Her gün aynı rutinde olmak...
Aynı şeyleri tekrarlamak...
Gelmek ve gitmek...
Sıradan bir döngünün içinde yer almak...
Çoğumuzun her gününü anlatan şeyler aslında tüm bunlar. Birbirinin tıpkısı olan günler acımasızca geçerken, bizler de bu acımasızlığın altında biraz daha eziliyoruz. Evet, belki cüzdanlarımızı biraz da olsa dolduruyoruz; ancak diğer taraftan bizler eksiliyoruz. Son derece kıymetli olan hayatlarımız, kaynağı belirsiz bir sistemin içinde her geçen gün köreliyor. Bu karanlık sistem en büyük kötülüğünü zamanımızı çalarak gösteriyor. Bunu yaparken insanoğlunun en büyük zaaflarından biri olan parayı kullanıyor. Kazanmak ve daha çok kazanmak dürtüsüyle hareket eden insanoğlu, çalışmayı gereksizce yücelterek kendini gerçekleştirme idealinden vazgeçiyor.
Hal böyleyken;
Her sabah aynaya yansıyan mutsuz simalar oluyor...
Yorgunluk, insan bedeninin tek gerçeği olarak karşımıza çıkıyor...
Birbiriyle sohbet etmeye fırsat bulamayan bireyler, soluğu psikologlarda alıyor...
Akşam yemeğinde bir araya gelemeyen ailelerde yüksek sesler çıkmaya başlıyor...
Söz konusu sistem, nice kendini var edememiş kişilerle dolup taşıyor...
Bu sistem, yalnızca düzenin bu şekilde olmasını isteyenlerin işine yarıyor. Sadece onları mutlu ediyor. En baştakilerin görkemli kasaları biraz daha dolarken, zavallı bizler çoğu zaman sadece karın tokluğu için tüm hayatımızdan oluyoruz. Çünkü, bize kısıtlı olarak verilen en değerli varlığımız olan zamanımızdan veriyoruz.
Böylece;
Hiçbir şeye zamanımız kalmıyor. Ne oturup sakince düşünmeye, ne de ağız tadıyla bir kahve içmeye... Çalışmanın en yüce değer olarak benimsetildiği bu düzende unutuluyor; bizi biz yapan tüm insani değerler unutuluyor. Gülmek, üzülmek, sahiden hissetmek unutuluyor.
Nihayette;
Özü gereği sosyal bir canlı olması beklenen insanoğlunun, içinde bulunduğu kölelik zihniyetine meydan okuyacak her türlü farklı ve keyifli alternatife ne yazık ki tek bir cevabı kalıyor:
"Zamanım Yok!"