Fatih’te dört kardeş…

Ender Helvacıoğlu

Yaşını başını almış, gençlik dalgalanmalarını aşmış dört kardeş, bilinçli olarak aldıkları anlaşılan bir kararla intihar ediyorlar.

İntiharların çoğunun aslında derin toplumsal nedenleri vardır ama ilk bakışta psikiyatrik bir vakaymış gibi görülürler. Fakat bu olayda böyle bir durum da yok. Dört kardeşin dördü de aynı anda “delirmiş” olamaz. Demek ki oturmuşlar düşünmüşler, artık bu toplumda yaşayamayacaklarına dair ortak bir karar almışlar ve uygulamışlar.

Bu tür intiharlar son derece sert protesto eylemleridir.

Olayı duyar duymaz aklıma, 1982 yılında Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceleri protesto etmek için aynı anda kendini yakan dört PKK militanı geldi (bu olaydan birkaç ay önce kendini yakan Mazlum Doğan da eklenirse beş oluyor). Bu eylemin nasıl bir süreci tetiklediğini bugün herkes biliyor. “Tetikleme” derken, var olan derin bir çelişkinin volkan patlaması gibi gündeme girişini kastediyorum. Eğer böyle bir çelişki olmasaydı, münferit bir olay olarak kalırdı ve bir şeyi tetikleyemezdi.

Fatih’teki dört kardeşin intiharı benzer bir süreci tetikler mi? Hem evet hem hayır.

Hayır, çünkü örgütlü bir politik yapının eylemi değil.

Evet, hem de on kere evet; çünkü örgütlü bir politik yapının eylemi değil!

Akıl oyunu oynamıyorum, demek istediğim şu: Çok daha derin bir toplumsal çelişkiden kaynaklanan, kapsam alanı çok daha geniş ve çok daha yıkıcı olabilecek bir sürecin örgütsüz bir biçimde ortayı çıkışıdır Fatih’teki dört kardeşin intiharı...

Örgütsüz bir biçimde ortaya çıkmaktadır, dolayısıyla münferit bir olaymış gibi gözükmektedir ama -bu kimseyi rahatlatmasın- son derece derin bir çelişkinin dışavurumudur. Örgütsüz olması yıkıcılık potansiyelini daha da artırmaktadır aslında...

***

Türkiye’nin başında kurucu ve yapıcı hiçbir niteliği kalmamış (böyle bir derdi de kalmamış) yıkıcı bir iktidar var. Kendi dar çıkarları uğruna Türkiye’yi her alanda tahrip ediyor ve kendisiyle birlikte çöküşe sürüklüyor. Toplum bu uru söküp atamadı. Atamadıkça yıkıcılık daha da artıyor ve çöküş daha da derinleşiyor.

Bunlar iktidarlarını sürdürmek için her türlü yalanı söylüyor, her türlü kışkırtmayı/kumpası yapıyor ve her türlü talanı göz göre göre uyguluyorlar. Halkı resmen iliklerine kadar soyuyorlar. Ülkenin bütün zenginliklerini resmen satıyorlar.

Bunlar iktidarlarını sürdürmek için dört yıl önce kısmi bir iç savaş çıkardılar.

Bunlar iktidarlarını sürdürmek için ülkeyi bir dış savaşın bataklığına soktular.

Daha da önemlisi, ciddi bir kitleyi, alın teri dökerek ve topluma bir değer katarak yaşamak yerine kendilerine muhtaç olarak yaşayan bir güruha dönüştürdüler. Yalakalık ve yandaşlık yaparak, biraz ağır kaçacak ama “köpekleşerek” hayatını devam ettiren bir kitle yarattılar. 21. yüzyılın “ümmeti” ancak böyle bir şey olabilirdi zaten. Bu, şimdiye kadar görülmemiş çapta bir “insan kirliliği” olgusudur.

Bütün bu uygulamalara karşı muazzam bir toplumsal tepki biriktiğini görelim. Bu tepki örgütlü bir biçimde gelirse ne âlâ… Ama örgütsüz bir biçimde gelirse (ki şu andaki durum bu) yıkıcılığın dozu ve kapsamı hayal ufkumuzu aşabilir.

İşte Fatih’teki dört kardeşin toplu intiharı böyle bir toplumsal sürecin sert bir biçimde uç verişidir. Ve o dört kardeşle aynı durumda olan, aynı tepkileri paylaşan milyonlar var bugün Türkiye’de. Tespitim bu; belki de yanılıyorumdur.

***

Konuyla ilgisiz gibi görünebilir ama bence yukarıda anlattıklarıma eklemlenebilecek bir noktayı daha vurgulayalım: Olası İstanbul depremi. Şöyle söyleyelim de daha iyi anlaşılsın: 20 milyonluk bir kent intihar ediyor! Bütün uzmanlar, İstanbul ve çevresini etkileyecek yıkıcı bir depremin eşiğinde bulunduğumuzu ve bu güçlü olasılığa karşı tamamen savunmasız olduğumuzu söylüyorlar, uyarılarını yapıyorlar. Lütfen Bilim ve Gelecek dergisinin Kasım sayısında yer alan deprem dosyasını okuyun ve durumun vahametini kavrayın.

Açık söyleyelim: M=7.5 şiddetindeki (ciddi bir olasılıktır) bir İstanbul depremi, Türkiye’nin bütün çelişkilerinin ani bir biçimde ve tüm çıplaklığıyla ortaya çıkışı, kısacası sistemin çöküşü anlamına gelir. Bu da yazıda belirttiğimiz toplumsal çelişkilerin doğa kaynaklı ek bir tetikleyicisi demektir.

***

Bu yazıda felaket tellallığı yaptığımız söylenebilir. Hiç de değil… Sadece bir fotoğraf çekmeye çalıştık. Durum budur demek istedik. Ülkenin geleceğinde iddia sahibi olmak isteyen politik odaklar, bu çelişkileri dikkate alan ve onların niteliklerine uygun tarzları içeren bir strateji belirlemek zorundalar. Yoksa stratejilerinin altüst olmasına bir intihar veya 45 saniyelik bir sarsıntı yetecektir.

Fatih intiharlarına ve İstanbul depremine hazırlıklı olan bir odak gelecekte iktidar olacaktır. Veya şöyle söyleyelim: Geleceğin iktidarını Fatih intiharları ve İstanbul depremi yaratacaktır.

Bu çağda, böyle bir ülkede başka türlü iktidar olunmuyor.