Onu biz delirtmiştik, biliyorum…
Süleyman fakülteden arkadaşımdı. Benim gibi 1977 girişliydi. İTÜde 77 girişliler uzun süren boykot yüzünden bir yıl kaybetmiş, öğrenime 78lilerle birlikte başlamışlardı. Süleyman her gün okula gelir, boykotun sürdüğünü görünce üzüntüyle geri dönerdi.
Hoş, 78-80 arasında da boykotlar yüzünden doğru dürüst bir öğrenim olmamıştı. Haftada en az bir gün boykot olurdu. Biz de biraz abartmıştık doğrusu. Stalinin ölüm yıldönümü, boykot; Maonun doğum yıldönümü, boykot; Küba devriminin başlangıç günü, boykot; Vietnam zaferinin kazanıldığı gün, boykot…
1980 başlarında fark ettik ki, bizim boykot yapacağımız günler zaten okul bomboş. Öğrenciler çevredeki kahvelerde, çay bahçelerinde, okey oynuyor, briç oynuyor. Kimse okula gelmiyor, dolayısıyla boykotun da bir anlamı kalmıyordu.
Sıradan öğrenciler (örgütlü olmayanlara böyle derdik), boykot enflasyonunu protesto etmenin dahiyane bir yolunu bulmuşlardı: Boykotu boykot ediyorlardı!
Bu eylemleri o kadar etkili olmuştu ki, bir gün önceden duyurular yapmak zorunda kalıyorduk, okula gelin, valla boykot yapmayacağız diye. Gelsinler de, en azından amfide konuşma yaparız günün anlam ve önemine dair diye düşünüyorduk. Ama, tınmıyorlardı!
Peki, boykot yapacağımızı nereden biliyorlar, diye merak etmiştik. Araştırınca öğrendik ki, bizim Süleyman olası boykot günlerinin çetelesini tutmuş, bir gün önceden öğrencileri uyarıyor: Yarın şu olayın yıldönümü, kesin boykot var, boşuna okula gelmeyin!
Sinirlenmiştik ama Süleymanı da tanıyorduk. Yoksul bir ailenin çocuğuydu; en kısa sürede mühendis olup kendisini türlü zorluklarla okutan ailesine yardım etmekti amacı.
***
Bir gün devrimciler olarak kantinde otururken 3-5 tane sıradan yanımıza geldi.
- Abi, yarın boykot var değil mi?
- Yok kardeşim, boykot moykot…
- Abi, yarın boykot yapalım, nolur…
- Kardeşim, niye durup dururken boykot yapalım?
- Abi, yarın Leblebicinin (İTÜ Elektronikin efsane hocalarından Duran Leblebici) sınavı var, çalışamadık.
- Arkadaşım, sizin için boykot mu uyduracağız?
- Abi, bulursunuz bir şey. Che Kongoya gitmiştir, Rosa bir şey yapmıştır, Nazım içeri alınmıştır, vardır mutlaka bir şey…
- Gidin, Allah belanızı versin!
Ertesi gün yine kantinde oturuyoruz, bizimkilerden biri koşarak geldi:
- Arkadaşlar, Elektronik boykota çıktı!
- Niye yahu, ne olmuş?
- Zimbabwede bağımsızlık ilan edilmiş, biz atlamışız.
- Kim yapmış boykotu, Zimbabweliler mi!?
- Valla bilmiyorum abi, biri konuşma yapmış, amfi boşalıyormuş.
O günden sonra Leblebici korkusuyla boykot koyan bu sıradanlar Zimbabweliler grubu diye anılmaya başlandı. Giderek epey havaları da olmuştu. Liderlerini tahmin edebilirsiniz: Süleyman!
***
12 Eylül oldu, herkes bir yerlere dağıldı. Yıllar geçti, şirin bir Anadolu köyüne düşmüştü yolum. 5-6 gün sakin bir tatil yapayım, biraz kafa dinleyeyim diye düşünmüştüm.
Köy meydanının karşısındaki kahvede oturup çayımı yudumlarken birden caminin hoparlöründen tanıdık bir şarkı çalmaya başladı. Beatlesın ünlü Helpi! Camiden Heeaalp diye çığırıyorlar. Beynimden vurulmuşa döndüm, gayrı ihtiyari yerimden fırlamışım.
Bir şey mi oldu dayı? diye sordu kahveci çırağı. Camiden Beatles çalıyor. Evet dayı, bugün 7 Temmuz. Eee? Bugün Ringonun doğum yıldönümü. Ne Ringosu? Ringo Starr be dayı, sen de amma cahilsin. Birazdan çocukların trampet yürüyüşü de var.
Bu ya bir şaka ya da bir rüya diye düşünürken kahveci yanıma geldi. Biz her yıl kutlarız Ringo abimizin doğumunu, muhtarın emri dedi.
Çok yorgundum. Kalacağım yer köyün birkaç kilometre dışında bir konaklama tesisiydi. Bugün dinleneyim, yarın anlarım neler döndüğünü diye düşündüm.
Ertesi gün öğleye doğru köye vardım. Kahve kapalıydı, her yer kapalıydı. Köy kahvesi kapalı olur mu hiç? Meydanda dolaşan çırağı gördüm. Ne oldu, niye kapalısınız yeğenim? Çırak, bugün yastayız dayı dedi.
Niye, kötü bir şey mi oldu? diye sordum. Bugün 8 Temmuz dayı, Kim İl-Sungun ölüm yıldönümü. Meydanın sol tarafındaki ilkokulda göndere bir Kuzey Kore bayrağı çekilmiş ve yarıya indirilmişti.
Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Düşünsenize, Tokatın bir köyünde Kim İl-Sung anılıyor. Bu muhtarı nerede bulurum? diye sordum çırağa. Göremezsin, çok meşgul dedi. Sen de ziyaret için öyle yoğun bir haftayı seçtin ki...
Niye, daha ne var ki? diye soracak oldum. Çırak saymaya başladı: Yarın tango festivali var; 9 Temmuz Arjantinin bağımsızlık günü niyetine. Öbür gün 10 Temmuz, sabah Elektrik Şenlikleri var, Teslanın doğum günü şerefine, muhtar bizzat yönetecek. Ama akşam da anma toplantısı var. Sen bilmezsin, Aybar diye biri var, onun ölüm yıldönümü, muhtar severmiş. Sonraki gün, 11 Temmuz, yine yas var, Bedreddin Cömert öldürülmüş…
12 Temmuz çok gerilimli bir gün dayı dedi çırak. Artık şaşıramıyordum bile, niye? diye sordum. Yaşlılar Jül Sezarı anacaklar, gençler ise Nerudayı; ikisinin de doğum yıldönümü. Ama muhtar ikisine de katılır, gerilimi önler.
13 Temmuzda köyün kadınları meydanda toplu halde resim yapacaklar, sonra da yürüyüş diye devam etti. O niye? diye sordum. Fridanın ölüm yıldönümü dayı. Erkekler pek ortalıkta gözükmez o gün.
14 Temmuzda ise… diye devam edecek oldu. Yeter dedim, o günü biliyorum, Bastili basacaksınız! Ama o günü görmen gerek dayı dedi çırak, müthiş eğlenceli olur, bir kadın pasta yapar, meydanda giyotin kurulur…
O kadar kalamam dedim; ama bu muhtarı merak ettim doğrusu. Delidir o dedi çırak, Ama buranın çocuğuymuş, okumuş adammış, çok hizmeti geçmiş, herkes sever onu.
Deli Süleyman derler ona diye ekledi; İhtilalde içeri almışlar, okulunun lideriymiş, çok eziyet etmişler, orada kafayı bozmuş bizim muhtar be dayı.
Donakaldım. Ben gidiyorum yeğenim dedim, muhtara selamımı söyleyin.
Kimin selamını dayı?
Zimbabwelilerin… Şaşkın şaşkın bakma sırası çırağa gelmişti.
Her günü dolu dolu ve deli deli yaşayın, değerli okurlar. İyi bayramlar…