Lafı dönüp dolaştırmadan, ince analizlere girip uzatmadan, gördüğümüz çıplak gerçeği ve kalın hatları madde madde sıralayalım:
1) 12 Eylül 1980den sonraki en ağır faşist saldırı ile karşı karşıyayız. Türkiye halkı, HDP ve PKK bahane edilerek, 7 Hazirandan beri cezalandırılıyor.
Sadece Kürt vatandaşlar değil, Türküyle Kürtüyle bütün Türkiye halkı (hatta çağdaş ve modern yaşam tarzı) ağır bir saldırı altında.
Bu saldırı sadece bir cezalandırma değil, bir hedefi de var: İslamcı faşist diktatörlük.
2) AKP faşizmi, Ortadoğuda taşeronluk vaat ederek ve ülkeyi koalisyon güçlerinin savaş üssüne çevirerek ABD emperyalizmini; kâh sopa göstererek kâh çıkar sağlayıp anlaşarak büyük burjuvaziyi; çeşitli operasyonlarla ayrık otlarını temizlediği orduyu; yani desteğine ihtiyaç duyduğu güç odaklarını, hedeflediği rejime -hemen hemen- ikna etmiştir.
3) Faşizm, iktidarı ve devleti ele geçirmekle yetinemez; halkı da ele geçirmelidir. Çatlak ses kalmamalı, halk susturulmalı ve bastırılmalıdır. Bu aşamayı yaşıyoruz.
Göreceksiniz, bugün PKK bahane edilerek Kürt illerine yapılan saldırıların benzerleri, yarın, komünist teröristler bahane edilerek Batı illerindeki varoşlara, solcular-bölücüler bahane edilerek üniversitelere, vatan hainliği bahane edilerek önce sola sonra tüm muhaliflere, dinsizlik bahane edilerek modern yaşama, devletin bekası bahane edilerek parlamentoya ve çatlak ses çıkaran düzen partilerine karşı da yapılacaktır.
4) Faşist diktatörlük heveslileri dış maceralara da kalkışacaktır. Bu hem ABD emperyalizmi ve İsrail ile yaptığı anlaşmaların bir gereğidir; hem de içeriyi daha da bastırmak ve sesleri tamamen kesmek için kullanılacaktır.
5) AKP iktidarı ile şu veya bu gerekçeyle ittifak arayışına girenler veya kendi çıkarları için uzlaşmaya çalışanlar halka ihanet içindedirler ve girdikleri bu yolu terk etmezlerse gelecekte faşizmin küçük faşistleri olarak anılacaklar.
Bu yolla kendilerini kurtarabileceklerini de sanmasınlar. Örneğini geçmişte de gördüğümüz gibi, fikriyatları iktidarda, kendileri zindanda olacaklar.
6) Adım adım gelen faşizm tehlikesine karşı bir direniş mevzisi kazmak zorundayız. Bu mevzide kimlerin olacağı belli, yukarıda saydık. Sorun öncülük sorunudur.
Ya sıkı örgütlenmiş bir çekirdek ekip, sağlam bir strateji, ustalıklı alt taktikler, akıllı bir eylem tarzı oluşturup ön alacak ve hepimiz -artık anlamı kalmamış geçmiş tartışmaları bırakıp- bu safa gireceğiz; ya da çeşitli öbekler asgari bir programla (faşizm tehlikesine karşı) bir araya gelip anti-faşist, anti-emperyalist bir cephe oluşturacak.
Şu anda böyle tek bir örgüt gözükmüyor; ama bu hiç olmayacağı anlamına gelmez. Böyle koşullarda iddia sahibi ve güvenilir bir ekip (belki mevcut partilerden biri) öne çıkabilir.
Zaten bir cephe kurma yoluna da gidilse, bu cephenin politik hatta anlaşmış sıkı bir öncü çekirdeği olmalıdır. Önderliğinde herkesin başka bir yöne çektiği, sivil toplum kuruluşu benzeri cephelerin artık bir işlevi kalmamıştır. Öncü değil tepkici olan, olayların peşinden koşturan, hesap-kitabın yapılmadığı ve meydan takıntılı bir eylem tarzı da Suruç ve Ankara patlamalarından sonra ömrünü tüketmiştir.
7) Bu öncü, devrimci bir Türkiye stratejisine sahip olmalıdır. Kürt ulusalcılarının, liberallerin ve sosyal-demokratların böyle bir strateji geliştirme (dolayısıyla öncülük) potansiyellerinin bulunmadığı (Türk ulusalcılarının ise karşı safa geçtiği) belli oldu. Geriye sosyalistler kalıyor. 12 Eylülde gösterilemeyen basiret, bunca deneyimden sonra artık bugün geç kalmadan gösterilebilmeli.
Görebildiğim kalın hatlar bunlar. Umarım yanılıyorumdur.