‘Siber savaş’ın sadece kurbanı mı olacağız?

Ender Helvacıoğlu

Temmuz başında Karaburun’da gerçekleştirilen 25. Ütopyalar Toplantısı’nın ana konusu “savaş” ve “emek” kavramlarının, son toplumsal gelişmeler ışığında ve birbirleriyle bağlantılı olarak tartışılmasıydı. Değerli ve ilginç sunuşlar yapıldı. Özellikle genç araştırmacıların günümüz savaşlarının aldığı yeni biçimler üzerine yaptıkları sunuşlar zihin çalıştırıcıydı.

Tartışmaların eksenlerinden biri “bilgi savaşları” ve “siber savaş” konusuydu. Siber savaşın meydanları, aktörleri, taktikleri, yöntemleri, silahları vb. neydi? Hangi devletlerin siber orduları vardı ve nasıl çalışmaktaydılar? Siber kapasite açısından hangi ülkeler önde geliyordu, Türkiye’nin bu alanda yeri neydi? Bütün bu konular tartışıldı ve yakın dönemden siber savaş örnekleri masaya yatırıldı.

Özellikle pırıl pırıl iki genç kadın araştırmacının (Dr. Hande Orhon Özdağ ve Gamze Orhon Kılıç) tam da bu konularda yaptıkları sunuşlar dikkat çekiciydi. Bu sunuşlardan yola çıkarak oluşturulan bir dosyayı Bilim ve Gelecek’in yakında çıkacak olan Ağustos sayısının kapağına taşıdık. Merak edenler ayrıntılarıyla okuyacaklardır.

Bu konular üzerinde düşünmek ve tartışmak gerek. Bilgi savaşları ve bunun özel bir alanı olan siber savaş, günümüz savaşlarının çok önemli cephelerinden biri ve sürekliliği var; zamana ve mekana bağlı değil. Hepimiz, her an bu savaşın hem kurbanı hem de aktörüyüz. Dolayısıyla yaşamımızın çok önemli bir parçası.

Konu daha çok devletler ve küresel şirketler arasındaki çatışmalar açısından ele alınıyor ama devletlerden ve şirketlerden bağımsız halk kesimlerinin ve örgütlerinin de üzerinde düşünmesi ve uygulamaya geçmesi gereken bir konu, eğer sadece “savaş kurbanı” olmak istemiyorlarsa… Devletlerin (ve şirketlerin) binlerce kişiden oluşan ve harıl harıl çalışan siber orduları var. Bir devrimci muhalif örgütün de -kendi ideolojisi, sahip olduğu değerleri ve politik hedefleri doğrultusunda- bu alanda etkinlik gösteren bir seksiyonu yoksa şimdiden geçmiş olsun.

Öte yandan siber savaş olgusu, alışılageldik savaş kavramını da kökten değiştiriyor. Savaşlar artık eskiden olduğu gibi belirli bir alanda belirli bir sürede karşı karşıya gelen ordular arasında yapılmıyor. Artık bir “sürekli savaş” durumu mevcut; yeni eklenen araçlar ve yöntemlerle…

Ama savaş, sadece devletler arasındaki çatışmalardan ve emperyalist müdahalelerden ibaret bir olgu da değil; yani özne sadece emperyalistler değil, olmamalı. Bir de halkların ve emekçilerin verdikleri sınıf savaşları var. Bu çatışma da zaman zaman çok sıcaklaşabiliyor; emekçi devrimleri, halk savaşları, gerilla savaşları, ulusal kurtuluş savaşları gibi… 20. yüzyıl bu tür savaşlarla doluydu.

Siber savaş cephesinin açılmasıyla ve yeni teknolojik gelişmelerle acaba bu sıcak sınıf mücadelesi yöntemleri nasıl bir değişikliğe uğradı? Nesnelliklerini yitirip ortadan mı kalktılar? Yoksa, nasıl günümüz savaşlarına “yeni nesil savaşlar” deniyorsa, halklar da dönemin nesnelliğine uygun yeni araç ve yöntemlerle “yeni nesil halk savaşları” mı geliştiriyorlar, geliştirecekler? Örneğin geniş kitle hareketleri temel dönüştürücü yöntem mi oluyor? Eğer öyleyse örgütlenme, çalışma ve eylem tarzlarında da köklü değişiklikler gerekmez mi? Yeni teknolojik gelişmeler, egemenlerin elinde herkesin malumu olan tehlikelerinin yanı sıra, emekçiler tarafından da kullanıldıklarında bazı potansiyel olanaklar sunmaz mı?

Bu kısa yazıda, emekçi örgütleri tarafından es geçilmemesi gereken bazı noktalara dikkat çekmek istedik sadece.