Ülkemiz ve bölgemizdeki savaş ve çatışma ortamı insanı ister istemez günlük, hatta anlık gelişmelere çekiyor, darlaştırıyor, ufkunu sınırlıyor, altta akan temel süreçleri düşünmekten alıkoyuyor, yani sosyolojiden uzaklaştırıyor.
Oysa günlük olayları anlamlandırabilmek, süreci kavrayabilmek için, -hele bir de politika yapmak gibi bir iddia varsa- biraz geri çekilip kuşbakışı yaklaşabilmek gerek olaylara. Yoksa hayhuy içinde şaşkına dönmek, oradan oraya savrulmak kaçınılmaz.
Kaldı ki, sosyolojik yaklaşımdan çok fazla uzaklaşan politikalar, kısa vadede başarı kazansalar bile orta ve uzun vadede çıkmaza gireceklerdir. Politika sosyolojiyi değiştirebilir, ama onunla uyum içinde olursa; eğer zıtlaşırsa sosyoloji politikayı önünde sonunda alt eder ve hizaya sokar.
Güneydoğu il ve kasabalarında yaşanan iç savaş ne tür gelişmelere yol açabilir, Kürt sorunu hangi olası yollara girebilir, bu çatışmaların orta-uzun vadede sonuçları ne olur; bu sorular üzerine düşünmenin zamanıdır. Bir köşe yazısında bunu hakkıyla yapma olanağı yok; dolayısıyla aklımız erdiğince bazı öngörülerde bulunup bazı sorular ortaya atacağız ve birlikte zihin çalıştırmaya davet edeceğiz okurları.
***
1) AKP iktidarı ile PKKnın taraflarını oluşturduğu bu savaşın kazananı kim olabilir? Görünüşte güvenlik güçleri başarı kazanmakta, ciddi bir direnişle karşılaşsa bile sonuçta kentleri ele geçirmekte ve PKK ağır kayıplar vermektedir. Ama sadece görünüşte…
PKK, pratik sonucu belli olan bu kent direnişlerine neden ısrarla devam ediyor? Bu direnişler hangi stratejinin adımlarıdır? PKK yönetimi belli ki bu savaşta siyaseten güç kazandığını düşünmektedir ve kanımca bu doğrudur da.
Kısa vadede, hem AKPnin hem de PKKnın, yani savaşan iki tarafın da siyaseten güç kazandığı söylenebilir. Savaş, hem de bu yoğunlukta bir savaş, kesinlikle Kürt sorununun çözümü değildir; ama savaş, savaşçıların öne çıkmasına hizmet etmektedir.
PKK, Kürt halkının tek temsilcisi olduğunu, gerek Türk devleti, gerek Kürt halkı, gerekse uluslararası kamuoyunda tescil ettirmiştir. Devletin, barışçıl ve parlamenter yoldan mücadele koşullarını ortadan kaldırması, hem mücadele etmek isteyen Kürtün gidip PKKyı bulmasına, hem de PKKnın devletin karşısındaki tek muhatap olarak kalmasına yol açmıştır, açacaktır. Kiminle savaşıyorsanız onunla barış yaparsınız.
Herkesin gördüğü gibi AKP de kısa vadede güç kazanmaktadır. 7 Haziranda kaybetmeye yüz tutan iktidarını iç savaş çıkartarak 1 Kasımda yeniden sağlamlaştırmış, parlamenter rakipleri olan MHPyi gereksizleştirmiş, HDPyi zayıflatmış, CHPyi ise etkisizleştirmiştir. Şimdi topladığı bu güçle yeni anayasayı ve başkanlık sistemini dayatmaya hazırlanmaktadır.
Peki, orta vadede? Savaş politikanın aracı olduğuna ve ilelebet süremeyeceğine göre bir süre sonra politikaya geri dönülecektir. Hem AKPnin hem de PKKnın kazançlı olma durumu özel bir durumdur ve uzun süremez.
PKK hem savaş hem de barış yapabilir; farklı seçenekler üretebileceği bir manevra alanı var. Fakat Erdoğan ve AKP Hükümeti barış yapma yeteneğini giderek yitirmektedir. Erdoğanlar, tıpkı Suriyede olduğu gibi, biraz da zorunlu olarak, kendilerini tek seçeneğe kilitlemiş görünüyorlar: HDPnin bitirilmesi, PKKnın askeri ve daha önemlisi siyasal olarak tasfiye edilmesi. Ama bu yolda kesin başarı kazanmaları hemen hemen olanaksız görünüyor. Kaldı ki, AKPnin hem zamanı hem de manevra alanı daralmıştır.
PKKnın, hedeflediği coğrafyada ciddi bir siyasal rakibi gözükmüyor. Türkiye halkının en az yarısının nefret ettiği, kendisini iktidara taşıyan güç odaklarıyla da arası açık olan AKP için ise çanlar çalmaya başlamıştır. Kısacası bu savaş PKKyı değil ama AKPyi bitirebilir (bitiren en önemli etkenlerden biri olabilir).
***
2) Toplumu daha fazla ilgilendiren daha geniş bir sürece bakalım: Türklerin ve Kürtlerin uluslaşma süreçlerine. Savaş bu süreci nasıl etkiliyor?
Türklerin ve Kürtlerin uluslaşma süreçleri ortaklaşabilir mi? diye bir soruyu tartışmıştık birkaç yıl önce. Tüm çelişkilere karşın böyle bir süreç uç verebilirdi. Yurtsever-demokratik bir halk hareketi oluşuyordu (2013 Haziranında da doruğa çıktı) ve Kürt hareketi de ayrılma söylemini bırakmış, Türkiyelileşme söylemini kullanır olmuş, hatta demokratik ulus gibi bir tez ortaya atmıştı. Kanımca yine böyle bir sürece girecektir (girmek zorundadır) Türkiye toplumu, ama AKPnin 6 aydır başlattığı savaşın tam ters bir etki yarattığını, aşılması gereken zorlukları katladığını da teslim etmek gerekir.
Aslına bakılırsa, yaşanan savaş Kürtlerin uluslaşma sürecini hızlandırmaktadır. AKP Kürtleri ulus yapmaktadır! Fakat ne yazık ki arzu edilen yönde değil, Türklerden koparak, birlikte yaşamaya mecbur olduğu kardeşine düşmanlaşarak uluslaşıyor Kürtler. Toplumda kapanması çok zor yaralar açan, emperyalist müdahalelere çok açık, son derece tehlikeli bir süreçtir bu. Erdoğanlar, iktidarlarını korumak için, böylesi kan kokan bir süreci tetikliyorlar.
Sonuçta ne olmaktadır? Kentler acımasızca yakılıp yıkılmakta, taş üstünde taş kalmamakta, on binlerce insan evinden yurdundan kopmakta, araya kan girmekte ve iki milliyetten halk birbirine düşmanlaşmaktadır.
Kürt illerine yapılan hunharca saldırıya direnen, hendek ve barikatlarda savaşan ve can verenlerin çoğunluğu deneyimli PKK gerillaları değiller. İçlerinde böyle unsurlar var tabii, ama çoğunluğu hiçbir dağ ve gerilla deneyimi bulunmayan Kürt gençleri, 15-20 yaşlarındaki çocuklar. Bu çok önemli, çünkü bir gencin ölümü bütün bir aileyi, bütün arkadaşlarını ve giderek bütün halkı kemikleştirir.
Gerilla savaşçıdır, savaşır ve ölür; o bu yolu seçmiştir, bunun için eğitilmiştir. Ama bir gencin direnişte ölümü başka bir şeydir, farklı bir tepki doğurur. Tıpkı Berkinin veya Ali İsmailin ölümünde oluşan tepki gibi. Batıda pek fark edilmiyor ama oralarda oluşan ruh hali budur.
Uluslar da gerillaların ölümüyle değil, gençlerin ölümüyle oluşur. Ne kadar çocuk öldürdüyseniz, onun en az on katı gerilla adayı yaratırsınız. Bu sosyolojik olguyu, bu kısır döngüyü göremiyor veya görmek istemiyor Türk devleti. PKK da cepheyi dağdan kentlere indirerek bu eğilimi hızlandırıyor. Somut sonucu belli olmasına karşın hendek savaşında ısrar etmesinin nedenlerinden biri bu olsa gerek.
Dahası, AKPnin şiddete dayalı politikaları -Kürtleri uluslaştırıyor ama- Türkleri ve Türkiyeyi dağıtıyor. Hem Türkiyeyi bölüyor hem de Türkleri.
Bir yandan toplumda gerici, etnik milliyetçi, şoven ve intikamcı eğilimleri güçlendiriyor; diğer yandan ister istemez, açıkça dillendirilsin veya dillendirilemesin, neden ölüyor bizim Mehmetçikler? sorusu akılların bir kenarına düşüyor. Neden çocuğum Cizrede, Surda savaşarak ölsün ki? Bu soru giderek büyüyecektir. Hem Türkler ile Kürtlerin arasına kama girmektedir, hem de Türklerin kendi arasına…
Kısacası Türkler, Kürtlerle birleşmezlerse ulus ve vatan bütünlüğünü koruyamazlar. 100 yıllık aritmetiktir bu.
***
3) Çok önemli bir nokta daha var: Laiklik ve Aydınlanma. Yerimiz bittiği için bunu ayrı bir yazı yaparız. Ama konumuz bağlamında şunu belirtmeden geçmeyelim: Türkiyeyi parçalayan esas unsur dinci gericiliktir. Laik olmayan bir Türkiye parçalanır. Uluslar kullardan ve kıllardan değil, özgür bireylerden ve yurttaşlardan oluşur.
Daha önce çok yazdık, Batı toplumlarıyla bizim gibi toplumların uluslaşma süreçleri tarihsel olarak çok farklı niteliklere sahip. Ama evrensel olarak geçerli bir ortak nokta var ki, o da laikliktir. Çağımızda laiklikten vazgeçen toplumlar ufalanırlar ve sömürgeleştirilirler.
***
Biliyorum, bu yazı hiçbir tarafa yaranamayacak; kulağımız bolca çınlayacak. Zaten iddialı tezler olarak değil, bir zihin jimnastiği olarak okunsun. Bazı sorular yaratabildiysek, sağduyulu bir tartışmaya vesile olabildiysek ne âlâ…