Sıcak temas

Ender Helvacıoğlu

Toplumsal devrim ile siyasal devrim birbirinden farklı kavramlar. Toplumsal devrim, üretim ilişkilerinin geri dönülmez biçimde dönüşümü demektir ve uzun bir süreçtir; hele sınıflılığı tümden ortadan kaldırmayı hedefleyen sosyalizm söz konusuysa. Siyasal devrim ise iktidarı alış sürecidir. Sosyalizm özelinde konuşacaksak, siyasal devrim toplumsal devrimin başlangıcıdır denebilir.

Devrimin koşulları meselesi tartışılacaksa, hangi devrimden, toplumsal devrimden mi siyasal devrimden mi söz edildiği belirlenmelidir öncelikle. Genellikle devrimin koşulları derken siyasal devrim kastedilir.

Hiçbir toplumsal düzen, içindeki bütün üretici güçler gelişmeden ortadan kalkmaz; ve yeni, daha üstün üretim ilişkileri de, onların varlıkları için gerekli olan maddi şartlar eski toplumun rahminde olgunlaşmadan asla ortaya çıkmazlar diye yazarken Marxın ele aldığı konu toplumsal devrimdir.

Leninin devrimin koşullarını formüle ederken söylediği yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri ve yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemedikleri cümlesinde ise ele alınan konu siyasal devrimdir.

Toplumsal devrimler nesnel ve deterministiktir; zorlama kabul etmez. Siyasal devrimler ise -temelde nesnel koşullara bağlı olmakla birlikte- oldukça kaotik süreçlerdir ve aniden gündeme gelebilirler. Dolayısıyla toplumsal devrimler ile siyasal devrimlerin nesnelliği (olabilirliği) farklı yöntemlerle ele alınmalıdır, birbirine karıştırılmamalıdır.

Tarihin pususuna yatmak deyimi, sosyalizmin koşullarının olgunlaştığı bir durumda siyasal devrim arayışı için kullanılır. Zaten toplumsal devrimin pususuna yatılmaz, siyasal devrimin pususuna yatılır. Pusuya yatmak demek de, gündeme gelebilecek ani durumlara ve bu durumlara acil müdahalelere mümkün olduğunca hazır olmak demektir (hazır olmanın ne anlama geldiği, bu düzlemde teknik bir konu).

***

Büyük siyasal değişimlere önderlik edebilmiş politik odakların sırrı, azami programlarını o anın asgarisiyle birleştirebilme yetenekleridir. Siyasal devrimler asgari programla yapılır, azami programın ışığında devam ettirilirler.

Örneğin Ekim Devrimine önderlik eden Bolşeviklerin sırrı, o günün Rusya toplumunun çoğunluğunun ortak talebi haline gelmiş Savaşa son ve Açlığa son sloganlarına sahip çıkıp kilitlenmeleri ve çözüm için somut bir iktidar hedefi (Bütün iktidar Sovyetlere) göstermeleridir.

Bolşevikler azami programlarının ifadesi olan Yaşasın sosyalizm sloganıyla devrim yapmadılar. Bununla yetinselerdi yaya kalırlardı ve toplumu azami programları doğrultusunda yönlendirme fırsatını da kaçırmış olurlardı. Bir başka politik odak (hatta belki bir dış odak) o yakıcı taleplere sahip çıkar ve Rusya toplumunu başka yerlere yönlendirirdi.

Yani siyasal devrim anlarında, arazide azami programlar çatışmaz, kitleler kapitalizmi mi sosyalizmi mi seçelim diye tartışmaz; çatışma o anın acil taleplerinin çözümüne hangi sınıfın ve onun politik öncüsünün önderlik edeceğiyle ilişkilidir. Rakipler, bu alandaki yetenekle (arazide) saf dışı edilir ve iktidar ele geçirilir.

Toplumun acil taleplerine bunlar burjuva sistemi çerçevesi içinde kalan taleplerdir diye burun kıvrılırsa, gerçekten de o çerçeve içinde kalırlar. O çerçeveyi kırmanın veya daha ileri bir içerik kazandırmanın yolu arazide müdahale edebilmekten geçer.

Kısacası devrim, yapanın elinde kalır.

***

Arazide müdahale, ister istemez biraz kirlenmeyi de göze almayı gerektirir. Fakat bu kirler zaten vardır, nesnel durumdur, olgudur. O kirler olduğu için müdahale etmek gerekir zaten; pür-ü pak olsalardı müdahaleye de gerek kalmazdı.

Buna Curie yöntemi diyoruz. Birkaç gram radyum ancak tonlarca balçığın içinden damıtılabilir. Radyuma ulaşmak için o balçığa bulaşmak gerekir. Hem balçıkla uğraştığımızı hem de radyumun sadece ve sadece orada bulunduğunu unutmadan…

Çamurun içindeki cevheri damıtabilmektir devrim. Öncülük de zaten bunun için gereklidir. Radyum bir köşede pür-ü pak halde var olsaydı, onu bulmak için Curieye gerek olmazdı.

***

Artık son günlerine yaklaşan ve giderek başlatıcılarını da aşıp bir kitle hareketi niteliği kazanan Adalet Yürüyüşüne ilişkin sol kesimlerden gelen değerlendirmeleri düşünürken bunlar geldi aklıma.

Yürüyüşün haklı bir talepten yola çıkmadığını, yargı altın devrini yaşarken adalet için yollara düşmenin emperyalist planlara çanak tutmak olduğunu söyleyenlere, daha ilk günden FETÖnün PKKnın eylemi diye damgalayanlara, gayrı milli bir yürüyüş olarak niteleyenlere denecek fazla bir laf yok. Onlar, AKP iktidarının yanında saf tutmuş durumdalar, hatta kraldan çok kralcılar. Provokasyonlara da zemin hazırlıyorlar.

Adalet talebini haklı bulmakla birlikte yürüyüşü destekleyip desteklememe konusunda tereddütlü olan bazı arkadaşlar sürekli kirlere vurgu yapıyorlar. CHPye ve Kılıçdaroğluna güvenilemeyeceği, yürüyüşte Türk bayrağı ve Atatürk posteri bulunmadığı, liberallerin ve HDPlilerin yürüyüşe katıldığı, turunculaşma eğilimi bulunduğu vb. türden itirazları var.

Bu arkadaşlar sözü edilen kirlerin on kat fazlasının bulunduğu Gezi Eyleminin 3-4 gün içinde nasıl Haziran Ayaklanmasına dönüştüğünü anımsasınlar. Hiçbir eylem, hiçbir kitle eylemi, -bırakın kitle eylemini- kadro eylemleri, hatta seçilmiş delegelerden oluşan kongreler bile pür-ü pak olmaz. Pür-ü paklık Allaha mahsus; fanilerin eylemleri ise çeşitli düzeylerde dış etkilere açıktır.

Eğer eylem haklı bir talebe dayanıyorsa, yöntem olarak doğru bir eylemse, vurgulanan bu kirler eylemin esası haline gelmemişse ve katılımcılar bu ülkenin aydınlık yüzünün bir parçasıysalar, bazıları doğru da olan bu itirazları yapanların herkesten önce yürüyüşe katılmaları ve eylemi kirlerden arındırmaya çalışmaları gerekir. Samimi uyarı bunu gerektirir ve eylemin kitlesi sözü edilen kirlerden en kolay arınabilecek nitelikte bir topluluktur.

Bazı arkadaşlar da eylemin burjuva karakterde olduğu, kurulu düzenin temellerini hedef almadığı, sosyalizm vurgusunun bulunmadığı yönünde itirazlar getiriyorlar.

Tamamen haklılar, gerçek adalet sosyalizmle gelecektir. Hatta eksik; gerçek adalet sosyalizmin ileri aşamalarında gelebilir ancak. İyi de, tartışma bu değil ki. Tartışma sosyalizmin nasıl geleceği; sosyalizme yönelişin kapısının nasıl açılacağı…

Emekçi kitlelere sosyalist siyasal bilinç dışarıdan verilir ama telepati yoluyla değil. Yüz yüze, kol kola, omuz omuza, yani sıcak temasla… Kaldı ki, o siyasal bilincin doğru olup olmadığının sınanacağı yer de toplumsal pratiktir. Yani bilinç dışardan verilir ama kaynağı içeridedir; böyle bir diyalektiği var.

Sosyalistlerin henüz bu tür kitle hareketlerine etkili bir müdahalede bulunacak ve yönünü belirleyecek gücü yok. Fakat güç toplamanın da bu tür hareketleri ve yaratacağı siyasal ortamı değerlendirmekten başka bir yolu yok.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, genel anlamda haklı ve doğru talepler uğruna harekete geçerek politikleşen kitleler, en kolay etkilenebilecek ve örgütlenebilecek kesimi ve bağımsız tavrın konulmasına en uygun zemini oluştururlar.