Toplum içinde ayakları olan her köklü devletin kritik dönemeçlerde uyguladığı geleneksel bir taktik vardır: Mızrak artık çuvala sığamayacak bir duruma geldiği zaman, birilerini feda edip beyaz bir sayfa açma taktiği. Bunu da yapamayacak bir noktaya gelmişse eğer, o devletin ömrü tükenmiş demektir.
Elbette bu taktik, tereyağından kıl çeker gibi değil, çeşitli dozlardaki çatışmalar eşliğinde uygulanabilir (çünkü devletin farklı kanatları vardır). Feda işlemi, üstün hizmet madalyasının verildiği bir törenle de yapılabilir, karakolluk da olunabilir, cenaze töreniyle de sonuçlanabilir; artık çatışmanın dozuna kalmış… Ama sonuçta devletin bekası (daha doğrusu hakim sınıf olan büyük burjuvazinin genel bekası) üstün gelir ve operasyon tamamlanır.
Devlet ile hemhal olan her düzeydeki devlet adamı bunu bilir ve bilerek hemhal olur. Şuna benzer: Kirli işlerinizi yaptırdığınız kişiler başarısız olurlarsa tanımazsınız. O kişiler de bu bedeli bilerek ve kabul ederek o işe girerler. Mafyatik etkinliklerin bu raconu devlette de benzer bir biçimde işler. Bu işin fıtratı böyledir.
Türk devletinin ve Türk büyük burjuvazisinin böyle bir noktaya geldiği anlaşılıyor. Son 15 yıldır AKP ile birlikte çok yol alındı, ama çok da suç birikti. Suçlar artık paçalardan akıyor, yani mızrak çuvala sığdırılamıyor ve imaj bozuluyor! Kısacası fazlaca kirlenen çarkın -eskisi gibi işleyebilmesi için- temizlenmesi gerekiyor.
Biriken suçlar birilerine yüklenecek ve sistem kendini restore etmeye çalışacaktır. Erdoğan ve yakın çevresinin telaşı ve korkusu çemberin giderek daraldığını ve mahşer gününün yaklaştığını fark etmelerinden dolayıdır.
Erdoğan -ABD tarafından da daraltılan- bu çemberi yırtabilir mi? Deneyecektir; deniyor. Kılıktan kılığa girmesinin, açılım üstüne açılım yapmasının nedeni bu. Atatürkçü oldu, anti-emperyalist oldu, millici oldu, Avrasyacı oldu, anti-NATOcu oldu, çevreci oldu, anti-kapitalist bile oldu…
Fakat yaptığı manevralar, ülke içindeki muhalifleri üzerinde fazla etkili olamadığı gibi, sistem sahiplerini de kızdırıyor. Türkiye büyük burjuvazisi ve Türk devletinin geleneksel güçleri, Erdoğanın keskin virajları alma yeteneğini giderek daha fazla sorguluyor. Sistem sahiplerinin çıkarları ve ihtiyaçları ile Erdoğanın varlığı arasındaki açı giderek büyümektedir.
***
Nedir bu çıkarlar ve ihtiyaçlar? Erdoğan-AKP iktidarı bunları karşılayabilir mi?
Örneğin çoğunluğun rızasını alan, en azından çoğunluğun karşı çıkmadığı (yani toplumun gazını alacak) yeni bir toplum sözleşmesine ihtiyaçları var. Ortadan yarılmış bir toplum durumu sürdürülebilir değil. Tüm çabalarına karşın, Erdoğan-AKP iktidarı bu ışığı vermiyor.
Örneğin temiz siyasetçilere ihtiyaçları var. Erdoğan çok kirli! Elbette bu kirler kişisel değil yapısal; ama dedik ya, sistem kirlerini kişilere yükleyerek aklanmaya çalışır.
Örneğin sistemin sahipleri açısından ABD, AB ve NATOyla ilişkilerin normalleşmesi, Rusya ve Avrasya ile flörtün dozunun kaçırılmaması lazım. Erdoğanlı AKPnin bırakın bunu sağlamayı, çarkın önünde bir engele dönüştüğü görülüyor; çünkü iki tarafa da kuyruğu kaptırmış durumda ve dengeli politikalar geliştirme potansiyeli yok.
Örneğin Kürtlerle bir şekilde diyalog kapısının açılması ve dirsek teması sağlanması lazım. Benzer şekilde Suriye yönetimiyle de… İçerikleri farklı da olsa, bu hem ABDnin hem de Rusyanın talebi. Erdoğan bu konularda esnek politikalar geliştirme ve bu tür manevraların adamı olma potansiyelini de yitirmiş durumda.
Kısacası Türkiye hakim sınıflarına ve Türk devletine ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda mümkün olduğunca istikrar lazım. Erdoğan ise sistem açısından artık bir istikrarsızlık unsuru.
Acele etmiyorlar ama çemberi de giderek daraltıyorlar. İtibarsızlaştırma operasyonlarıyla (ki açıklar ve suçlar gırla) halk içindeki desteğini azaltarak, mümkünse halkın işin içine pek karışmadığı yumuşak bir dönüşüm hedefliyorlar.
Erdoğanın hakim sınıflar açısından tek işlevi, giderayak ateşten birkaç kestane daha aldırılması. Rusya da bu durumu görüyor ve Erdoğan dönemi bitmeden mümkün olan en fazla tavizi almaya ve konumunu güçlendirmeye çalışıyor. ABDnin ise acelesi var; çünkü onun da durumu bölgede pek parlak değil.
Erdoğan durumu yeniden toparlayabilir mi? Tek şansı bir milli dava yaratmak. Erdoğan -mecburen- savaşacaktır. Bu savaşı milli bir savaş olarak yutturmaya çalışacaktır. Bu hapı (bilinçli veya bilinçsiz) yutanlar olabilir, fakat manevra alanı bu denli daralmış/daraltılmış ve itibarsızlaşmış bir iktidar için bu yol da son derece riskli. Milli davalar milli iktidarlarca yürütülebilir ki, Erdoğan ile milliliğin arasında uçurumlar var. Öyle kuyruğu kaptırmıştır ki bu iktidar, ancak ABDnin ve Rusyanın izin verdiği kadar milli olabilir.
Tablo böyle. Bu nedenle Erdoğan-AKP iktidarına Türkiyenin zayıf karnı ve milli meselesi diyoruz.
***
Peki, sol ve sosyalistler ne yapmalı? Erdoğan gidiyor diye sevindirik olunmamalı. Erdoğan-AKPnin bu şekilde gitmesi, gelmesi ne kadar iyi olduysa ancak o kadar iyidir. Çünkü -eğer bir emekçi halk müdahalesi olmazsa- nasıl geldiyse öyle gidiyor!
Erdoğan yandaşlığı sol içi bir tartışma değil, ama Erdoğan karşıtlığı da artık bir marifet değil. Gittiğinin değil nasıl gittiğinin, hatta gidenin yerine neyin geleceğinin önem kazandığı bir dönemdeyiz artık. Sistemin aklanmasına karşı mücadele edilmeli. Mızrak istifa, ama çuval da çöpe! Sol, salt Erdoğan karşıtlığı ile idare etmeyi bırakıp geleceğe ilişkin kendi bağımsız strateji ve taktiklerini oluşturmaya ve bu stratejiyi hayata geçirebilecek gücü biriktirmeye yoğunlaşmalı.
Elbette yıkıcılığı bırakmadan, ama salt yıkıcılıkla yetinmeyip yapıcı, hatta kurucu bir strateji geliştirmeye çalışılmalı. En azından -Rusyanın yaptığı gibi- bu krizden azami yararı sağlamayı becerebilmelidir sosyalistler.