ütopya olamazdı? Var olup olmamak bir yana, ütopya kaynamaktadır Antik ve Ortaçağ Doğu metinleri. Yeter ki Batı-merkezci önyargıları bırakalım.

Eski Çin ve Hint metinlerini bu gözle taramak gerek. Sadece felsefi metinleri değil, öyküleri, masalları, mitolojik metinleri…

Her şey bir yana, kutsal kitapların Cenneti ne ola ki? Cehenneme de kara ütopya mı desek acaba?

Ortaçağa gelelim. Hani şu Batının karanlıklar içinde yüzdüğü, Doğunun ise uygarlığın merkezi olduğu çağlara.

İlk akla gelen isim ünlü filozof Farabi (870-950). El-Medînet el-Fâzıla adlı eserinde (Türkçeye Erdemli Kent veya İdeal Devlet diye çevrilmiş), Platonun Devletinden esinlenir, ama onu aşar.

Konumuz açısından bir diğer önemli külliyat da eski Doğu ve özellikle İslam felsefesindeki sembolik öykülerdir. En ünlüleri İbni Sinanın, Sühreverdinin, İbn Tufeylin, Gazalinin, Necm-i Râzînin, İbn Baccenin, İbnün-Nefisin fantastik öyküleridir.

Özellikle İbn Tufeylin (1106-1186) adasal roman türünün ilk örneği olarak nitelenen Hayy ibn Yakzân adlı eserinin Batı yazınını büyük ölçüde etkilediği söylenir.

Biraz daha yakına gelirsek, Anadolu ozanlarını da yabana atmamak gerekir. Hemen aklımıza Yârin yanağından gayrı her şey ortak olmalı ve Gülü gül ile tartmak dizeleri geliyor.

Daha pek çok örnek verilebilir. Kısacası Eski Doğu metinleri bir ütopya okyanusudur aynı zamanda.

Şaşırmaya gerek yok, son derece doğal. Doğu toplumlarının tarihi de, her toplum gibi, sınıf mücadeleleri tarihidir; emekçilerin başarılı-başarısız ayaklanmaları tarihidir. Sınıf mücadelesi varsa ütopya da vardır.

***

GÜNCEL NOT:

Türkiye aydını gerek tarihe gerekse bugüne ilişkin aşağılık duygusundan kurtulmalı, başını dik tutmalı, halka güvenmeli.  

Ülkemize gelen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile görüşmek için kuyruğa giren, her cümlesinden, hatta mimiklerinden büyük anlamlar çıkaran, dünyanın baş belası emperyalistinin temsilcisinden demokrasi ve özgürlük kırıntıları dilenen zavallılar için yazdım bunları.

İktidarın uygulamalarını şikâyet etmişlermiş; o da bunları dikkate alacakmış… Emperyalizmin temsilcisi, Hükümete, Erdoğana bölge halklarının başına yeni çoraplar örecek planlarını dayatmak için geldi, haberleri yok.

Doğuda ütopya var dedik ama, bu ütopyalar artık emekçilere, ezilen halklara ve onların temsilcisi onurlu aydınlara aittir.

Mandacıların ütopyaları Biden ile sınırlıdır.