Nasıl bir seçime gidiyoruz?

Ender Helvacıoğlu

Yerel ve genel seçimler ile cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor. Her politik odağın seçim stratejisi olgunlaşıyor. Birkaç noktayı vurgulamakta fayda var.

Birincisi, önümüzdeki seçimler sadece sandıkta geçecek bir bilek güreşi değildir. Kritik bir hesaplaşmadır.

Aslında AKPnin iktidara geldiği 2002 seçimlerinden itibaren tüm seçimler birer demokrasi şöleni olarak değil, yaşanan karşı devrim süreci içindeki dönüm noktaları olarak gerçekleşti. 2011e kadar olan seçimler karşı devrimin iktidara yürüyüş ve ele geçirişinin, özellikle 2015ten sonraki seçimler (2015 Haziran ve Kasım genel seçimleri ile Başkanlık Referandumu) ise iktidarını sağlamlaştırmanın ve korumanın araçlarıydı.

2019 seçimlerini bu çerçevede ve bu sürecin çok kritik bir noktası olarak değerlendirmek gerekir. Karşı devrimin yeni bir atağı mı yaşanacaktır, yoksa karşı devrime son vermenin başlangıcı mı olacaktır; bu kadar kritiktir konu.

Yani esasen seçimi değil karşı devrimi tartışıyoruz.

İkincisi, Erdoğan ve çevresinin iktidarı kaybetmemek için her yola başvuracağının da altını çizmek gerekir.

Bu bir öngörü değil; zaten üç yıldır yaşanan olgu. 7 Haziran 2015 seçimini kaybettiler, kendileri dışında hükümet kurulmasını yasa dışı bir biçimde engellediler ve seçimi tanımadılar. Ülkede bölgesel bir iç savaş çıkararak o koşullarda yeni bir seçime gittiler. Başkanlık Referandumunu da kaybettiler. Referandum devam ederken seçim kurallarını değiştirip yolsuzluğa zemin hazırladılar ve kendilerini galip ilan ettiler.

Şimdi yeni seçimlere OHAL şartlarında ve ne kadar süreceği belli olmayan bir dış savaş eşliğinde gidiliyor. İktidar işine geliyorsa seçimleri erkene alabilir veya erteleyebilir. Seçimde her türlü kanunsuzluğu ve yolsuzluğu yapabilir. Her şeye rağmen seçim aleyhlerine sonuçlanırsa çeşitli bahaneler üreterek sonucu tanımayabilir veya iktidarı terk etmemekte direnebilir. Bütün bunları yapmayacaklarını kimse garanti edemez.

Başta Erdoğan ve yakın çevresi olmak üzere AKP yöneticileri iktidarı kaybettikleri an başlarına neler gelebileceğini biliyorlar. Çok suçlular! Türkiyenin geçmiş burjuva iktidarlarının (baskılar, yolsuzluklar, hukuksuzluklar, çalıp çırpmalar vb. gibi) rutin suçlarından söz etmiyorum. İktidara geliş biçimleri, ABD ile yapılan gizli anlaşmalar, Ergenekon operasyonları, laikliğin ayaklar altına alınması, FETÖ ile işbirliği, Suriyede iç savaş kışkırtıcılığı, başta Haziran Direnişinde olmak üzere halka karşı işlenen suçlar, terör örgütlerine verilen destek, 15 Temmuz, iç savaş, dış savaş, ülkenin bütün zenginliklerinin ve kamu kaynaklarının yerli-yabancı sermayeye peşkeş çekilmesi, kirli parasal ilişkiler, organize işler… İktidarı yitirdikleri an bütün bunlar tek tek önlerine getirilecek ve hesabı sorulacaktır.

Dolayısıyla kaybetme riski taşıyan bir seçime girmeyecekleri veya kaybetseler bile iktidarı demokratik teamüllere saygı gereği devredip kenara çekilmeyecekleri bellidir. Bir karşı devrim yaptılar ve iktidarlarını karşı devrimci yöntemlerle korumak isteyeceklerdir.

Kısacası seçimlere bu çerçevede ve bu koşullar altında gidiliyor. (Mutlaka hesaba katılması gereken bölgemizin koşullarını ve emperyalist müdahaleleri -daha geniş bir çerçeve olduğu için- bu yazının konusunun dışında bırakıyorum.)

***

Şimdi, seçimlere bir biçimde (aday göstererek, ortak aday göstererek veya bir adayı destekleyerek) müdahil olmayı düşünen herhangi bir politik odak bu koşulları dikkate almak, buna uygun strateji ve taktikler geliştirmek zorundadır.

Dolayısıyla, kimin aday gösterileceği, kiminle ittifak yapılacağı, kimin adayının destekleneceği, nereden ne kadar oy alınabileceği, birinci ve -kalırsa- ikinci turda neler yapılacağı gibi olağan tartışmalardan önce, bu olağanüstü koşullara yönelik ne gibi tedbirler alınacağı berraklaştırılmalıdır.

Adaylar ve bu adayları destekleyen partiler/örgütler, örneğin, Referandum günü yaşananlara benzer bir durum yaşanırsa ne yapacaklarını baştan ilan etmelidirler. Açık yolsuzluğu ve hukuksuzluğu, başarıya el konulmasını -öncekilerde olduğu gibi- sineye mi çekeceklerdir, yoksa direnecekler midir? Seçimler ertelenirse, iptal edilirse veya sonuçlar iktidar tarafından kabul edilmezse ne yapacaklardır? İktidarın olası zorunu nasıl boşa çıkaracaklardır?

Bu sorulara Dünya demokratik kamuoyunun (emperyalist müdahalenin ambalajlı adıdır bu) baskısıyla diye mi yanıt verilecek? Böyle bir yanıtı aklından geçiren hiç seçime girmesin, yenilgi ve ezilme kesindir.

Halkın ve bana oy veren kitlelerin gücüyle diye mi yanıt verilecek? Güzel! O halde, kitlelere -sadece sandık başında değil, olağanüstü durumlarda da- önderlik edebilecek kararlılığı ve olgunluğu şimdiden -söylemi ve eylemiyle- hissettirmelidir bu yanıtı veren. Yoksa hiç bu arenaya girmesin. Ne halkı kandırsın ne de kendini…

Sadece parlamentoda temsil edilen partiler (CHP, HDP ve İyi Parti) için değil, bu arenaya bir şekilde giren her parti ve örgüt ve ortaya çıkan adayları için geçerlidir bu.

Farklı bir seçime gidiyoruz. Karşımızda karşı devrim var. Karşı devrim nasıl alt edilebilir?

Aslında bu noktada da bir cin fikre ihtiyaç yok. Son 15 yılın toplumsal olguları yanıtı da içeriyor. Yaşanan karşı devrim sürecine en etkili muhalefet kim tarafından yapıldı? Devlet içindeki ulusalcı odaklar mı? Büyük burjuvazimiz mi? Liberaller mi? Batı mı? Fethullahçılar mı? PKK mı? Bunlar bırakın başarısız muhalif olmayı, bu sürecin müsebbibi ve destekçileridirler.

Bu 15 yılda iki büyük hareket vardır umut vaat eden: Cumhuriyet Mitingleri ve Haziran Ayaklanması. Fakat eksikliydi, öncüsüzdü, örgütsüzdü; bu nedenle -şimdilik-başarıya ulaşamadı.

Bu eksiği kapayacağım diyen aday olsun. Diyemiyorsa kalabalık etmesin.