Kim iktidar olursa olsun, Türkiye iktidarının odak noktası batıdadır. İzmir kadar batının batısı demiyorum; ama en az Ankara kadar batıdadır. Kabaca odak noktayı İstanbul olarak belirleyelim. Elbette esas olarak coğrafyadan söz etmiyorum. Sosyo-ekonomik açıdan bakıldığında bu tespit çok daha geçerlidir.
Dolayısıyla bu odak noktada hakim olamayan bir siyasal güç Türkiye’de iktidar olamaz. En fazla Türkiye’yi bölebilir, ondan bir parça koparabilir.
Bu herkesin bildiği bir gerçektir ama ancak gerek şarttır. Türkiye’de iktidar olabilmek ve o iktidarı sürdürebilmek için batıya hakim olmak gerekir ama doğuyu da sağlama almak gerekir. Batıya hakim olmak gerek şartsa, doğuyu sağlama almak da yeter şarttır.
Kısacası iktidar için batı belirleyicidir ama o iktidar ancak batı-doğu ittifakı ile alınabilir ve korunabilir.
Yani Türkiye’de iktidar denklemlerinin başta geleni Türk+Kürt’tür. Bu denklemi sağlayamayan iktidar olamaz; olsa bile uzun süre koruyamaz. Kaldı ki, bu denklem 100 yıl önceye göre çok daha fazla geçerli, çünkü doğunun yarısı batıdadır artık.
Çok fazla düşünmüş ve araştırmış değilim ama sanırım bölgemizde böyle bir denklemin geçerli olduğu tek ülke Türkiye’dir. Örneğin İran’da iktidar olmanın Fars+Kürt diye bir vazgeçilmez denklemi olduğunu sanmıyorum. Irak ve Suriye için de Arap+Kürt denklemi ille gerekli midir, tartışılır. Ama Türkiye için bu denklem (Türk+Kürt) kesindir. Türkiye’nin bir özgüllüğüdür bu; büyük zorluklar yaratan ama doğru ele alınırsa büyük avantajlar yaratabilecek bir özgüllük…
“Ver kurtul” diyemezsiniz. Diyarbakır’ı verdiğinizde Ankara ve İstanbul’u da kaybedersiniz. “Ez kurtul” da olmuyor; ardımızda yüz yıllık bir deneyim var. Çünkü doğu ve Kürtler, ezilerek kurtulunabilecek çapı çoktan aşmış durumdalar. O halde tek çare kalıyor: Sev kurtul. İş emekçilere kalsa bu formülasyonu hayata geçirmek nispeten kolay olurdu. Ama emperyalistlerin cirit attığı, karşılıklı milliyetçilerin etkin olduğu ortamda bunu hayata geçirmek diğer formülasyonlar kadar zor. Gerçi ülkemizde ve bölgemizde hangi politik hedefe ulaşmak kolay ki?
***
Mustafa Kemal ve arkadaşları, son derece zor koşullarda, incelikli politikalarla bu denklemin gereklerini yerine getirerek iktidarı alabildiler ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular. O dönemde Türk+Kürt denklemi sağlanamasaydı Sevr’de dayatılan koşullar bile korunamayabilirdi. Türkiye Cumhuriyeti, Türk-Kürt ittifakının ürünüdür.
İstanbul ve İzmir’in işgal altında olmasının getirdiği, o güne özgü geçici bir strateji değildi bu. Bütün belgelerden anlaşılıyor ki, Atatürk bu denklemi, kurulacak vatanın harçlarından biri olarak tespit etmişti. Bunları çok yazdık; bilindiğini varsayıyoruz.
Daha yakın zamana gelelim. Erdoğan ve AKP tarafından temsil edilen Siyasal İslamcı hareket de iktidarı bu denklemi -kendi meşrebince- sağlayarak alabildi ve klasik cumhuriyet rejimini yıkabildi. Cumhuriyeti yıkan güç, ABD yönlendirmesiyle oluşturulan AKP+PKK ittifakıdır (bu da bir tür Türk+Kürt ittifakı). Öte yandan Kürt siyasal hareketinin desteği olmasaydı AKP iktidarının sürdürülebilirliği de yoktu. En taze örnek, Haziran Direnişi sırasında yıkılmanın eşiğine gelen AKP’nin kimlerin geri çekilmesiyle iktidarını koruyabildiğidir.
Kısacası, devrimciler de, karşı-devrimciler de, emperyalistler de Türkiye’de iktidar olacaklarsa bunun vazgeçilmez koşullarından birinin Türk+Kürt olduğunu biliyorlar. Bu denklem günümüzde Irak ve Suriye’deki gelişmeler yüzünden çok daha fazla geçerlidir. Türk devleti de bu olguyu herkesten daha iyi biliyor
***
Bu konuyla ilgili ikinci bir toplumsal gerçek, ülkemizde Türk+Kürt denkleminin (yani iktidar formülünün), doğunun batıyla değil, batının doğuyla ittifakıyla çözülebileceğidir. Yani asli ve öncü unsur batıdır, Türk’tür. Yukarıda verdiğimiz iki örnekte de (Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve AKP’nin iktidarı alışı) süreç böyle ilerlemiş.
Bu olgudan türeyecek tipik politikalardan biri, Kürt hareketinin Türkiyelileşmesidir. Türk+Kürt iktidar formülü, Türkiyeli siyasal hareketlerin “Kürdistanlaşması” yoluyla değil, Kürt siyasal hareketinin “Türkiyelileşmesi” yoluyla sağlanabilir. Bunun sosyolojik alandaki kanıtlarından biri, ülkemizdeki iç göç hareketlerinin de bu yönde olmasıdır: Doğudan batıya, yani Türkiyelileşerek…
Bu gerçeği belki de tek kavramayan (veya kavramak istemeyen) odak, bir kısım Türkiyeli sosyalistlerdir. HDP bünyesine katılarak veya HDP kuyrukçuluğu yaparak HDP’nin Türkiyelileşmesi sağlanamaz. Bu eğilim giderek Türkiyeli sosyalistlerin “Kürdistanlaşması” sonucunu verir (verdi) ki bunun HDP’ye de fazla bir faydası yok.
Öte yandan Türkiye sosyalizminin Kürt sorununun çözümüne önderlik etme iddiasından (dolayısıyla iktidar hedefinden) vazgeçmesi anlamına gelir bu. Sosyalistlerin Türkçüleşmesi de Kürtçüleşmesi de, meydanı mevcut güçlü politik odaklara (iktidara ve emperyalistlere) terk etmek demektir.
***
Son 4-5 yıldır, yazının başından beri vurguladığımız sosyolojik olgulara ters bir süreç yaşandı. Birleşmeye ve sorunu çözmeye değil, ayrışmaya ve sorunu derinleştirmeye yönelik çatışmalı bir süreç…
PKK Kürt sorununu doğudan batıya yönelimli (Suriye’den Türkiye’ye doğru) bir politikayla çözmeyi denedi. Hendek savaşları ısrarı, büyük kentlerde canlı bombalar vb., Türkiye’yi ve Türkiye halkını bırakıp Kuzey Suriye’de ABD hamiliğinde bir devletçik kurma hedefinin uygulamalarıydı. Hatta bu yolda HDP bile feda edildi ve varlığı dahi tehlike altına girdi. Ama bu politika kayaya toslamıştır ve çıkmaz sokak olduğu ortaya çıkmıştır.
Türk Devleti de -tersten- benzer bir politika uyguladı. Savaşçı, ezip yok etmeye yönelik ve yöre halkının iradesini hiçe sayan (kayyumlar vb.) bir politika… Fakat devlet bütün köprüleri atmadı; örneğin HDP’yi kapatmadı.
Bu çatışmaya dayanan politika sürdürülebilir değildir. Hem Türk devleti hem de Kürt hareketi açısından. Önünde sonunda bir masa kurulacak; yakındır. 4-5 yıllık çatışmalı süreç, iki taraf için de, karşı tarafı masaya daha fazla yıpratmış biçimde oturtmanın “kara taktikleri” olarak kalacak.
Peki, bu nasıl bir masa olacak? Kim kurarsa onun masası olacak. Türkiye nasıl bir Türkiye olacaksa, masa da öyle bir masa olacak. Türkiye nasıl bir Türkiye olacaksa, Kürt hareketinin Türkiyelileşmesi de öyle bir Türkiyelileşme olacak.
Sosyalistler açısından tehlike burada; elbette fırsat da…