“Yeni” nasıl doğar?

Ender Helvacıoğlu

Bilimsel Devrim, Kopernik’in, daha isabetli ve işlevli bir takvim hazırlayabilmek için güneş-merkezli bir model önermesi değildir.

Bilimsel Devrim, Galilei’nin cisimlerin hareketine ve Jüpiter’in uydularına ilişkin bulguları veya Kepler’in gezegenlerin hareketlerine ilişkin yasaları da değildir.

Bilimsel Devrim, Newton’un, bilyeden gökcisimlerine kadar tüm cisimlerin hareketini tek formülde açıklayan çekim yasaları da değildir.

Bilimsel Devrim, ne Machiavelli’in hükümdara verdiği öğütlerdir, ne Darwin’in tüm canlıların evriminin mekanizmalarını açıklayan teorisidir, ne de Marx’ın toplumların gelişimine ilişkin kuramıdır.

Bunların hepsi bilimde çağ açan olağanüstü buluşlar, keşifler ve kuramsal yaklaşımlardır. Ama hepsi birer sonuçturlar.

Bilimsel Devrim, köklü bir paradigma değişimidir. Gerçeğin nerede ve nasıl aranacağı sorusuna verilen, o döneme kadarkilerden faklı yanıttır.

İkisi çeliştiğinde hangisini kabul edeceğiz, kutsal kitapta yazılanları mı doğanın bize gösterdiklerini mi? Bilimsel Devrim, net bir biçimde “doğanın gösterdikleri” yanıtının verilmesidir.

Bilimsel Devrim, Galilei’nin teleskopunu gökyüzüne çevirmesidir. Gerçeği teleskopla aramasıdır, kutsal kitapla ve kutsallık atfedilmiş dogmalarla değil.

Galilei teleskopla gökyüzüne baktığında, bütün gökcisimlerinin Dünya’nın etrafında döndüğünü de görebilirdi. Ama bu yine de Bilimsel Devrim olurdu.

Bilimsel Devrim, Darwin’in 5 yıl boyunca dünyayı gezip, binlerce canlı örneğini ve fosilleri gözlemleyip incelemesidir.

Darwin, tüm canlı türlerinin ilk ortaya çıktıkları gibi hiç değişmeden günümüze kadar geldiklerini de gözlemleyebilirdi. Ama bu yine de Bilimsel Devrim olurdu.

Bilimsel Devrim, Machiavelli’in, politikaya yön verenin “olması gerekenler” değil “olanlar” olduğunu belirlemesidir.

Machiavelli monarşiyi de savunsaydı, politik ahlak diye bir şeyi tanımamış da olsaydı (ki öyledir), bu yine de Bilimsel Devrim olurdu.

Bilimsel Devrim, o döneme dek kullanılanlardan farklı bir yöntemin kullanılması, gökcisimlerinin hareketinden toplumların ve insanların davranışlarına kadar tüm olguların ve süreçlerin anlaşılabilmesi için farklı bir yaklaşımın uygulamaya sokulmasıdır.

Bilimsel düşünce ve yöntemin ilk kez, diğer düşünce biçimlerinden (büyüsel ve dinsel düşünce biçimlerinden) bağımsızlaşarak sistematikleştirilmesi, felsefesinin oluşturulmasıdır.

Farklı bir yöntem kullanıldığında o büyük buluşlar, keşifler ve kuramlar çorap söküğü gibi gelmiştir. Yeni astronomi, yeni fizik, yeni biyoloji, yeni siyaset, yeni bir toplum, yeni bir insan...

Aynı şeyi aydınlanma ve demokratik devrimler süreci için, toplumbilim ve siyaset alanında da söyleyebiliriz.

***

Peki, bu nasıl gerçekleşti? Daha teknik bir soru: Neden 16.-19. yüzyıllar arasında Avrupa’da gerçekleşti de başka bir zaman ve mekânda değil? Tesadüf müydü?

Bu soruya tarihsel materyalist bir yaklaşımla şu yanıtı veririz; ilk kez o dönemde o coğrafyada, iki temel sınıfın (aristokrasi ve serfler/köylüler) dışında yeni ve giderek iktidar talep edebilen bir sınıf, yani burjuvazi ortaya çıktı da ondan. Burjuvazinin serpilmesi ve ihtiyaçları, bilimsel ve düşünsel devrimin hem zeminini hazırladı hem de ondan beslendi.

Doğrudur bu yanıt; ama eksiktir. Vurgu sadece burjuvazinin gelişimine yapıldığında açıklanamayan yönler kalır. Hemen akla geleni, burjuvazinin neden başka bir yerde değil de 15.-16. yüzyıl Avrupa’sında ortaya çıktığıdır. Elbette dönemin Kuzey Amerika’sında veya Orta Afrika’sında çıkması beklenmez; ama 13. yüzyıl Anadolu’sunda, 15. yüzyılın ilk yarısında Çin’de ve Mağrip’te de benzer toplumsal gelişmeler yaşandığı bilinir. Neden oralarda değil de Avrupa’da?

Bu noktada dönemin Avrupa’sının ikinci bir özgüllüğü ortaya çıkıyor: Aristokrasinin ve temsil ettiği sistemin (haraçlı sistemler) diğer bölgelere nazaran zayıflığı. Yani Avrupa’nın “geriliği”, daha sonraki “ileriliğinin” nedeni olmuştur.

Buraya kadarkiler Avrupa’nın özgüllükleri. Bütün bu süreçlerin altında yatan çok daha temel ve evrensel bir olgu var; ezilen sınıfların (serflerin, köylülerin vb.) mücadelesi. Ezilen sınıfların aristokrasiye karşı başkaldırıları (Asya’da da, Avrupa’da da, Kuzey Afrika’da da görülen) evrensel bir olgudur ve gelişimin asıl motorudur.

Ezilenler, dönemin Avrupa’sının özgüllüklerinin yarattığı çatlaklardan faydalanarak zayıf aristokrasiyi önce zorlayıp sonra yıkabilmişlerdir. Yine Avrupa’nın özgüllükleri sonucu bu mücadele burjuvazi önderliğinde başarıya ulaşabilmiş ve kapitalizme geçilmiştir.

Koca koca konuları birer cümleyle geçmeyi bırakalım. Kısaca, şu tartışmalı ve günümüzdeki süreçler de göz önüne alınarak düşünülmesi gereken önermeyi yazalım: Modernite evrenseldir, ama Modernite’nin Avrupa yolu ilksel (“ilkel” desek de yanlış olmaz) ve yereldir. Dünyanın bütün toplumları Avrupa yolunu izlemek ve ille de bu yoldan geçmek zorunda değil. Modernite atılımları farklı toplumlarda farklı yollar izleyebilir ve sonuçlar (bilimsel devrimler, aydınlanma, demokratik devrimler, uluslaşma, hakim üretim biçimleri, sosyalizm anlayışları vb.) da elbette farklı olacaktır.

***

Ne kadar farklı? İşte bu soru günümüzün tartışmasıdır. İpuçları var tabii ki: 20. yüzyıl sosyalizm deneyleri. Fakat Paris Komünü 20. yüzyıl sosyalistlerine ne kadar esin kaynağı olabilmişse, bu deneyler de yeni modernite devrimlerine o kadar esin kaynağı olabilir. Hele son 30-40 yılın baş döndürücü toplumsal gelişmeleri göz önüne alınırsa… Yani hazır bir yanıt yok.

Fakat her halükârda yeni (ve bu kez çok daha kapsamlı) bir Modernite atılımı, yazımızın başında bilimsel devrim için söylediğimize benzer, var olandan köklü kopuşları içeren yepyeni bakış açıları, düşünce biçimleri, yaklaşımlar, kavramlar, yöntemler, araçlar doğuracak ve onların eşliğinde gelecektir.

Tarihe baktığımızda, bir kulvarda yaşanan tıkanıklıkların genellikle (aynı kulvarda yarışarak değil) başka bir kulvara geçilerek aşılabildiğini görüyoruz.

Yeni bir Galilei yeni bir araçla doğaya (ve topluma) baktığında belki de çok farklı şeyler görecektir. O zaman “tıkanıklık” dediklerimizin aslında “başlangıç” olduğu da fark edilecektir belki. Kim bilir? “İlim”in tıkanması “Bilim”i doğurmuştu, unutmayalım.

Biraz daha pratik lazım. Yani biraz daha musibet…