Son zamanların en popüler biyomedikal konuları arasında yer alan doku mühendisliğinin amacı, yapay doku ve organları oluşturmaktır. Oluşturulacak bu doğal veya sentetik doku ve organların temeli ilkin biyomalzemelerle atılır. Biyomalzemeler, implante edilebilen ve vücut ile sürekli veya belirli bir süre temas halinde olan materyallerdir. Vücut içerisine veya dışına implante edilen bu malzemelerin işlevlerini doğru ve sağlıklı bir şekilde yerine getirebilmesi için vücudun biyokimyasal ve fizikokimyasal ortamıyla uyum içerisinde olması gerekmektedir. Bu uyum, "biocompatibility", yani "biyouyumluluk" olarak adlandırılmaktadır.
Bir biyomalzemenin canlı organizmayla temas etmeden önce biyouyumluluğu test edilir. Tüm bu analizler, laboratuvar ortamında "in-vitro" olarak isimlendirilen çalışmaların ışığında gerçekleştirilir. Bu çalışmaların temelini "hücre kültürü" oluşturmaktadır. Hücre kültürü kısaca, canlı hücrelerin kendi doğal ortamları dışında ve laboratuvar koşullarında kontrollü şartlar oluşturularak yetiştirilmesidir. Kontrollü şartlardan kasıt, ortam pH'si, sıcaklığı, nemi ve hücrelerin çoğalıp büyümelerinde uyarıcı etkiye sahip olan büyüme faktörleridir. Uygun olan bu koşullar sağlandıktan sonra hücre ve biyomalzeme arasındaki ilişki takip edilir. Bu takip sonucunda, eğer hücreler ve biyomalzeme arasında mutlu ve sorunsuz bir ilişki varsa, hücreler biyomalzeme üzerinde çoğalır ve sağlıklı bir şekilde büyürler. İşte böyle bir durumda, malzemenin biyouyumluluğu ispat edilmiş olur. Aksine, sorunlu bir ilişkideyse hücreler ölür. Yani, malzeme biyouyumlu değildir sonucuna ulaşılır.
***
Toplum-yönetim ilişkisi de tıpkı hücre-biyomalzeme ilişkisine benzemektedir. Bu yüzden olacak ki, filozof Joseph de Maistre "toute nation a le gouvernement qu'elle mérite.", yani "Her millet, layık olduğu şekilde yönetilir." sözünü söylemiştir. Kimi toplumlar, hakkın, hukukun, adaletin, olduğu bir sistemde mutluyken, kimi toplumlar da haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir mekanizmada saadet içinde yaşarlar. Bazı toplumlar için insana verilen değer son derece mühimken, bazı toplumlar içinse bu o kadar da büyük bir önem arz etmemektedir. Fakat, neticede tüm toplumlar öyle ya da böyle yönetilme şekillerine razı gelmişlerdir, ki söz konusu yönetimler hala iktidardadırlar. Önemli olan toplum-yönetim arasındaki biyouyumluluğun yakalanmış olmasıdır. Aksi halde, uyumsuzluk belirir. Bu uyumsuzluk da beraberinde mutsuzluk getirir. Misal, canı monarşik bir yönetim isteyen bir topluma, zorla demokratik bir ortamı dayatamazsınız. Bu zorlama, huzursuzluk doğurur. Dolayısıyla, toplum ilk fırsatta bu dayatmaya meydan okur. Bunun tam tersi olarak, aklı ve gönlü özgürlükten ve insan haklarından taraf olan bir milleti, baskıcı bir yönetimle susturmaya kalkışırsanız o toplumdan anında sert bir tepki alırsınız.
Mikroskopik boyuttaki hücrelerle, makroskopik boyuttaki toplumlar arasındaki bu benzerliği bazı zamanlarda bozacak tek şey insana verilen akıldır. Özellikle, tercihini baskıcı ve zulmeden yönetimden yana kullanan toplumlar ne zaman olur da uyum sağladıkları bu ortama ve kültüre karşı koymaya cesaret ederlerse işte o zaman değişimin fitili ateşlenir. Zaten, bunun adı da devrimdir.