Sömürgecilik döneminden kalma arkaik bir anti-emperyalizm anlayışı var. Sanılıyor ki emperyalizm sadece ordularıyla gelir, işgal eder, valisini atayıp ülkeyi yönetir. 20 yüzyıl başlarında dahi aşılmış bir emperyalizm kavrayışıdır bu. O dönemde dahi Lenin, emperyalizmi tekelci kapitalizmle, sermaye ihracıyla, dünya çapında oluşmuş emperyalist zincirle vb. açıklamış, sömürgecilik dönemi kapitalizminden farkını ortaya koymuştu.
Günümüzde ise artık sermaye vatansızdır, küreselleşmiştir, ışık hızıyla dünyayı dolaşmaktadır. Örneğin Silikon Vadisi devlerini “ABD’li” diye nitelemek ne kadar gerçekçidir? Merkezlerini dahi, işlerine gelirse, İrlanda’ya, Singapur’a, Şanghay’a veya Konya Ovası’na taşıyabilirler ve aynı işi yapmaya devam edebilirler.
Eskiden “ulusal sermaye” denilen ülke kökenli sermaye grupları da ya küresel sermayenin bir parçası olmuşlardır ya da iflas edip yok olmuşlardır. Dolayısıyla “yabancı sermaye - ulusal sermaye” ayrımı da neredeyse kalmamıştır. ABD’de de, Çin’de de, Rusya’da da, Türkiye’de de… Bu konuda fazla teori yapmaya gerek yok. İngiliz futbol ligi Premier Lig’in takımlarının sahiplerine bakmak bile durumu anlamak için yeterli.
Kısacası artık dünya çapında iş yapan küresel sermaye gruplarıyla karşı karşıyayız. Başta büyük emperyalist devletler olmak üzere devletler de çeşitli küresel sermaye gruplarının etkin oldukları, etkin olmak için çatıştıkları mekanizmalara dönüşme sürecindeler. Büyük devletler, temsil ettikleri küresel sermaye grupları gibi satrancı dünya çapında oynuyorlar. Zayıf ve köksüz devletler şimdiden birer acenteye dönüşmüş durumdalar.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu orta büyüklükteki devletler ise küresel çatışmaların yarattığı boşluklardan faydalanmaya çalışarak, kâh oraya kâh buraya meylederek görünüşte de olsa varlıklarını korumaya çalışıyorlar; ama giderek içleri boşalıyor ve altlarındaki ulusal zemin kayıyor.
Aslında sermaye kadar olmasa da, emek de ister istemez bir küreselleşme süreci içinde. Elbette bu, ırkçılığın, ilkel milliyetçiliğin, göçmen sorunlarının yaşandığı son derece çatışmalı ve iç-çatışmalı bir süreç.
Dünyadaki tablo kabaca böyle.
Günümüzde dünyanın egemenlerine karşı, halkların ve emekçilerin direnişinden başka anti-emperyalist bir hareket kalmadı. Bu gerçek görülemezse anti-emperyalizm sözde kalır, devletçilikten öteye geçemez ve daha kötüsü devletçilik kanalıyla emperyalizmin (küresel sermayenin) yandaşlığına düşülür. Tıpkı kimilerinin, anti emperyalizm adına, tam da günümüz anti-emperyalizminin tipik bir örneği olan Kaz Dağları’ndaki halk direnişine karşı olumsuz yaklaşımları gibi.