Yeni bir hesaplaşma dönemi açılıyor.
Cumhuriyet Mitinglerini birinci, Haziran Ayaklanmasını ikinci hesaplaşma dönemi olarak tanımlarsak, referandum ile açılacak süreç de üçüncüsüdür.
Halk açısından Cumhuriyet Mitingleri yenilgiyle, Haziran Ayaklanması ise pat durumu ile sonuçlandı. Bakalım üçüncüsünde ne olacak.
Sürece bütün olarak bakarsak, her hesaplaşma dönemine halk daha kuvvetli ve yeni güçleri kapsayarak giriyor. Üstüne katarak ilerliyor halk hareketi.
Referandum sürecinde Başkanlık anayasasına hayır sloganı altında toplanan cephe, Haziran Ayaklanmasında oluşan cepheden daha geniştir. Daha da önemlisi, şimdiye kadar karşı cephede yer alan bazı güçlerin halk cephesine meylettiği görülüyor. O cenahta bir o kadar da kafası karışan, tarafsızlaşan ve kararsızlaşan bir kitle var.
Peki, halk saflarına katılma eğilimi gösteren bu kitleler kimlerden oluşuyor? Şimdiye kadar AKPye ve MHPye oy verdiklerini biliyoruz. Dolayısıyla İslamcı ve milliyetçi ideolojilerden yoğun olarak etkilendikleri tahmin edilebilir.
Ama bu noktada iki sorunun yanıtına yoğunlaşmalıyız:
1) Etkilendikleri ideolojilerin has partileri açıkça evet çağrısı yaparken bu insanlar neden hayıra eğilim göstermişlerdir? Ne olmuştur da şimdiye kadar oy verdikleri ve peşinden gittikleri partilerinin yönetimlerine bayrak açma noktasına gelmişlerdir?
2) Bu kitlenin sınıfsal konumu nedir? Kimdir bunlar? Burjuvalar mı? Orta sınıflar mı? Emekçiler mi? Çoğu işsiz ve yarı-işçi olan varoş gençliği mi? Bu sınıfların büyük kentlerde yaşayanları mı, taşralı olanları mı? (Solculuğun, Marksistliğin bu klasik sorularını sormayalı ve yanıt aramayalı ne kadar çok oldu.)
Elimizde ne yazık ki bilimsel veriler, istatistikî sonuçlar yok, dolayısıyla kesin bir şey söyleyemeyiz. Ama kısıtlı gözlemlerimizden yola çıkarak bazı çıkarımlar yapabiliriz. Bu yazı bir zihin jimnastiği, bir olasılık araştırısı olarak okunsun.
***
On yıl önce büyük kentlerde milyonları harekete geçiren cumhuriyet mitinglerinin katılımcıları esas olarak cumhuriyet rejimindeki nispeten itibarlı ve ayrıcalıklı konumlarını yitirmek istemeyen meslek sahibi ve eğitimli kentli küçük burjuva kesimin üyeleri ve onların çocuklarıydı. Büyük işyerlerinde çalışan sanayi proletaryasının da örgütsüz bir biçimde harekete katıldığını söyleyebiliriz. Bu nedenle hareket büyük kentlerle sınırlı kaldı; hatta o kentlerin yoksul ve işsiz kesimlerinin doluştuğu varoşlarını kapsayamadı.
2013 Haziran Ayaklanmasında ise hareket büyük kentlerle sınırlı kalmadı, yurt sathına yayıldı. Harekete cumhuriyet mitingleri kitlesinin yanı sıra geniş emekçi kesimler de katıldı ve gelecek kaygısını yoğun olarak hisseden eğitimli gençler eylemlere damgalarını vurdular. Haziran, kent varoşlarına yayılma eğilimi göstermesine karşın, bu geniş kitleler yine de esas olarak hareketin dışında (hatta ağırlıkla karşısında) kaldılar.
Cumhuriyet mitingleri ile Haziran Ayaklanması arasındaki en önemli fark, birincisi daha çok geçmişi korumacı, kollamacı bir nitelik taşırken ikincisinde geleceği isteme temasının belirgin biçimde öne çıkmasıydı.
Olası bir üçüncü halk hareketi dalgası, bütün bu kesimlerin yanı sıra, başta büyük kenttekiler olmak üzere varoşlardaki işsiz ve yarı-işçi genç kitlelerin ve sınıf düşme tehlikesini derinden hisseden küçük esnafın anlamlı bir bölümünü de kapsayabilir.
Bu insanlar şimdiye kadar AKPnin ve MHPnin tabanını oluşturdular. Bugün bu taban içinde memnuniyetsizliğin arttığı ve yavaş yavaş kopmaların yaşandığı görülüyor. AKP ve MHP içindeki hayırcıların bu kesimlerden (varoş kitlesi ve küçük esnaf kesimi) geldiği söylenebilir. Ve bu eğilimin nedeni esas olarak ekonomiktir.
***
AKP 15 yıldır iktidarda. Neredeyse bir kuşağı kapsayacak uzunlukta bir süreç. Öte yandan sıradan bir iktidar değildir bu; AKP marifetiyle bir rejim değişikliği yaşanmıştır. Dolayısıyla, toplumun yüzde 40-50sinin kökten karşı olduğu ve kesinlikle benimsemediği, ama yüzde 50-60ının da benimsediği ve kabullendiği bir AKP Türkiyesinden söz edilebilir.
Toplumumuzu kesen temel fay hattı bu iki Türkiye (AKP Türkiyesi ile anti-AKP Türkiyesi) arasından geçmektedir, halen de öyledir. Ama bugün yıkıcı depremler üretme potansiyeli taşıyan yeni bir fay hattı daha oluşmaktadır: AKP Türkiyesi içi bir fay hattı. Halk diliyle AKP Türkiyesindeki zengin-yoksul çelişmesi de diyebiliriz buna.
AKP 15 yıllık iktidarını ve birçok badireler atlatmasını, toplum içindeki desteğine borçlu. Bu destek hem eski büyük sermaye çevrelerinden, hem AKP şemsiyesi altında palazlanan yeni büyük burjuvaziden, hem de toplumun en alt kesimlerini oluşturan varoşlardan ve küçük esnaftan geldi.
Paradoks gibi gözükebilir ama, eski cumhuriyet rejiminde kenarlara sürülmüş, hor görülmüş, kimsesiz kalmış en yoksul kitleler, AKPnin sunduğu değişim imajından etkilendiler (çünkü bunu sunan başka bir odak yoktu) ve Erdoğan şahsında başarılı bir rol-modeli buldular. İşte aslında büyük bir yanılsamayı yansıtan (ki her sağ popülist iktidar böyle bir yanılsamaya dayanır) bu tablo artık sarsılmaya başlamıştır.
15 yıl geçti. AKP Türkiyesinin çok küçük bir kesimi büyük bir hızla ve inanılmaz bir yırtıcılıkla/yıkıcılıkla palazlandı ve büyük burjuvaziye dahil oldu. Bu vahşi zenginleşmenin küçük bir kısmı, akmasa bile damlayarak da olsa, AKPnin asıl tabanını oluşturan yoksul ve işsiz kesimlere aktarılabilseydi (ki ilk yıllarda böyle bir durum vardı), dinin afyonlaştırıcılığı eşliğinde, mevcut tablo fazla bulanmadan ve sarsılmadan devam edebilirdi. Bir kazanan, bin kazananı görmeyebilir, sindirebilir.
Ama artık deniz bitti. AKP Türkiyesinin kaymağını çok küçük bir kesim yedi. AKP yoksulları ise daha da yoksullaştılar, iş bulmak bir yana işsizlik katlandı. İş bulanları ise, üç kuruşa bu zenginlerin kapısını bekleyen, bekçiliğini yapan, öldüren ve ölen, gelecekten bir beklentisi kalmamış robotlara dönüştüler.
Kasımpaşanın çamurlu sokaklarından ülkenin tepesine uzanan başarı öyküsünün yerinde, bugün, saraylarda oturan, yüzlerce korumayla gezebilen, yetmedi sultanlık isteyen, bütün yakın çevresini semirtmiş olumsuz bir figür bulunmaktadır. En alttakilerin rol-modeli, en üsttekilerin kibirli temsilcisine dönüşmeye başlamıştır.
Yavaş yavaş belirginleşen fay hattı budur ve kendini ilk olarak referandumda hayır oyu vererek gösterebilir. Tabii ki kırmak için her şeyi deneyecekler, ama bu çizgiyi uzatırsak (uzatabilirsek) belirecek olan Varoşların Haziranıdır!
AKP (ve MHP) içi bir sınıf çatışması, AKPnin yoksullarının zenginlerine isyanı yaşanabilir. Burada patlak verecek bir isyanın, anti-AKP Türkiyesinin mızrak ucu olma olasılığı da vardır. Taşlar yerine oturacaktır böylece…
***
Bu kitlelerin çok ağır yükleri var. Yıllar boyu İslamcılığın, gericiliğin ve ilkel milliyetçiliğin etkisi altında kaldılar. Fakat aynı zamanda sınıfsal konumları gereği güçlü bir düzen karşıtı potansiyele de sahipler. AKP hem rejimi yıkarken onların bu düzen karşıtı potansiyelini kullandı, hem de onları düzen içinde tutan bir havuz işlevi gördü. Büyük burjuvazi tarafından desteklenmesinin önde gelen nedenlerinden biri buydu.
Fakat bu kitleler önünde sonunda siyaset sahnesine çıkacaklar. Bu gücü dikkate almayan ve o kesimi kazanmaya yönelik ideolojik-politik mücadele vermeyen bir sol siyaset etkisiz kalmaya mahkûmdur. İşte başkanlık dayatmasıyla açılan süreçte böyle bir fırsat doğmuştur. Onların yükleriyle uzlaşarak değil, düzen karşıtı potansiyellerini harekete geçirmeye çalışarak:
1) Türkiyeye sahip çıktığını net bir biçimde gösterip bu kesimleri de kucaklayan
2) Yoksulluğun nedenlerini herkesin anlayabileceği bir dille gündeme getiren devrimci bir çizgi bu kesimlerle dirsek teması kurma olanağı bulabilir.
Şimdilik bu kesimlere ve yeni oluşan fay hattına dikkat diyerek yazımızı sonlandıralım. Solun bu kesime yönelik politikaları ve yaklaşım tarzına ilişkin kafa yorulacak çok şey var. Bunu da başka bir yazıda tartışırız.