CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi, Erdoğan-AKP-Bahçeli-MHP yönetiminin, düşen ivmelerini tekrardan yükseltmek ve iktidarlarını koruyabilmek için neleri göze alabileceklerini de gösterdi.
Olay planlı ve örgütlü bir provokasyondur veya kendiliğinden gelişen bir tepki patlamasıdır, bunu -teknik anlamda- net olarak bilemeyiz. Planlı ve örgütlü olduğunun işaretleri fazla. Fakat ne kadar planlı ve örgütlü, bu plan odağı nerelere kadar uzanıyor, mesele bu. Şimdilik bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Bulunmalıyız, çünkü iktidarın neleri göze aldığı da bu çıkarımlarla netleşecektir.
Birincisi olay çok daha ağır bir biçimde sonuçlanabilirdi. Onlarca saldırganın ortasında kalmış bir genel başkan, ara sokaklarda kovalanan CHP yöneticileri, yüzlerce kişi tarafından kuşatılmış bir evde 1,5 saat boyunca bekleyiş ve hiçbir ciddi önlem yok… Çok daha kötü bir tablonun ortaya çıkma ihtimalinin yüksek olduğu bütün görüntülerden anlaşılıyor. Kılıçdaroğlu ve yanındaki CHP’liler, deyim yerindeyse saldırıyı ucuz atlatmışlardır.
Olayın olası boyutlarını büyüten bir olgu daha var: Aynı anda İstanbul’da yüz binlerce insan (esas olarak CHP kitlesi) İmamoğlu’nun mitinginde bir araya gelmiş durumdaydı. Yukarıda sözünü ettiğimiz kötü olasılık gerçekleşseydi bu kitlenin nasıl bir tepki vereceği (ve başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin ne hale geleceği) tahmin edilebilir.
Bütün bunlar, sadece olay olup bittikten sonra değil, bizzat olay (linç girişimi) devam ederken tespit edilebilecek olasılıklardır. Buna rağmen, yaklaşık iki saat süren olay süresince hiçbir ciddi önlem (köye hemen emniyet güçlerinin yönlendirilmesi ve evi kuşatan saldırgan güruhun kararlılıkla dağıtılması gibi) alınmamıştır. Yani olay oluruna bırakılmış, göz yumulmuştur.
Sonrası ise daha vahim. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP Genel başkanı Bahçeli ve İçişleri Bakanı Soylu olmak üzere iktidar sözcüleri olayın vahametini göz ardı eden, hatta neredeyse (cenazeye gittikleri için) CHP’lileri suçlayan demeçler vermişlerdir. Dahası, linç girişiminde bulundukları açıkça belli olan saldırganların tamamı gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Yani olay göz önündedir, nelere yol açabileceği bellidir, arazideki failler ve azmettiriciler bilinmektedir, suç ayan beyan ortadır, ama hiçbir suçlu yoktur!
Bunun tek bir anlamı var: İktidar, gerilemesini durdurabilmek için, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonrakine benzer bir senaryoyu sahneye koymak istemektedir. Bu kez sahne tüm Türkiye ve sahneye çekilmek istenen de esas olarak CHP’dir. PKK ve HDP bahane edilerek CHP üzerine oynanmaktadır.
Saldırılar ve kışkırtmalar devam edebilir. İki hedefleri olduğu söylenebilir: 1) CHP’li kitleyi galeyana getirmek, haklı zeminden uzaklaştırmak. 2) Kitleleri korkutmak, susturmak ve iktidar partilerinden uzaklaşmış olan aradaki insanları tekrar kendilerine mecbur etmek.
Kısacası iktidarın -iktidarının devamını sağlayabilmek için- bu kez sadece ülkenin güneydoğusunu değil, tüm ülkeyi yakmayı bile göze alabileceği anlaşılıyor.
Şu mesaj veriliyor: Ya biat edeceksiniz (yani “Türkiye ittifakı”) ya da ülkeyi yakarak (halka direkt saldırarak) zorla biat ettiririm. Kırk katır mı kırk satır mı?
***
Bu, Türk devletinin neredeyse gelenekselleşmiş stratejisidir. 12 Eylül öncesinde “başarıyla” sahneye konmuştu. Ardı ardına gelen provokasyonlar, kışkırtmalar, suikastlar ve katliamlar sonucunda toplum faşist darbeye mecbur edilmişti. Bugün politik temalar farklıdır ama yöntem aynıdır.
Kanımca bu konuyu ve karşılık olarak neler yapılabileceğini önümüzdeki dönemde çok tartışacağız. Şimdilik en genel panzehri vurgulayalım: Geçmiş deneyimler, uzlaşarak, susarak ve boyun eğerek bu karanlık senaryoyla baş edilemeyeceğini gösteriyor; zaten istedikleri bu. İkinci önemli nokta, geniş kitleleri birleştirmeyi, haklı ve meşru zeminde kalmayı gözeten bir mücadele çizgisinin ısrarla hayata geçirilmesi.
Provokasyon odağını teşhir ederek, omuz omuza kitlesel bir tepki verilmeli ve mevziler kararlılıkla savunulmalı.