Ülkemizdeki "Eğitim Sistemi Sorunları"nı ele aldığımız ve "Eğitimciler Tartışıyor" yazı dizinimizden sonra şimdi de üniversite temelli "Akademisyenler Tartışıyor" yazı dizinimizle devam ediyoruz.
OHAL kanun hükmünde kararnameyle (KHK) ile Ankara Üniversitesinden ihraç edilen Prof. Dr. Nejla Kurul, Türkiyede Eğitim başlıklı konumuzla alakalı görüşlerini gazetemizin yazarı Hasan Güneş ile paylaştı.
KHK ile haksız yere işini kaybeden akademisyen Prof. Dr. Nejla Kurulın "Eğitim Sorunları" ile ilgili görüşleri:
Türkiyenin toplumsal, ekonomik ve politik koşullarındaki değişime koşut olarak üniversiteler de bir hayli değişti ve değişmeye devam ediyor. Bugünün Türkiyesinde pek çok olgu ve süreç gibi, üniversitelerde de işler iyiye gitmiyor.
Soyut bir kategori olarak tartışılan ve tarihselleştirilmek istenen demokratik ve özerk üniversite, yerini büyük bir hayal kırıklığı içinde, korkunun, sinizmin ve öznelliğin hâkimiyeti altındaki üniversiteye bırakıyor.
Prof. Dr. Nejla Kurul
Üniversitede Neler Oluyor?
Türkiye üniversitelerinde, akademisyenler sorgusuz sualsiz işlerinden atılıyor; binlerce üniversite öğrencisi tutuklanıyor. Üniversitenin gerçek bileşenleri olan akademisyenler, öğrenciler hızla güçsüzleştiriliyor. Neo-liberal ve siyasal İslamcı çember giderek daralıyor.
Öğretme ve öğrenme özgürlükleri, akademik özgürlükler, bavulunu toplamış ve üniversiteyi terk etmeye hazırlanıyor. Üniversiteler, kendi adlarını bile koruyamıyor ve yeni olan üniversitelerine demokratik yöntemlerle bir ad veremiyorlar. Birçok üniversite halen yaşayan devlet adamlarının adlarını taşıyor. Rektörleri cumhurbaşkanı atıyor, üniversiteler keyfi bir anlayışla bölünüyor.
Akademisyenlerin ve öğrencilerin bilincindeki üniversite tahayyülü ile içinde yaşanılan üniversite arasındaki açı giderek büyüyor. Üniversite bileşenlerinin, hakikatin peşine düşme olarak adlandırılabilecek tutku dolu amaçları, yerini servet, para ve güç peşindeki çıkarlara bırakıyor.
Üniversite öğrencilerinin hayatının anlamına dair arayışları yerini diplomalı işsizliğin bu kadar yüksek olduğu istihdam koşullarında hayatlarını nasıl kazanacakları sorusuna bırakıyor.
Bilgiyi üretenler, tahayyüllerini/emeklerini/yarattıkları değerleri, kısaca ürünlerini, akademik mülkiyet rejimi ve meta ilişkilerinin zorlamasıyla özelleştirme süreçlerine tabi kılıyorlar.
Gerek piyasa güçleri, gerekse devlet güçleri ve toplumsal/kültürel baskı güçlerinin tahakkümünden korunmaya çalışılan üniversite, tam da bu güçlerin çarpıştığı bir politik mekân haline geliyor/getiriliyor. Şirket gibi yönetilmek istenen Türkiyenin üniversiteleri hemen her alanda olduğu gibi şirket gibi yönetiliyor.
Üniversite neden bu yönelimin parçası oldu?
Toplumsal değişime bakarak üniversiteyi konuşmak gerekir. Yani üniversite, ancak toplum, doğa ve insan diyalektiği içinde anlaşılabilir. Bir ülkede toplumsal, politik ve iktisadi yönelim hangi yöne giderse üniversite de o yönelimin bir parçası olur. Diğer bir deyişle toplumsal yapı neye doğru evriliyorsa, üniversite de oraya doğru gider.
Toplum özgürleştikçe üniversite de özgürleşir. Toplum baskıya maruz kaldıkça üniversitede de aynı baskı yaşanır. Toplumdan, ekonomiden ve siyasetten bağımsız, izlenen genel yönelimden bağışık bir üniversite olamaz.
Bu cümle Türkiye özgülünde bir değerlendirmeyi de hak eder. Türkiyedeki OHAL, üniversitede de OHAL uygulamalarını getirir. Türkiye, yarı şantiye alanına dönüşüyorsa, üniversitede yükselen binalar, beton yığını haline gelmiş yerleşkelerle karşılaşırız. İnsanlar hiçbir soruşturma olmaksızın, tamamlanmış bir mahkeme kararı olmaksızın işlerinden atılıyorlarsa, öğretim elemanları da KHK listeleri yoluyla üniversitelerinden atılırlar.
Bir devlet adamı olan (!), üniversite rektörü, şaşkınlıkla etrafına bakınır. Kendisini her açıdan toplumun en önde geleni olarak gören kişi, şimdi kendisini, almak için her uzandığında avuçlarından kayan özel servetin parıltısı karşısında gölgelenmiş bulur. Diğer bir deyişle toplumda en geçer akçe, servet, para ve iktidar peşinde koşmaksa, üniversite yönetimleri de bu yönelimin dışında kalmaz.
Hemen her alanda siyasal İslamcı kültürel bir hegemonya kurulmaya çalışılıyorsa şayet, üniversitelerin mekânlarında cami inşaatları ve mescitler, üniversitedeki gündelik yaşamın bir parçası haline gelir.
Kapitalist işbölümü, artan uzmanlaşma, güvencesiz çalıştırma, düşük ücretler, performansa dayalı yükseltme kriterleri ve artan rekabet ile toplumsal yaşamı koşulluyorsa eğer üniversite bu dönüşümün dışında yer alamaz.
Bilgi giderek parçalanır, her parça yeni bölümlere ayrışır, kadrolar güvencesizlik korkusu altında performans görünümlü keyfiyete göre dağıtılır, herkesin herkesle savaşı, rekabeti söz konusu olur.
Adeta tarih tekerrür ediyor.
1948 DTCF tasfiyesini anlatan Korkut Boratav, Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ankara Üniversitesinin bu olaylarda gevşek davrandığını, bilim kurumundan beklenen bir enerji ile hocalarını savunamadığını ve koruyamadığını ifade ediyor. O dönemde Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes ve Behice Boran, sol görüşlü oldukları gerekçesiyle üniversiteden uzaklaştırılmışlardı.
Ankara Üniversitesinin ilk Rektörü, tasfiye edilmek istenen öğretim üyelerini korumak isterken özerkliği sindiremeyenlerin kışkırtmalarıyla odasından 27 Aralık 1947 günü kovulmuş, sonrasında istifa etmişti. Ancak karar Danıştaydan döndü. Ankara Üniversitesinin kuruluş yılları bu türden olaylarla geçmiş, özerk üniversite rektörünü kurban vererek özerkliği hak etmediğini sanki kanıtlamak istemişti; özerklik ırkçı politikacılara yenilmişti.
Bugünün yerli-milli üniversitesi, o günlerden bu güne yaklaşık 70 yıl sonra ırkçı, siyasal İslamcı ve çıkar odaklı politikalara teslim olmuştur.
12 Eylül askeri darbesi sonrasını Taner Timur (2000, s.347-349) Toplumsal Değişme ve Üniversiteler adlı kitabında anlatıyor: 12 Eylül askeri darbesinin ardından 1402likler olarak anılan tasfiyeler olmuş, darbeyle, üniversite özerkliği silahların gölgesinde bütünüyle yok edilmişti.
Bu süreçte onurunu geçim derdinden üstün tutan bir kısım demokrat öğretim üyesi dışında, geride kalan büyük bir kitle nerdeyse hiçbir şey yapmamıştı. Taner Timur haklı olarak soruyordu; neden bu kitleden hiç ses çıkmamış, dikkate değer bir direniş gelmemişti? Yoksa bu girişimleri içten içe alkışlayanlar, yeni yönetime yardımcı olmaya ve bir post kapmaya çalışanlar büyük çoğunluğu mu oluşturmuştu? Diyelim ki üniversitede vicdanı olan, fakat yaratılan terör havası içinde pasif kalan demokratlar az değildi fakat sanıyorum ki burada henüz modern bir ruha kavuşamamış olan üniversiteye egemen olan özerklik anlayışını anlamak gerekiyor. Bu anlayışın üniversitelerimizde hala anlaşılamadığını görüyoruz.
Üniversite Gücünü Toplumdan Almalı ve Topluma Güç Vermeli!
Timura göre, Türkiye gibi gerçek bir düşünce özgürlüğünü tarihinin hiçbir aşamasında yaşamamış bir ülkede bilim özgürlüğü de kendi geleneğini yaratamıyor. Üniversiteler, yıllardır bölücü ve yıkıcılıkta mücadele yaftası, ufuk darlığı, çıkar hesapları içinde özgürlükten değil, ezenden yana tavır almışlardır.
Taner Timur
Bu nedenledir ki profesörler ile işçi ve memurların tarihleri birbirine bağlanmıştır. Anlaşılıyor ki Türkiyenin yurttaşları özgürleşmediği sürece üniversiteleri de özgürleşemez. Türkiye demokratik ve eşitlikçi bir yöne evrilmeden üniversiteler demokratikleşemez.
Bilimsel üretim ve eğitim, Appleın deyişiyle, yönetimin demokratikleşmesi, yükseköğretime erişimin demokratikleştirilmesi, bilgiye erişimin demokratikleştirilmesi ile daha özgür, daha yaratıcı ve daha insana dönük olacaktır.
Toplumsal süreçlerin ve toplumsal bütünlüğün bir parçası olarak üniversiteler, kendini toplumun geniş kesimlerinin hizmetine adamış siyasal iktidarların ve toplumun desteği ile demokratik, özgürlükçü ve yaratıcı olabilir. Ancak üniversitenin sorunu, üniversitenin içinden bu yönde destek gelmedikçe ve halk sınıflarının desteği alınmadıkça çözülemez.
Öğretim elemanları, salt mesleki dayanışma dürtüsü içinde değil, aydın sorumluluğu içinde dünyaya, insanlığa, üniversiteye ve mesleğe ilişkin düşünceler üretmek durumundadır. Bu nedenle akademisyenler ve öğrenciler, her alanda, hem üniversite yerleşkelerinde hem de üniversite duvarlarının dışında barış, demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesi sürdürmek zorundadırlar.
Albert O. Hirschman (2018) Tutkular ve Çıkarlar Kapitalizm Zaferini İlan Etmeden Önce nasıl Savunuluyordu?, Üçüncü Basım(çeviren Barış Cezar) İstanbul: Metis Yayınları, s.91,
Taner Timur (2000), Toplumsal Değişme ve Üniversiteler , Ankara: İmge Kİtabevi, s.347-349.