Kürt sorunu çözülüyor.
Yanlış okumadınız; çözülüyor… Çünkü giderek ne Türkün Kürt, ne de Kürtün Türk diye bir sorunu kalıyor.
Koca koca kentlerin tanklarla abluka altına alınıp yerle bir edilmesi, cenazelerin sokak ortasında çürümesi, cesetlerin arabaların arkasına bağlanıp sürüklenmesi, ölü kadınların çıplak bedenlerinin teşhir edilmesi, bodrumlarda katliamlar yaşanması, ülkenin bir tarafında bir şekilde normalleştiriliyorsa… Öte yandan, Ankaranın göbeğinde kör bir terör eylemi gerçekleştirip onlarca insanın ölümüne neden olan bir intihar eylemcisi, ülkenin öbür tarafında kahraman ilan ediliyorsa… Bu sorun çözülüyor demektir.
Çözülüyor, çünkü toplumun ortak bir sorunu olmaktan çıkıyor. Artık kimse birbirinden -savaş ve terör dışında- herhangi bir çözüm talep etmiyor. Bu sorun, barışçıların ve çözümcülerin kenara itildiği, ağlaklara çevrildiği, savaşçıların ön aldığı, savaş hukuku da dahil hiçbir kuralın tanınmadığı kör bir savaş, daha doğrusu bir terör nesnesi haline geliyor.
Bildiğim kadarıyla böyle durumların kuramını yapanlar da var. Düşman hukuku diyorlar. İlkel milliyetçiliğe, ırkçılığa benzer bir şey… Olur böyle şeyler hukuku! Her yol mubah hukuku!
Böyle durumlarda iki taraf da birbirine her şeyi yapabilir. Kentleri topa da tutabilir, meydanda bomba da patlatabilir… Sorun yok!
Evet, Kürt sorunu çözülüyor; çünkü Türkiye çözülüyor.
Peki, kötü mü oluyor, iyi mi? Kötüye mi gidiyoruz, iyiye mi?
***
Laiklik ve aydınlanma sorunu da çözülüyor.
Aynı yöntemle… Ortak bir sorun olmaktan çıkararak… Şiddet dışında bir çözüm mercii bırakmayarak…
Dünya görüşleri ve yaşam tarzları o kadar birbirinden ayrışmış ki, yaşanan çağlar arasında öyle uçurumlar var ki, dayatmanın ve zorla kabul ettirmenin dışında bir yol kalmamış.
Adam üç yaşındaki bebekten, kendi kızından, tayt giyenden, etek giyenden tahrik oluyor; sapık diye damgalanmaktan korkmadan bunu açıkça dillendiriyor; dahası bu tutumunu 1500 yıl önce yazılmış bir kitaba atıf yaparak meşrulaştırıyor; fetvasını da alıyor; sen de bu adama çocuğunu teslim ediyorsun… Olacak iş mi? Bu iş aynı masaya oturup tartışarak, bir orta yol bularak çözülebilir mi?
Örneğin IŞİD hakim olduğu kentlerde laiklik sorununu çözüyor. Nasıl mı? Kafa keserek! Dolayısıyla oralarda laiklik ve aydınlanma diye bir sorun yok. O nokta aşılmış durumda.
Bilindiği gibi Jakobenler de -tamamen zıt bir konumdan da olsa- aynı yöntemle çözmüşlerdi bu sorunu. Başka türlü bir çözüm olanağı kalmadığı için.
Örneğin şu Diyanet İşleri Başkanıyla oturup herhangi bir konuyu tartışarak çözüme bağlayabilir misiniz?
Duyduğuma göre muhterem son olarak şöyle buyurmuş: Öldürülen kişi aslında eceliyle ölmüşmüş. Şayet öldürülmemiş olsaymış, o anda başka bir biçimde ölecekmiş zaten. Bunu belirleyen ilahi iradeymiş. Yani kader, alın yazısı…
Demek ki, 1999 Kocaeli depreminde bir anda ölen 20 bin kişi, deprem olmasaymış da o gece zaten başka nedenlerle ölecekmiş! Düşünsenize, bir kentte bir anda 20 bin kişi -diyelim- kalp krizi geçiriyor veya trafik kazası!
Şimdi bu adamla neyi tartışacaksın? Fay hatlarını mı? Olasılık teorisini mi? Nedensellik kuramını mı? Gazali karikatürü gibi bir şahıs…
Ama başta Tayyip olmak üzere bu arkadaşlar sayesinde Türkiyenin laiklik ve aydınlanma sorunları da çözülüyor. Çünkü bir çözüm mercii kalmıyor. Çünkü Türkiye çözülüyor!
Emek-sermaye sorununu hiç yazmıyorum. O sorun çözüldü zaten. Örneğin Somada, Artvinde nasıl çözüldüğünü biliyorsunuz.
Peki, kötü mü oluyor, iyi mi? Kötüye mi gidiyoruz, iyiye mi?
***
Kanımca iyiye gidiyoruz.
İyidir, sorunların eskisi gibi bir sorun olmaktan çıkıp başka bir boyuta geçmesi. Mevcut çözüm yollarının tek tek tıkanması, çarelerin bir bir tükenmesi. İyidir, ağlamanın, sızlanmanın bir sonuç vermekten çıkması.
Başka çare kalmadığı zaman, işi deliliğe vurur toplumlar…
Böyle durumlarda kimsesizlerin kimsesi ortaya çıkar, çaresizliğin çaresi gündeme giriverir.