İbn Haldunu nasıl bilirdiniz?

Ender Helvacıoğlu

Tarihin birçok şeyi olduğu gibi bir de müzesi vardır. Ununu eleyip eleğini asmış tarihsel kişilikler/akımlar/hareketler o müzede yerlerini alırlar. Yani artık müzelik olurlar.

Burada iki nokta önemli: 1) Müzelik olup olmadığı, 2) Müzelik olduysa müzenin hangi bölümüne konulduğu.

Bir tarihsel kişiliğin ve temsil ettiği fikir akımının veya siyasal hareketin müzelik olup olmadığı, toplumsal koşullarla, daha doğrusu sınıflar mücadelesiyle ilişkili bir konudur.

Şöyle anlatmaya çalışalım: O kişi/akım/hareket, güncel toplumsal olaylarda hâlâ -şu veya bu şekilde- kendine yer buluyorsa, rol alıyorsa henüz müzelik olmadı demektir.

Örneğin Hz. Muhammed henüz müzelik değildir. Nasıl olsun; dünyanın bir yanında karikatürünü yapmaya kalksan diğer yanı sokaklara dökülüveriyor. Demek ki Hz. Muhammedin başlattığı hareketin -tarihsel anlamda- yaşamı henüz son bulmamıştır. 

Örneğin Kristof Kolombun müzeye kaldırıldığını sanıyordum ama öyle değilmiş. Ölümünün 500. yıldönümünde, kâşifimiz Atlantikin bir yakasında uygarlık kahramanı ve öncüsü olarak anılırken, diğer yakada milyonlar meydanlarda Kahrolsun Kolomb diye bağırıyordu. Müzeye girmiş adam için kahrolsun diye bağırılır mı? Demek ki, insanlık henüz Kolomb hakkındaki sonul kararı verememiş, onu müzeye kaldıramamış. Tartışma sürüyor…

Örneğin Atatürkü müzeye kaldırmak (parantezi kapamak) isteyenler ne kadar yanıldıklarını, sokaklarda, meydanlarda, balkonlarda, tribünlerde gördükleri manzaradan anlamışlardır. Milyonların Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa diye bağırdığı bir tarihsel kişilik, bırakın müzelik olmayı, hâlâ Samsun yolunda demektir.

Kısacası müzelik olmak ve müzelik yapmak o kadar kolay bir şey değil. Buna insanlar değil tarih karar veriyor. Karar verirken de ölçütü, söz konusu kişi/akım/hareketin güncel toplumsal mücadelelerde bir rolünün kalıp kalmadığı. 

Sadece tarihin ve tarihçinin konusu ise artık müzede demektir. Ama kitlelerin de konusuysa daha müzeye konmasına çok vardır.

İkinci mesele müzelik olanın müzenin hangi bölümüne kaldırıldığı. Tarihin müzesinin nadide köşeleri, locaları olduğu gibi, ibretlik teşhir odaları, karanlık dehlizleri, mahzenleri, hatta çöplüğü (tarihin çöplüğü dediğimiz yer) de var. Nereye yerleşeceğinin kararını da tarih veriyor. Asıl cennet-cehennem budur.

Tarihin müzesi konusunun daha pek çok ayrıntısı var. Rahat bir zamanda geniş olarak ele alırız.

***

Bu kadar lafı niye ettik? Esin kaynağımız AKP Genel Başkanı. Hani, bir üniversitenin açılışında İbn Haldun ve Auguste Comte hakkında bazı değerlendirmelerde bulunmuş ya… Bu değerlendirmelerin değerlendirilmesine gerek yok. Sadece Siyasal İslamcıların entelektüel düzeyini göstermesi bakımından anlamlı. Ama bu lafların sonrasında, özellikle İbn Haldun hakkında yapılan bazı tartışmalara değinme gereği duyduk.

İbn Haldunu nasıl bilirdiniz?

Tarih bu soruya iyi bilirdik diye yanıt vermiş ve İbn Haldunu müzesinin en nadide köşelerinden birine yerleştirmiştir.

Evet, İbn Haldun ve fikriyatı artık müzeliktir.

Bunun birinci nedeni, tıpkı Doğu ortaçağının diğer bazı büyük düşünürleri İbn Rüşd, Farabi, İbn Sina, İbn Tufeyl gibi İbn Haldunun da, düşüncelerini ortaya attığı zaman ve mekânda bu düşünceleri bayrak edinebilecek bir toplumsal maddi güçten yoksun oluşudur. Onlar sözlerini söylemişler ama bu sözler bir toplumsal harekete dönüşememiştir. Bu nedenle bugün biz, meydanlarda, sokaklarda, kitlelerin içinde değil, sadece müzeyi gezerken rastlayabiliyoruz onlara.

Örneğin bu büyük İslam düşünürlerinin karşı safında yer alan diğer bir İslam düşünürü Gazali, henüz müzelik olmamıştır. Çünkü Gazali iktidardı; bir toplumsal maddi gücü temsil ediyordu, İslam aristokrasisinin ideologuydu. Yakındır ama henüz müzeye konamadı. Müzenin hangi köşesine yerleşeceğini çok merak ediyorum doğrusu…

İbn Haldunun müzelik oluşunun ikinci nedeni, 15.-16. yüzyıllardan itibaren Avrupada yeşermiş ve insanlığın düşünsel serüveninde büyük bir atılım anlamına gelen Modernitenin, Bilimsel Devrimin ve Aydınlanmanın ortaya çıkışıdır. Fikir olarak ortaya çıkmakla kalmayıp, bu fikirleri bayrak edinebilecek ve kitlelere mal edebilecek bir devrimci sınıfla da buluşabilmesidir. Yani insanlık bir bütün olarak ortaçağ İslam düşünürlerini -başka bir mekânda başka bir yoldan- aşmıştır.

Artık Haldunculuk, Rüşdcülük güncel bir esin kaynağı değil. Toplumsal analizler yapılırken ve bu analizlerden politikalar üretilirken, -döneminde çok değerli olsalar da- İbn Haldunun ortaya attığı kavramlar ve yöntemler kullanılmıyor artık. Çünkü daha gelişmişleri üretildi.

Fakat bu olgu, İbn Haldunun değerinden hiçbir şey kaybettirmez, hatta değerine değer katar. Çünkü İbn Haldunun fikriyatı, kendi zamanında ve mekânında değil ama, sonraki bir zamanda ve farklı bir mekânda, başka bir biçimde vücut bulabilmiştir. Buna da tarihin cilvesi diyelim (tarihin daha neler neleri var).

İbn Haldun böylece, tarihin müzesine, kenarlarda kalmış ve unutulmuş bir düşünür olarak değil, büyük bir öncü olarak girmiştir. Tarihin ve sosyolojinin birer bilim dalı olabilmesinin öncülerinden biri olarak… Bu nedenle müzenin dehlizlerinde değil, en aydınlık köşelerinden birinde yer bulabilmiştir.

Kısacası, eğer Moderniteyi, Bilimsel Devrimi ve Aydınlanmayı reddederseniz, İbn Haldunlara da gerçek değerini veremezsiniz.

Machiavellii, Vicoyu, Descartesı, Montesquieuyü, Voltairei, Rousseauyu, Comteu, Adam Smithi, hele hele Marxı özümsemeyen, İbn Haldunların, İbn Rüşdlerin yanına bile yaklaşamaz.

İbn Haldun, Marxın müzeye kaldırılmış dostudur.

İşte bu yüzden iyi biliriz biz İbn Haldunu; Comte sayesinde, Marx sayesinde… Daha doğrusu, Aydınlanmanın ve sosyalizmin itici gücü olan emekçi halk kitleleri ve proletarya sayesinde…

***

İbn Haldunun değerini anlamak, İyonyalı ilk materyalistlerin değerini anlamaya benzer. Bugün laboratuarda çalışan bir fizikçi veya kimyacı, Thalesin, Anaxogorasın, Herakleitosun, Democritosun, Epikürosun doğayı tarif edişlerine göre deney veya analiz yapmıyor. Onların değeri, günümüzden 2500 yıl önce, tanrılara ve kutsal metinlere değil, doğaya bakarak fikir geliştirmeyi akıl edişleridir. O nedenle bilimin ve felsefenin öncüsüdürler.

Bugün de hiçbir toplumbilimci İbn Haldunun kavramlarıyla analiz yapmıyor. İbn Haldunun değeri, varlığın doğasını dikkate almayı ve somut nedensel bağlar kurmayı, yani gerçekleri kutsal kitaplarda değil toplumsal pratikte aramayı akıl etmesinde ve bu yöntemi uygulamasındadır.

Bir nevi erken öten horozdur İbn Haldun. İslam dünyasını uyandıramamış ama sesi birkaç yüzyıl sonra Avrupada yankılanmış.

***

Son sözümüz Siyasal İslamcılara…

Vıcık vıcık bir popülizmi başarıyla uyguladıklarından kuşku yok, ama entelektüel düzey açısından Türkiye düşün dünyasının en geri kesimini Siyasal İslamcıların oluşturduğu rahatlıkla söylenebilir.

Yöntemsel açıdan 1500 sene öncesinin Arabistan çöllerine takılıp kalmışlardır. Dolayısıyla -bırakın Modernite sonrası katlanarak artan düşünsel birikimi- ortaçağ İslam uygarlığının gelişim dönemlerinde insanlık hazinesine yaptığı katkıları bile değerlendirmekten uzaktırlar.

Bu toplumun genç araştırmacıları, bilimcileri İbn Haldunun gerçek değerini kimden öğrendi? Sayayım: Hikmet Kıvılcımlıdan, Alaattin Bilgiden, Turan Dursundan, Ümit Hassandan, Mehmet Dağdan, Hasan Aydından… Sovyet toplumbilimcilerden, Batılı Marksist araştırmacılardan…

Yani Jakobenlerden, Aydınlanmacılardan, Marksistlerden…

Bırakın İbn Haldunu, İbn Rüşdü, baş tacı ettiğiniz Gazaliyi kimden öğrendiniz? Türkiyede Gazali konusunda en geniş ve ayrıntılı eseri kaleme almış kişi Hasan Aydındır (Bilim ve Gelecek Kitaplığı).

Gazaliyi de geçelim… Hz. Muhammedin ve önderlik ettiği hareketin tarihsel değerini ve önemini nereden öğrenebilirsiniz? Hemen aklıma gelen birkaç kaynak sıralayayım:

Fransız Marksist tarihçi ve sosyolog Maxime Rodinsonun Hazreti Muhammed adlı anıt eserinden, sosyalist bilim-düşün ve siyaset adamı Dr. Hikmet Kıvılcımlının Allah, Peygamber, Kitap adlı ilginç kitabından, aydınlanmacı ilahiyatçı ve felsefeci Hasan Aydının Felsefi Antropolojinin Işığında Hz. Muhammed ve Kuran adlı çalışmasından… Ve tabii bütün bir Turan Dursun külliyatından…

Neden bu isimlerden öğrenebilirsiniz? Çünkü ancak konusunu tarihselliği içinde inceleyebilecek bilimsel yöntemi kullananlar, onun tarihteki gerçek yerini ve önemini tespit edebilirler.


NOT: Bilim ve Gelecek dergisi yakında çıkacak Haziran sayısında Mehmet Dağ ve Hasan Aydının kaleminden İbn Haldun dosyası hazırlıyor.