Düş Yoksunluğu

Gercem Altunordu

İnsanı ayakta tutan hayalleridir. Düşlerimiz olduğu sürece yaşama tutunuruz. Her dönemimizin belli başlı hayalleri vardır. Beş yaşındaki çocuk halimiz alfabeyi sökmeyi amaçlarken, on beş yaşında büyük adam olmanın hayalini kurarız. Yirmili yaşlarda aşkın her halini doyasıya yaşamayı düşlerken, otuzlarımızda doğacak olan çocuklarımızın geleceğini planlamaya başlarız. Emekliliğimizde görmeye meraklı olduğumuz tüm ülkeleri listelemek düşlerimizin en keyifli sıralarında yer alır. En nihayetinde bir ömrü refah, sağlık ve mutluluk içinde yaşamak için tasavvur ederiz.

Tüm bu düşleri kurabilmek için elbette bazı prensiplerin olması gerekir. Öncelikle güven ortamının sağlanması şarttır. Toplumdaki kişilerin geleceklerini güzel düşlerle inşa etmeleri için var oldukları siteme güvenmeleri elzemdir. Bu durum, güven üzerine kurulmuş gönül ilişkilerine benzetilebilir. Nasıl ki bir kadın ve erkek ilişkisinde güven olduğu sürece o bağlılık sapasağlamsa, güvenli bir ortamda kurulan tüm düşler de ayağı yere sağlam basar niteliktedir. Güven duygusu yitip gittiğinde kaygı ve endişe hissedilir. Dolayısıyla, bugününü dahi öngöremeyen bir insan geleceğini katiyen düşleyemez ve planlayamaz. Tarihten bu duruma örnek olarak Büyük Buhran dönemi verilebilir. Bu dönemde Amerika’daki işsizlik ve güven eksikliği, toplumun bireysel ve toplumsal hayallerini derinden etkileyerek uzun bir durgunluk süreci yaşamalarına neden olmuştur.

Düş kurabilmek için şart olan bir diğer önemli prensip bilgidir. Bilgi, ezelden beridir en büyük güçtü. Bundan sonra da insanoğlunun elindeki en büyük güç olarak kalacaktır. Bilgiye dayanarak atılan her adım doğru yönedir. Bizleri asla şaşırtmaz. Bu bağlamda, bilerek ve farkında olarak kurulan düşler çok daha gerçekçi ve ulaşılabilinirdir. Bilginin doğası gereği sadece bugüne değil, geleceğe yaptığı yatırım, dolayısıyla insanın sonu olmayan hayal dünyasını da besler ve büyütür. Gerçek bilginin ve liyakatin olduğu ve sürekli cesaretlendirildiği toplumlar geleceği büyük bir özgüvenle tasarlayabilirler. Örneğin, Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası bilgiye ve eğitime dayalı bir kalkınma modelini benimsemesi bir tesadüf değildir. Böylelikle, bilginin gücü sayesinde Japon halkı kendisini kısa sürede dünya ekonomisinde üst sıralara taşıyabilmiştir.

***

O halde şunu söyleyebiliriz ki, eğer bir toplum “düş yoksunluğu” yaşıyorsa o toplumda iki şeyin olup olmadığına bakın:

“Güven” ve “Bilgi”

Eğer bu iki prensipten uzaksa insan yığınları, umut yitimi çoktan baş göstermiştir. Umut yitimi demek, geleceğe dair hiçbir amaç beslememek anlamına gelir. Böyle bir ortamda kişiler yalnızca gününü kurtarmak için yaşarlar. Ne yazık ki, sağlam hiçbir değer üretilebilir değildir. 

Toplumda güvenin ve bilginin yerini liyakatsizlik, ayrımcılık aldığında insanlar birbirlerinden kopar ve toplumsal bağlılık zayıflar. Böyle toplumlarda ‘hayal eksikliği’ bir salgın gibi yayılır ve bireyleri, potansiyellerini gerçekleştirmekten uzak, yalnızca günü geçirmeye yönelik yaşam biçimlerine iter.

Dolayısıyla, düş yoksunluğunu önlemek adına;

Güven ortamını yeniden inşa etmek, toplumu bir arada tutmak için önemlidir. Bunun için şeffaf yönetim ve hesap verebilirlik gibi unsurlar öncelikli olmalıdır. Ayrıca, toplumsal güveni sarsan olaylara karşı yasal önlemler almak, bireylerin geleceğe dair hayaller kurmalarını teşvik edebilir.

Bir diğer taraftan, toplumun bilgi seviyesini artırmak için herkesin erişebileceği kaliteli eğitim olanakları sunulmalıdır. İnsanların bilgilerini güncelleyebileceği yaşam boyu öğrenme fırsatları yaratılmalı ve bireyler kendi düşlerini gerçekleştirmeleri için sürekli desteklenmelidir.