Bilim ve Gelecekin Ekim sayısı için savaş ve yönetim sanatında hile konulu bir dosya hazırladık. Bu işin (özellikle savaş sanatının ve savaş hilelerinin) üstatları eski Çinliler, biliyorsunuz.
Hıristiyan Batıdan ve İslamdan çok farklı yaklaşıyorlar hile kavramına. Herkes hile yapıyor ama, Çinliler buna açık yüreklilikle bilgelik derken, Batılılar şeytan işi diyerek lanetliyorlar ama yapmaya da devam ediyorlar. Yani Batılılar bu yaklaşımla iki kere hile yapıyorlar: Hem karşısındakilere, hem de yücelik atfettikleri fikir ve kurumlara (daha doğrusu kendi kendilerine).
Kısacası Çinlilere doğrudan hilebaz diyeceksek, Hıristiyan Batıya da ikiyüzlü dememiz gerekiyor. İşte Machiavelli bu ikiyüzlülüğü tek yüze indirmiş, bu nedenle ahlaklılar tarafından aforoz edilmiş yüzyıllardır.
Neyse, konu çok geniş ve ayrıntılı (ve alabildiğine sınıfsal), meraklısı dergide okur. İslamda hile konusunu ise hem fazla alengirli hem de bizi daha fazla ilgilendirdiği için ayrıca ele alacağız. Biraz söz edip erteledik. Ama bu köşede birkaç örneği aktarmak isterim ABC okurlarına.
***
İslam hukukçularına göre, hile ikiye ayrılıyor: Hîle-i şeriyye, İslam hukukunun hükümlerine uymakta bir engel ile karşılaşıldığında, ihtiyatlı davranmak için, yine hukukun gösterdiği başka bir yoldan gitmek anlamına geliyor. Bir de hîle-i bâtıla var: Hukuki hükümleri kurnazca kullanarak başkasının hakkını iptal etmek, geçersiz kılmak; öte yandan hukukun emrini yapmamak veya yasakladığını irtikab etmeye deniyor. (Ekrem Buğra Ekinci, AÜ Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, 2006, C. X, S. 1-2, s.3-16).
Birincisi caiz, ikincisi değil. Ama konu bu kadar basit değil. Hîle-i şeriyyenin kapsamı ve neyin şeriyye neyin bâtıla olduğuna ilişkin çok geniş bir tartışma külliyatı var. Ayrıca farklı mezhep ve tarikatların farklı yorum ve uygulamaları da. Bu nedenle örnekleri, İslamcıların üzerinde anlaştıkları, Kuran ayetleri ve peygamber hadislerinden köken alanlardan verelim.
***
Üç konuda yalan söylenmesine ruhsat verildiğine ilişkin bir hadis (Hz. Muhammedin sözü) şöyle: Yalan ancak üç yerde caizdir: Bunlar, kişinin karısının gönlünü almak için söylediği yalan, savaş esnasında söylenen yalan ve insanların aralarını düzeltmek için başvurulan yalandır.
Aslında bu hadis İslamda hîle-i şeriyyenin (harama düşmemek için kurtuluş çaresi bulmak) kapsamının ne kadar geniş ve sınırlarının ne kadar bulanık olduğunun bir kanıtı.
Hadi düşmana karşı hileyi anladık da, her türlü insan ilişkisinde arayı bulmak için ve hatta kocanın karısına -gönlünü almak için dahi olsa- yalan söylemesinin caiz olması sınırları iyice bulanıklaştırıyor. İlginç bir nokta da hadiste sadece kocanın karısına yalan söylemesinden söz edilmesi. Kadının kocasına -tabii ki yine gönlünü almak için- yalan söylemesi tartışma dışı. Kadının kocasına yalan söylemesi -pardon gönül alması- da yasak!
***
Hz. Muhammedin savaş hiledir deyişi biliniyor. Hendek Savaşı sırasında Beni Kureyza Yahudilerinin Ebû Süfyan safına geçtikleri Hz. Muhammede haber verildiğinde, Peygamberin Belki de biz onlara bunu emretmişizdir dediği, sonra Hz. Ömerin bunu sorması üzerine Savaş hiledir, ya Ömer diye yanıt verdiği ve hadisin bu konuşmadan kaynaklandığı söylenir. Bu hadis, tüm İslam hukukçularının üzerinde anlaştıklarına göre, İslam dinini yüceltecek, İslam düşmanlarının haksızlıklarına mani olacak hilelerin caiz olduğuna işaret ediyor; bu tür hileler dinen yasal ve savaşta hileye hiçbir sınır yok (Bu yorum İslam hukukçularına ait). Savaş kavramının ne kadar geniş olduğu, dolayısıyla savaş hilelerinin kapsamının nerelere kadar genişleyebileceği konusundaki yorumu okurların hayal gücüne bırakalım.
***
Kafirlerden gelebilecek zararı bertaraf etmek için onlara dostmuş gibi görünmeye izin verilmesi, bizzat Kuran kaynaklı bir hile ve şu ayete dayanıyor: Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Eğer kim böyle yaparsa, Allah katında onun hiçbir değeri yoktur. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız hali müstesnadır… (Al-i İmran, 28)
Bu da İslam hukukçularınca Herhangi bir kötülükten kurtulmak için kişinin inandığının aksini göstermesidir ki dış görünüşü itibariyle günah, isyan, maksadı ise Allaha itaattir. Buna iten sebep de canı veya malı korumaktır. diye olumlanmış. (Buhayrî, el-Hiyel, Kahire, 1974, s.318-320)
Görüldüğü gibi, bir kere İslamcılara göre kafir, zındık, düşman vb. diye nitelenirseniz, size karşı her türlü hile-hurda, ikiyüzlülük, çakallık, yılışıklık mubah.
***
İslamcıların yemin konusuna da ilginç bir yaklaşımları var. Yemin ederken sağ ayağı kaldırmaktan söz etmeyeceğim; o, işin ayağa düşmüş hali (gerçi o uygulama da Hz. Muhammede kadar gidiyor). Büyük üstatlardan biri şöyle bulmuş yolunu: Bir şeyi yapmayacağına yemin eden kişi, onun bir kısmını yaparsa yeminini bozmuş olmaz. Mesela, bir malı almayacağına yemin eden kişi, malın bir kısmını alıp bir kısmını bırakmasıyla yeminini bozmuş olmaz. Bu, yeminlerden kurtuluş için bir esastır. (İbn Kayyim, el-Cevziyye, III, 193)
Görüldüğü gibi İslamcı her konuda yemin edebilir; yeminin çok küçük bir kısmını tutması yeterlidir!
Ortaya 1000 TL koydunuz ve yemin ettirdiniz o parayı almayacağına dair. 999,9 TLsini götürebilir, yeminini de bozmuş olmaz. 10 kuruşla kalırsınız, Allaha bile havale edemezsiniz konuyu. Bu yeminin nicelleştirilmesi yöntemi (yemini ederken nitel, tutarken nicel!) eski Çinlilerin bile aklına gelmemiş, 36 strategem (savaş hilesi) içinde yok. Kurama ciddi bir katkı! İlginç olan İslam hukukçularının Müslümanı etmiş bulunduğu yeminden kurtarmaya kafayı takması ve bunu da açık açık söylemesi. Demek ki bir yolunun bulunmasına dair çok talep gelmiş.
***
Rüşvet konusuna da değinmeden geçmeyelim. İnsanların mal verilerek İslama çekilmesi, bizzat Hz. Muhammede atfedilerek caiz kılınmış.
Hadis şöyle: Bir kimse, Hz. Peygamberden iki dağın arasını dolduracak kadar çok koyun istemişti. Hz. Peygamber (sav), onun bu isteğini yerine getirdi. Bunun üzerine o şahıs kavminin yanına gidip: Ey kavmim! Müslüman olunuz! Allaha yemin ederim ki Muhammed hiç fakirlikten korkmayarak ihsanda bulunuyor demişti. (Müslim, Fezail, 58)
Bu hadis, Resulullah insanların İslama girebilmesi için böyle bir vasıtaya başvurmuştur diye yorumlanarak rüşvete izin çıkarılmış. Yorum bize ait değil, İslam düşünürleri yapmış. Mesele İslamın yararıysa, gerisi teferruat…
***
Hile ile ilgili İslamcı kitaplarda Hz. Muhammedin bazı beyaz yalanlarından da söz ediliyor (Beyaz yalan: kimseye bir zararı dokunmayan, kimi durumlarda yararlı bile olabilen, sevimli yalan). Örneğin, Peygamberin cennete yaşlılar giremez diye buyurduktan sonra yaşlı bir kadının Ben şimdi cennete giremeyecek miyim? diye ağladığı, bunu gören Hz. Muhammedin cennetliklerin cennete gençleşerek gireceklerini açıkladığı rivayet ediliyor.
Besbelli, Muhammed yaşlı teyzeyi giderayak üzmek istememiş.
Aktarılan başka bir örnek de, 100 değneklik bir suç işleyen (suçu: başkasının cariyesiyle işi pişirmek), ama çok çelimsiz ve hasta olan adam hakkında, arkadaşlarının 100 değnek vurulursa ölür diye aman dilemeleri üzerine, Hz. Muhammedin cezanın infazı için içinde yüz sap bulunan bir demeti bir defa dokundurun demesi. Belli ki Peygamber, şeriat hükmüne çalım atıp adamı affetmenin bir yolunu bulmuş, ama sonraları takipçiler arasında her bir sapın vücuda değmesinin şart olup olmadığı konusunda ihtilaf çıkmış!
Bu beyaz yalanlar hoş şeyler. Ama söyleyen peygamber ve her sözü tartışılmaz yasa hükmünde olunca, giderek tırtıklanıp genişletilen bir gediğe dönüşüyor. Kapının aralanmasını fırsat bilen İslamcı bu beyaz yalanları, önce grileştirip sonra karartıyor doğal olarak.
***
Konu geniş örnek çok; toparlayalım: İslam hukukuna göre hemen her alanda hileye başvurma yolu açıktır; sadece kitaba uydurmak gerekir! Toplumbilimsel anlamda hile, uygarlığın çocuğu. Yani sınıflılığın, devletliliğin, siyasetliliğin…
Ezen-ezilen, yöneten-yönetilen ve savaş varsa, hile de olacaktır. Savaş sanatında hile pek tartışma konusu değil, ne de olsa düşmana karşı… Ama yönetim sanatında hile için bazı ideolojik incelikler gerekiyor ki, bunun en kadim ve en başta gelen yöntemi: Din. Din gerekli yönetmek için, ama halkın da bu din hep size yontuyor dememesi gerek.
Dolayısıyla kitaba uydurmak diye bir sorun çıkıyor ortaya. Kitap da -tarihselliğin sonucu olarak- yazıldığı an eskimeye başladığı için, harıl harıl bir uydurma etkinliği (fıkıh, kelam, felsefe, ahlakbilimi vb) gerekiyor. Açı giderek genişledikçe, uydurma zorlaması da o kadar pespayeleşiyor. Ta ki bir Machiavelli çıkıp, gel bu iki işi birbirinden ayıralım hükümdarım (laikliğin kökeni) diyene kadar. İslamda da çıkmamış değil böyleleri, ama kelleleri gitmiş. Ve iş çığırından çıkmış. Kendisini -bırakın daha ilerisini- modern hukuka ve değerlerine karşı dahi bağlı hissetmeyenlerin, gücü ve iktidarı ele geçirdiklerinde neler yapabileceklerinin, nasıl bir toplum kurabileceklerinin ön örneklerini ise son yıllarda ülkemizde yaşıyoruz.