Bu iktidar, iktidarını korumak adına, ülkeyi bir batağa soktu. Bu yolda hızla ilerliyor ve debelendikçe hem kendisini ve kendisiyle birlikte ülkeyi de dibe çekiyor.
Bu iktidar bir vatan savaşı vermiyor, kimse kendini kandırmasın. Tam tersine vatanı, acilen kurutulması gereken bir bataklığa dönüştürüyor.
Bu iktidar, iktidarını korumak adına, FETÖye yol verdi ve devletin tüm kurumlarını ABDnin bu beşinci kol örgütlenmesine teslim etti.
Bu iktidar, iktidarını korumak adına, Kürt sorununa Türkiye-içi bir çözüm bulma çabasının önünü tıkadı. Kürt illerindeki bir iç savaş göze alınarak sorunun Türkiyeden sökülüp atıldığı sanıldı ama, büyük kentlerimizde patlayan bombalar, Türkiye diye bir derdi kalmayan ve tamamen ABD güdümüne giren PKKnın sınır ötesinden yolladığı savaş uçaklarıdır.
Bu iktidar, iktidarını korumak adına, önce siyaseten sonra da direkt silahlı kuvvetleriyle Irak-Suriyedeki savaşa müdahil oldu. Komşuyu yakan iç savaşı Amerikan taşeronu olarak bizzat örgütledi. Daha sonra ÖSO denilen cihatçılarla Suriyeye müdahale etti. Ülkeyi cihatçıların cephe gerisi haline getirme politikası Suriyede baltayı taşa vurunca, cephe gerisi cepheye dönüşmeye başladı.
Halep savaşı ister istemez Türkiyeye taşınmaktadır ve bu şimdiye kadarkileri çocuk oyuncağı kılacak çapta büyük bir tehlikedir. Suriye rejimi kendi Halepini kurtarırken, bu iktidarın politikaları sonucunda Türkiye Halepleşmektedir.
Hüsnü Mahallinin gözaltına alınması, Alevilere yönelik sözlü saldırılar ve cihatçıların İstanbul sokaklarındaki Halep eylemleri, çok tehlikeli bir sürecin ilk kıvılcımları. Eğer bu süreç devam ederse, patlayan bombalar solda sıfır kalır. Türkiye kendini, sadece Kürt illeriyle sınırlı kalmayan, tüm ülkeyi kapsayan bir iç savaşın içinde bulabilir.
Bu iktidar, iktidarını korumak adına, başkanlık adı altında bir dikta rejimini Türkiyeye dayatıyor. Bu açık bir iç savaş ilanıdır. Belki Meclisten geçer, belki halk oylamasından da geçer, ama Türkiyeden geçemez. Başkanlık dayatmasının Sevr dayatmasından bir farkı yoktur ve önünde sonunda aynı tepkiyi alacaktır.
Sonuç olarak, bu iktidar, iktidarını korumak adına, Türkiyeyi adım adım bir savaş alanı (cephe) haline getiriyor ve tehlike, sadece barış çağrıları ve terör lanetlemeleriyle engellenemeyecek bir noktaya doğru ilerliyor.
Kısacası AKP-Erdoğan iktidarı Türkiyenin zayıflığıdır, yumuşak karnıdır.
Nesnel işlevi açısından değerlendirildiğinde bu iktidar IŞİDe benzemektedir; Türkiyenin IŞİDidir. Bunu sadece ideolojik benzerlik anlamında söylemiyorum. Nasıl ki Ortadoğuda çıkarı bulunan bütün emperyalist güçler, hatta bölge devletleri IŞİDi bahane ederek Irak ve Suriyeye müdahale ediyorsa, IŞİD artık nasıl bir bahaneye dönüşmüşse, Türkiyede de AKP-Erdoğan iktidarı aynı güçlerin müdahale bahanesidir. Türkiyenin yumuşak karnı derken kastettiğim bu.
***
Bu kadar suçu işleyip ülkeyi uçurumun kıyısına getiren AKP-Erdoğan iktidarı, bugün yangından kurtuluşun önderliğine soyunuyor. Milli seferberlik ilan ediyor. Erdoğan başkan ve başkomutan olacak, milleti birleştirecek ve ülkeyi kurtaracakmış…
Erdoğanın belalısı değiliz. Geçmişte kalmış bir kan davasını da gütmüyoruz. Günümüze bakıyor ve şunları saptıyoruz:
- Erdoğan iktidarı, Türkiye toplumunu diklemesine bölen Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Şeriatçı-laik çelişkilerini kışkırtan, derinleştiren politikalar izliyor. Toplumu ve milleti birleştirmiyor, daha da bölüyor.
- Suriye ve Irakta ÖSO ve El-Nusra gibi şeriatçı-cihatçı güçlerle ortak hareket ediyor, ülkelerini savunan Suriye ve Irak yönetimlerine düşmanlığı körüklüyor.
- Başkanlık adı altında gerici bir dikta rejimini ülkeye dayatıyor. Milli seferberlikin başkanlık seferberliği olduğunu görmemek için ya çok saf ya da bilinçli yandaş olmak gerek. Zaten iktidar yetkilileri seferberliğin anahtarının başkanlık olduğunu söylemeye başladılar bile.
Bütün bunlar, AKP-Erdoğan iktidarının 15 yıllık suçlarına -ittifakları değişmiş de olsa- daha da tehlikeli bir biçimde devam ettiğini gösteriyor.
Kaldı ki, Erdoğan iktidarının işlediği suçlar zaman aşımına uğramadı. Tam tersine bu suçların faturaları yeni yeni ülkenin önüne geliyor. Türkiye, iktidarının marifetiyle işlediği suçların bedelini ödeme dönemine asıl şimdi giriyor. İster istemez ödeyeceğiz. Suçlara yeni suçlar katarak ve faturayı kabartarak mı, yoksa suçlulardan hesap sorup zararı mümkün olduğunca azaltarak mı? Mesele bu.
Bu iktidar devam ettikçe, ödemek bir yana, bedelin daha da artması tehlikesi ile karşı karşıyadır Türkiye toplumu.
Bazıları, hem Erdoğanın milli seferberliğinin en ön safında olduğunu ilan ediyor, hem de AKPden başkanlık sevdasından vazgeçmesini rica ediyorlar. Çok kısa bir zamanda görülecektir ki, bu iki politika birlikte sürdürülemez. Ya başkanlığa da ikna olup ihanet belgesinin altını imzalayacaklar, ya da AKP ve Erdoğandan desteklerini çekecekler. Göreceğiz…
Türkiyenin ihtiyaçları ile Erdoğanın ihtiyaçları karşı karşıyadır bugün ve konu başkanlık meselesinde düğümlenmiştir.
Ya bu iktidardan acilen kurtulacaktır Türkiye, ya da yukarıda sözünü ettiğimiz tüm tehlikeleri tek tek yaşayarak ve çok büyük bedeller ödeyerek kurtulacaktır.
***
Doğrudur, bir seferberlik gerek. Bir halk seferberliği. Kritik konu başkanlık dayatmasının önlenmesi. Sürecin bugün düğümlendiği nokta burası. Bu noktada esaslı bir mücadele verilecek.
Belki bir başka yazının konusu ama değinmeden geçmeyelim. Halk seferberliğinin de bir yumuşak karnı var: HDP ve liberaller. AKPyle dans edenler ile PKK ve FETÖyle dans edenler geri çekilecekler, halk saflarında gözükmeyecekler. Halk seferberliği bunlarla sınırlarını net bir biçimde çizecek; öne çıkmalarına izin vermeyecek. Yoksa başarı şansı sıfırdır ve bu noktada titremenin AKPye omuz vermekten başka bir anlamı yoktur.
Haydi hayırlısı…