İnsan ile insanlık sürekli bir mücadele içinde. Bu, uygarlık döneminden çok daha eskilere giden bir çelişki. İnsanın kültürel evriminin motoru olan çelişki de denilebilir. Canlı türleri içinde sadece insana özgü olan ve biyolojik evrime rağmen süren kültürel evrimin motoru.
İnsanlık derken, insan topluluklarının doğa karşısındaki yaşam mücadelesinde, bilinçli ve örgütlü emeğiyle elde ettiği kazanımları ve bu yolda ürettiği değerleri kastediyoruz. Kültür de kabaca bu demektir zaten.
Uygarlıkla, yani toplumların karşıt sınıflara bölünmesiyle birlikte, bu mücadeleye yeni bir renk katılmıştır: İnsan-doğa çelişkisinin bir yan ürünü olarak insan-insan çelişkileri; yani sınıf mücadelesi. İnsanlık, sadece insan-doğa çatışkısının değil, sınıf çatışkılarının da ürünü olmaya başlamıştır.
İnsan değerlerinden değil, insanlık değerlerinden söz ederiz. İnsanın güdüleri vardır, insanlığın ise değerleri. Öte yandan insanın hakları vardır, insanlığın ise sorumlulukları. İnsanın özgürlükleri vardır, insanlığın ise zorunlulukları. İnsan bireysel, insanlık ise evrensel bir kavram.
İnsanlık mücadelesinde insanın kazanımları olan hak ve özgürlük kavramları, ancak sorumluluk ve zorunluluk kavrandığında gerçek içeriklerine kavuşur; yoksa birer güdüye indirgenir. Hak ve özgürlükleri içermeyen bir sorumluluk ve zorunluluk ise zorbalık ve güdü yönetimi olabilir ancak. Bu ikililer arasında, birbirini gerekçelendiren ve daha kapsamlı biçimlerde üreten böyle diyalektik bir bağ bulunur.
İnsanın insanlığı gerilediği ve zayıfladığında, ortada sadece insancık kalır. İnsancıklardan oluşan topluluğa da toplumcuk diyebiliriz (sürü de denilebilir). İnsancıkların, aslanlar arasından geçen ceylan sürüsü kadar hak ve özgürlükleri olabilir ancak.
İnsan oldukça zayıf bir canlı türü. On binlerce yıllık yaşam mücadelesinde kültürel evrimi, yani insanlığı geliştirerek ayakta kalabilmiş. İnsanlık değerleri yıkıldıkça insanın bütün zavallılığı da ortaya çıkar: Şiddete eğilimlilik ve yanı sıra şiddete tapınç, yaşam korkuları ve güvenlik kaygıları, kendisi gibi olmayana karşı tedirginlik ve giderek düşmanlık, alışkanlıklara ve geleneksele dönüş, koyunlaşma ve yanı sıra kurtlaşma, içe kapanıklık, bireycilik, eğilip bükülme eğilimleri vs. vs… Kısacası: insancık! Bu güdüleri toplumsal ve ideolojik kavramlarla ifade edersek, etnikçilik, dincilik, milliyetçilik… Kısacası: toplumcuk!
***
Toplumsal sistemler ilerici oldukları dönemlerinde üretici güçleri (en önemli üretici güç insandır) geliştirirler, hak ve özgürlüklerin kapsamını genişletirler ve insanlığa katkı yaparlar. Sınırlılıklarının belirginleştiği ve giderek gericileştikleri dönemlerde ise insanlığın kazanımlarıyla karşı karşıya gelirler ve insanın insancığa dönüşmesine neden olurlar.
Burjuva uygarlığının şafağında Modernizm, Bilimsel Devrim ve Aydınlanma, insanlığa büyük kurtuluş umutları, büyük çözümler ve yepyeni bir evren ve toplum modeli sundu. Toplumların ilerlemesi ve gelişmesi için farklı bir yol haritası çizdi. İnsan kendi aklıyla, doğayı, evreni, toplumu kavrayabilir ve dönüştürebilirdi; doğaüstü bir gücün yönlendirmesine ihtiyacı yoktu. Genç burjuvazi umutluydu, dinamikti, maceracıydı ve ilerlemeciydi. Bu umudunu toplumun diğer katmanlarına da aşılayabilmişti.
Günümüzün küresel burjuvazisi ise, gençlik dönemindeki bütün bu niteliklerini küpeşteden attı. Büyük çözümler, kurtuluş ideolojileri, ilerleme, gelişme, üretim, doğanın kavranabileceği anlayışı, umut, bütün bu kavramlar post-modern burjuvazinin hedef tahtasına oturtuldu.
Küresel burjuvazinin başat ideolojilerinden neo-liberalizm, sermayenin -anası olan- emekten kopuşunun, emeğin prangasından kurtuluşunun kara ütopyasını düşlerken, post-modernizm, burjuvazinin gençlik çağının ürünleri olan Bilimsel Devrim ve Aydınlanmaya, Aydınlanmayı burjuva sınırlılığından kurtarıp gerçek içeriğine kavuşturmayı hedefleyen Sosyalizme, yani son 500 yıldır insanlığın en büyük iki kazanımına savaş açtı.
Belirlenemezciliğin, mistisizmin, kaderciliğin, karamsarlığın, bilimdışılığın, dinciliğin başat olduğu bir düşünsel ortam yaratıldı.
Küresel burjuvazi kendi toplumunu da yarattı: Bireycileşmiş, ortak davranış ve dayanışma ruhunu yitirmiş, kendisi gibi olmayandan korkan ve düşman kesilen, cahil bıraktırılmış, kitle iletişim araçlarıyla uyutulmuş, maymunlaştırılmış, sistemin koyunu ve birbirinin kurdu olmuş, küçük bireysel anlık hazlarından ötesini düşünemeyen, gelecek umudunu yitirmiş, yetinmeci, kaderci ve mistik insancıklardan oluşan bir toplumcuk.
Gerek ülkemizde gerekse tüm dünyada yaşanan süreç budur ve bu tam anlamıyla bir uygarlık krizi durumudur.
***
Tepede, neredeyse bir toplumsal sınıf olma niteliğini bile kaybetmiş, üretimden kopmuş, ama dünya kaynaklarının ve insan emeğinin üzerine çökmüş, artık bir kabuk haline dönüşmüş çok küçük bir azınlık; aşağıda derece derece insancıklar…
Tepede, insanlığın bütün kazanımlarından kendi meşrebi çerçevesinde yararlanan bir elit azınlık, aşağıda bu kazanımlardan mahrum bırakılmış yığınlar…
Bu, sürdürülebilir bir durum değildir. İnsancıklar uzun süre elitizm ile zapturapt altında tutulamazlar. Yukarısı ile aşağısının o kadar da kopuk olmadığı yanılsamasının yaratılması ve insancıkların havasının alınması gerekir. Üzerindeki baskıyı fark eden kölelerin, köleliği yeniden içselleştirmesinin bir yolu bulunmalıdır.
Elitizmin en kaba ve iğrenç biçimi olan popülizm, bu noktada sistemin bir emniyet supabı olarak devreye girer. En dipteki insanın serbest kalmış güdülerine hitap eden; kendisini, onların başarmış bir üyesi olarak lanse eden popülist liderler bu ortamda ürer.
İşte Türkiyede Erdoğanı, ABDde Trumpı öne çıkaran süreç budur. İnsancık yığınları açısından Toplumsallaştırılmış Stockholm Sendromu da diyebiliriz buna. Düzen açısından ise, Clintonlar sistemin elitist yüzüyse, Trumplar da popülist yüzüdür.
***
Peki, bu çürümüş sistem, elitizm-popülizm döngüleriyle devamlılığını sağlayabilir mi? Bir süre idare edebilir. Fakat her döngü biraz daha köşeye sıkıştırmaktadır sistemin sahiplerini. Her defasında daha riskli tedbirler almak zorunda kalmaktadırlar.
Bir kere bu döngüler yatay iç kutuplaşmaları giderek keskinleştiriyor. Toplum sözleşmeleri berhava oluyor. Bir arada yaşayamayan, birbirinden nefret eden, farklı çağları yaşayan insancık kutupları oluşuyor. Bu tehlikeli gerilim, sistemi de devam ettirerek nasıl alt edilecektir?
Öte yandan küresel köyün meydanı da boş değildir. Birbirinin ümüğünü sıkmak için bekleyen emperyalist devletler ve bloklardan oluşmaktadır küresel köy.
Kısacası, Trumpların devamı, günah keçileri yaratılarak tehlikeli iç gerilimler ve belki de iç savaş, bu da yetmezse dış savaştır, dünya savaşı da dahil… Küçük bir örneğini Erdoğan Türkiyesinde yaşıyoruz.
***
Peki, çare?
Çare, devrimci bir sınıfın, insanlığın binlerce yıllık kazanımlarını içselleştirmiş öncüleri vasıtasıyla bu döngülere bodoslama müdahalesi ile gelebilir ancak. İnsancıkların tekrar insanlaşmasının ve insanlık ile buluşmasının başka bir çaresi yok.
Gerilimler, kutuplaşmalar, iç savaşlar, dış savaşlar, dünya savaşları ile dolu bu süreçte bu tür müdahaleler için de fırsatlar doğacaktır ister istemez.
Doğanın ve evrimin kör bir çaresi olabilir mi, bilemiyorum; bunu tartışmanın da bir alemi yok zaten. Biz, işi evrime bırakmadan devrim ile çözmenin peşindeyiz; insan türü ve insanlık adına!