Ülkede bizzat AKP iktidarı ve Erdoğan tarafından yaratılan korku ve linç iklimini yaşıyoruz. Baskılara, katliamlara karşı en ufak bir tepki, barış ve demokrasi talebi bile devlet düşmanlığı ve vatan hainliği ile suçlanıyor. Tescilli bir faşist, vatansever pozlarda, barış isteyen akademisyenlerin kanlarıyla duş yapacağını ilan ediyor.
Yani bu vatan hainlerine ve vatansızlara ne yapılsa yeridir!
Madem öyle, şu vatan ve vatanseverlik kavramlarının tarih içindeki gelişimine kısaca göz atalım ve kimin vatan haini olduğunu belirleyelim.
***
Ortaçağda, bugün anladığımız anlamda vatan kavramı gelişmemişti. Aristokratlar için vatan, fethedilen ve haraç alınan toprak parçasıydı; özel mülkleriydi. Köylüler (serfler, marabalar) için ise vatan, yaşanılan ve üretim yapılan yer olmanın ötesinde bir anlam taşımıyordu. Köylünün yurdu (dolayısıyla ufku da), köyü ve yakın çevresinden ibaretti.
Modern anlamda vatan kavramı Avrupada burjuva demokratik devrimlerle ortaya çıktı. Burjuvazi için hakim olduğu kapitalist pazarın sınırları anlamına geliyordu. Demokratik devrim ilerledikçe ve eskiden derebeyinin serfleri konumundaki köylüler giderek proleterleşip emekleriyle bu kapitalist pazara dahil edildikçe, onlar da bu vatanın bir parçası, yani vatandaş oldular. Vatandaşların tümüne birden de ulus dendi.
Demek ki o dönemde bir vatan oluşmasının temel şartı ortaçağ ilişkilerinin köklü bir biçimde tasfiyesiydi. Bunun üstyapıdaki yansıması da tavizsiz bir laiklikti.
Feodal ilişkileri tasfiye eden devrimci burjuvazi vatanseverdi; varlık şartı olan pazarını rakiplerine karşı büyük bir kıskançlıkla korumaktaydı. Küçük köyünden kopup sanayi bölgelerine doluşan proleterler için ise emeklerini Fransız, Alman veya İngiliz burjuvalarına satmak arasında fazla bir fark bulunmuyordu. Proleterler burjuva devlet tarafından icat edilen milliyetçi ideoloji ile bir arada tutuldular.
Aristokrat sınıfları tasfiye ettikten sonra gerici ve sömürücü yüzü giderek açığa çıkan ve kendi pazarını koruma uğruna milliyetçi ideoloji ile halkları birbirine kırdıran burjuvaziye karşı Marx ve 19. yüzyılın Avrupalı sosyalistleri, çeşitli milliyetlerden işçi sınıfları arasında sınıf kardeşliğini ön plana çıkaran bir strateji izlediler.
Marx ve Engelsin Manifestoda sarf ettikleri işçinin vatanı yoktur sözü bu stratejinin ürünüydü. Sosyalistler, halkları birbirine kırdıran gerici burjuva milliyetçiliğinin karşısına enternasyonalizm ve sınıf kardeşliği bayrağı ile çıktılar. İşçinin vatanı tüm Avrupaydı.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında da, başta Lenin ve Bolşevikler olmak üzere, Kautsky ve yandaşlarının dışındaki tüm sosyalistler, emperyalist burjuvalarını desteklemeye ve paylaşım savaşına karşı çıktılar, gerici savaşı iç savaşa çevirme stratejisi izlediler; kendi emperyalist burjuvazilerini hedef aldılar. Bu strateji başarılı oldu ve Ekim Devrimi gerçekleşti.
***
Vatan kavramının Ezilen Dünyadaki (bizimki gibi ülkelerde) öyküsü ise Avrupadan bazı farklılıklar taşır.
Öncelikle ortak olan noktaya değinelim: Tıpkı Avrupada olduğu gibi, Ezilen Dünyada da, vatandaşlardan oluşan bir vatanın temeli ortaçağ ilişkilerinin (saltanatın, hilafetin, her türlü tarikat ve cemaatin, ağalığın, beyliğin vb.) demokratik devrimle tasfiyesi, dinciliğe dayalı kul ideolojisinin silinmesi ve laik bir devlet ve toplum yapısının hayata geçirilmesidir.
Bu, olmazsa olmaz koşul! Şimdi farklılıklara geçelim.
Ezilen Dünyada vatan kavramı ve vatanseverlik bilinci, Avrupalı sömürgecilere ve esas olarak emperyalist saldırıya karşı direniş içinde ortaya çıktı. Eskiden büyük feodal imparatorluklar altında bir arada yaşayan halklar, emperyalist saldırı ile bu imparatorluklar yıkılmaya başladığında, kendi yurtlarını bu saldırıyı göğüsleyerek oluşturdular.
Ezilen Dünyadaki vatanlar, kapitalist pazarlar olarak değil, emperyalist sömürüden şu veya bu düzeyde kurtarılmış bölgeler, yani ortak yurtlar olarak ortaya çıktı. Bunun en güzel örnekleri, Ekim Devriminin hemen ertesinde ve daha sonra 2. Dünya Savaşı sırasında bütün Sovyet halklarının proleter iktidar önderliğinde ortak yurtlarını emperyalist saldırılara karşı korumaları ile Çanakkale savunmasından başlayıp Kurtuluş Savaşı ile sonlanan süreçte iki büyük bileşenin, Türkler ile Kürtlerin ortak yurtlarını birlikte savunup kurtarmalarıdır.
Görüldüğü gibi Ezilen Dünyada, vatan savunması ve vatanseverlik ile halkların eşitliği ve birliği kavramları, Avrupadaki gibi birbirine zıt değil, birbirini bütünleyen süreçler olarak oluştu. Anti-emperyalizm, vatanseverlik ile kardeşliğin aynı potada erimesinin yolunu açtı. Ezilen Dünyanın bu niteliği (vatanseverlik ile kardeşliğin aynı potada eriyebilmesi), geleceğin dünya toplumunu yaratmak için çok önemli bir dayanak noktasıdır.
Kısacası bizimki gibi ülkelerde vatan sorunu, 1) Avrupada olduğu gibi, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin demokratik devrimle tasfiyesi; 2) Emperyalist tahakküme karşı bağımsızlık; 3) Yan yana ve iç içe yaşayan çeşitli halkların uluslaşma süreçlerinin birbiriyle kesişmesinin getirdiği çelişkilerin eşitlik ve özgürlük temelinde çözülmesi sorunuydu.
Tabii bu süreç düz ve engebesiz değil. Ortak vatanların emperyalizmden kurtarılarak kurulmasından sonra, bu bölgelerde oluşan iktidarların sınıfsal nitelikleri ve izledikleri yol belirleyici oldu.
Türkiye de dahil olmak üzere bazı bölgelerde kapitalist yola girildi. Kendi pazarını (19. yüzyıl Avrupasındaki gibi) kurma sevdasındaki Ezilen Dünya burjuvazisi, bu pazarı kardeşi aleyhine kurmakta ustaydı ama, pazarını emperyalistlere karşı koruyacak güçten de yoksundu.
Ezilen Dünyanın kapitalist yola girdiği bölgelerde, bazı yerlerde en baştan, bazı yerlerde ise süreç içinde, bağımsız değil, emperyalizme bağımlı piyasalar oluştu. Ezilen Dünya burjuvazisi ne vatansever olabildi ne de kardeşliği ve vatanın ortaklığı perspektifini koruyabildi; tarihsel olarak bu güçten ve bu nitelikten uzaktı. İşbirlikçi ve milliyetçi oldu. Yurdun kuruluşundaki iki temel niteliğe de (vatanseverlik ve kardeşlik) ihanet etti. Bu sürecin en berrak biçimde yaşandığı coğrafyalardan biri de Türkiyedir.
Dolayısıyla Ezilen Dünya vatanlarının kuruluşundaki ilkeleri (yurtseverlik ve kardeşlik) koruyabilme ve geleceğe taşıyabilme potansiyeline sahip olan sınıflar, yani vatansever sınıflar, başta proletarya olmak üzere emekçilerdir. Hem de kardeşlik ile sentezlenmiş, kardeşlik yani ortak vatan anlayışı olmadan yaşayamayacak bir vatanseverlik. Anti-emperyalizmin verimli potasında oluşan bir vatanseverlik. Milliyetçiliği ve etnikçiliği reddeden bir vatanseverlik.
***
O halde toparlayalım, kimdir vatansever, kimdir vatan haini?
Osmanlı ve saltanat hayranlığını körükleyenler, laikliğin köküne kibrit suyu ekenler, tarikatları, cemaatleri, tekkeleri, zaviyeleri savunanlar vatan hainidir; cumhuriyeti ve laikliği savunanlar vatansever.
Emperyalistlerle işbirliği edenler, bölgede onlar adına taşeronluk yapanlar, ülkeyi onların saldırı üslerine açanlar vatan hainidir; bağımsızlığı ve barışı savunanlar vatansever.
Çeşitli milliyetlerden insanlar arasında düşmanlık körükleyenler, milliyetçilik ve mezhepçilik yapanlar vatan hainidir; eşitlik ve özgürlük temelinde kardeşliği, birliği ve ortak vatanı savunanlar vatansever.
Şimdi anlaşıldı mı, barış ve kardeşlik isteyen akademisyenler, çocuklar ölüyor! diye haykıran kadınlar mı vatan haini, yoksa onları aydın müsveddesi diye suçlayanlar ve kanlarıyla duş yaparız diye tehdit eden it kopuk takımı mı?
Bu vatan bağımsızlıktan, laiklikten, cumhuriyetten, eşitlikten, özgürlükten, kardeşlikten, barıştan, emekten yana olanlarındır. Emekçilerindir.
Bu memleket bizim! Doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle… Bugün iktidara çökmüş de olsalar, iktidarın gücüyle tehditler de savursalar memleketimizi bu vatan hainlerine bırakmayacağız!