Tip tespit testleri

Ender Helvacıoğlu

Kütük gibi adamları severim. Bazen çekilmez olurlar ama neyse…

Böyle adamların kıvrımları yoktur. Pek estetik gözükmezler. 90-90-90 ölçülerindedirler. Bildiğin odun yani…

Halkımız herkesle akraba olmayı pek sever ya, nedendir bilinmez, böyle adamlara genelde amca diye hitap edilmez; onlar abi veya dayıdırlar. Eğer dişiyseler teyzedeğildirler; yaşlarına göre abla veya ana diye çağrılırlar.

Böyleleri Nuh der, peygamber demezler. Dolayısıyla insanı bazen çileden çıkarabilirler, ama en azından ne olduklarını bilirsin. Duruşları bellidir; hatta fazla bellidir.

Dostunsa dostluğuna güvenirsin. Sırt sırta verebilirsin, omuz omuza durabilirsin (kol kola, el ele olmaz, racona terstir).

Düşmanınsa da düşmanlığına güvenirsin. Göğüs göğse dövüşürsün, arkandan dolanmaz. Ensenden vurmaz; alnından mıhlar. Sırtından bıçaklamaz; göğsüne saplar.

Hayvanlardan -tahmin edilebileceği gibi- ayıya benzerler veya örgütlüyseler kurda. Hani atasözlerimiz vardır ya, ayıya sormuşlar ensen neden kalın veya kurda sormuşlar boynun neden kalın diye başlayan, bunlar için söylenmiştir. Develi, çakallı, akrepli, tilkili atasözleri bunlar için değildir.

Koyun olanları çoktur, ama kuzu değildirler. Keçi de pek uymaz. Ama büyükbaşların hepsi uyar.

Sağcıysalar, bunlardan pek dinci çıkmaz, din fazla rafinedir bunlar için… Ama sağlam faşist çıkar.

Solcuysalar, (Marx, Engels, Lenini konuya bulaştırmayalım) Stalinci veya Maocu olurlar. Troçkizme, anarşizme, feminizme falan meyletmezler.

Feminist değildirler ama hele bir fiske vurmaya veya taciz etmeye kalkış, doğduğuna pişman ederler.

Atatürkçüyseler, kalpaklı olanını severler. İnönüyü pek tutmazlar, ama Kemalin hatırına laf kondurmazlar.

Dağ kadrosudurlar, şehir ve çöl gerillacılığından pek anlamazlar. Önce ölüp beş ay sonra dirilmezler, ölüleri de dirileri de sahicidir.

Fakat nesilleri de tükenmek üzeredir. Günümüzde ortalığı tam ters bir tip sarmıştır (tersi anlaşılabilsin diye düzünden söz ettim biraz). Asıl onlara gelelim.

***

Yukarıda anlattığım tip bir kilometreden tanınabilir, ama ikincileri tanımak zordur. Görmek veya işitmek yetmez. Çünkü kaplan gibi görünebilir, aslan gibi kükreyebilirler; yanıltırlar. Hele hele sosyal medya ortamında… Dolayısıyla bazı yöntemler geliştirmek, bazı testler yapmak gerekir:

- Omurgasının elastikiyet katsayısını ölçmek: Elastikiyet katsayısı, katı hal fiziğinde bir katının sertliğini ölçmede kullanılan bir birimdir. Farklı zorlanmalara bağlı olarak değişen farklı gerilmelerin oranı olarak tanımlanır.

Örneğin kauçuğun elastikiyet katsayısı 0,01 ile 0,1 arasındadır. Teflonunki 0,5tir. Naylonunki 3 ila 7 arasında değişir. Meşeninki 11, çeliğinki ise 190-210 arasıdır. Elmasınki ise 1000den yüksektir.

Şimdi kişiyi tanımak için omurgasının elastikiyet katsayısını ölçmek gerekir. Elmas gibi olmasın, fazla abartılı olur. Çelik gibi olanına da az rastlanır. Yukarıda anlattığım tip meşe civarındadır. Diğer tipin omurgasının elastikiyet katsayısı ise kauçuk ile naylon arasında değişir.

Benzer bir ölçüm esneklik ile ilişkilidir. Esneklik, bir maddenin hacminin veya şeklinin değiştirildiğinde tekrar eski haline dönebilmesidir. Bu, fiziksel tanımı. Toplumsal veya bireysel ilişkilere uyarlarsak buna pişkinlik veya yavşaklık katsayısı diyebiliriz.

Elastik omurgalılık belki evrimsel olarak bir avantaj sayılabilir, kolay eğilip bükülebilme özelliği... Her delikten girip çıkabilme avantajı.

İlk tip öyle her yere girmez, giremez. Ama girdiyse de çıkmaz. Gemileri yaktık, geri dönüş yok, Ölmek var dönmek yok türü sloganlar bu tipe aittir.

İkinci tip ise her deliğe girer; ama sıkıyı gördüğünde de bir yolunu bulup çıkar. Hiçbir şey bulamasa, kandırıldık der örneğin. Ama kandırıldığını kabul etmesi yeni kandırmalar içindir (anlı şanlı liberal prof.ları anımsayın). Kandırır da (CHPnin Adana mitingini anımsayın). Çünkü elastikiyet katsayısı toplumun genelinde oldukça düşük seyrediyor son dönemlerde.  

Peki, kişinin omurgasının elastikiyeti nasıl ölçülecek? Bunun için kişiyi biraz yoklamak gerekir, hatta okşamak… Okşadığınızda tırsıp yılışmaya başladıysa omurga kauçuktur; hani yüzüne tükürsen yarabbi şükür diyenler var ya, onun gibi. Eğer en az meşe ise, bilin ki o sizi okşamaya başlayacaktır.

- Söylenen ile yapılan arasındaki açının ölçümü: İnsanın söyledikleri ile yapabildikleri hiçbir zaman çakışmaz. Çakışması da pek iyi bir şey değildir zaten; insanı kendiliğindenciliğe ve apolitikliğe sürükler. İlla ki bir açı olacaktır. Ama ifrata da vardırmamak lazım.

İdeal açının 30-45 derece skalası olduğu söylenebilir. 30 derecenin altı ilk tipi, 45 derecenin üstü ise ikinci tipi gösterir.

30-45 arası, söylediğini yapar (Veya yapmaya çalışır diyelim. Yüzde 50-70 arası tutturursa bu skalada yer alır.) İlk tip yaptığını söyler. İkinci tip ise söylediğini yapmadığı gibi, yapmadığını da yaptığını söyler (çakaaal!). 

- Gerçek/imaj oranının ölçümü: Gerçek ile imaj arasında her zaman bir çelişki vardı. Ama kapitalizmle birlikte bir değişiklik oluştu; imaj toplumsallaştı. Kapitalizm öncesi toplumlarda aristokratlar imajı tekellerine almışlardı, halkın ise kopkoyusundan gerçek bir yaşamı vardı. Kapitalizm bu tekeli yıktı, imajı özgürleştirdi ve halka indirdi.

Artık hepimizin gerçek yaşamımızın yanı sıra bir de imaj yaşamı oluştu. Toplumsal şizofreni de diyebiliriz buna. İmaj habis bir ur gibi yayılmaya, gerçeğin içine sızmaya ve gerçeği yemeye başladı.

Bunun nedeni, kapitalizmin mümkün olan her şeyi metalaştırmasıdır. Her şeyin piyasaya sunulması, yani alınır-satılır kılınması ve rekabet konusu yapılmasıdır.

Hele son dönemlerdeki bilişim ve iletişim teknolojilerindeki atılımlarla mesai dışındaki kendimize ait zamanımızın, özel iletişim ve ilişki biçimlerimizin, davranışlarımızın, duygularımızın, bedenimizin (sırada genlerimiz mi var?) metalaşmaya başladığını, kol ve kafa emeklerinin yanı sıra iletişimsel emek, duygulanımsal emek gibi yeni emek türlerinin ortaya çıktığını görüyoruz.

Dolayısıyla kişinin gerçek/imaj oranının ölçümü önem kazanmıştır: Ama oldukça zordur bunu ölçmek. Tabii bazı yöntemler var: Örneğin kişinin verdiği toplam emeğin ne kadarının meta-emek ne kadarının karşılıksız emek olduğunu ölçmek gibi… Veya kişinin önem verdiği yaşam değerlerinin -neye önem verdiğinin ötesinde- nicel mi nitel mi olduğunun tespiti gibi…

Bu konuyu daha önce de yazmış, Curielerin keşfettikleri radyumun patentini almamakta direnmelerini örnek vermiştim. Bu büyük bilimsel keşif, Marie ve Pierre Curieyi milyarder yapabilirdi, ama nicelleştirmediler. İflah olmaz bir birinci tiptir Marie Curie.

Curieler uç bir örnek. Biz daha ortalama bir formül geliştirelim: Kişinin gerçek/imaj oranı 1den büyükse birinci tip, 1den küçükse ikinci tiptir.

***

İkinci tipi saptamanın başka yöntemleri de var. Örneğin kişinin içinde olduklarıyla yanında olduklarının birbirine oranının ölçümü gibi… Ne kadar özcüsün ne kadar yancısın?

Çok daha somut bir yöntem: Kişinin yaşamı boyunca kaç tane örgüt değiştirdiği ve bu örgütlerin politik olarak birbirlerine uzaklık-yakınlıklarının ölçümü.

Örneğin maske meselesi başlı başına ele alınması gereken çetrefilli bir konu. Sanılır ki birinci tip maskesizdir, ikinci tip maskeli. Oysa artık durum tam tersi. Birinci tip maske takar, örneğin soygun yaparken! İkinci tip ise sanıldığının aksine maskesizdir; çünkü tüm varlığıyla maskeye dönüşmüştür. Artık maske takan daha rahat tanınıyor, taktığı maskeye bakıyorsun şıp diye anlıyorsun; mesele maskesizi tanımak.

Neyse, çok uzattık, bu maske diyalektiği ayrı bir yazı ister.

Sonuç olarak her iki tipin de olumlu ve olumsuz yönleri var. Birinci tipten çok çekmiştir eskiler. Ama artık ya inzivaya çekiliyorlar ya da çakallara maskara oluyorlar. İkinci tip ise tehlikeli bir biçimde ürüyor; benden söylemesi…

NOT: Geçenlerde twitter analizciliği diye bir yazı yazmıştım bu köşede. Sanırım fazla yüklenmişim. Twitter soytarıları ile twitter provokatörlerini görünce analizcileri öpüp başına koyası geliyor insanın!