Her insan eşsiz ve tekdir. Bunun anlamı her insan duygu ve düşünceleri açısından özgürdür. Konuya bu açıdan baktığımızda her insan özgünlüğünü korumak zorundadır. Bunun diğer anlamı kişinin duygu ve düşüncelerini yaşamak zorundadır. Bunlardan özellikle sevgi boyutu ele alındığında daha da önem kazanmaktadır. Sevgi boyutu ele alındığında daha da önem kazanmaktadır. Sevgi arkadaş, kardeş, anne ve baba Tanrı vb .sevgisi olabilir. Bu duygunun içeriği ve biçimi kişiden kişiye değişebilir; veya her kişi farklı alanlara ilgi gösterip sevgi bağı ile bağlanabilir. Örneğin, bir ideoloji, dava vb. olabilir. Aslında bunlar insanı dinamik tutan etkenlerden biridir. Çünkü bunlar insan yaşam sevinci katıyor.
Diğer tarafta, her insanın düşüncesi kendine özgüdür Bu nedenle, her birey düşüncesini yaşamak zorundadır. Çünkü, böylece var olabilir. Şimdi kendi düşüncesini yaşamayan bir bireyi düşünün. Bu kişinin bağımlı kişilik geliştirmeceği muhtemeldir. Oysa, ideal olan kişinin düşüncesiyle var olmasıdır. Çünkü, düşünce kişiye bir paradigma sağlamaktadır. Başka bir ifadeyle, insanlar dünyayı anlamak ve anlam verebilmek için düşüncelere, fikirlere gereksinmeleri vardır. Bu nedenle, her birey diğerinin paradigmasını oluşturan fikirlere saygı duymak zorundadır. Çünkü her düşüncenin oluşumunda ortak sosyalleşme ortamları olabilir. Olası çatışmalar baş gösterdiğinde demokratik yollardan uzlaşma yolları aranmalıdır.
Konu kişinin tekliğinden açılmışken her bireyi güdüleyen etkenlerin farklı olduğunu söyleyebiliriz.Bir kişinin gereksinmesi farklıyken diğerinin daha farklı olabilir. Çünkü, insan doğası kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir. İnsan doğasının farklılığı demek aynı zamanda farklı şekillerde güdülenmeleri demektir.
Sonuç olarak her insan kendine özgüdür. Her insanın temel gereksinmeleri farklı olacağından yaşamla uyum sağlamak için özgürleşme çabaları da bu açıdan bakmak gerekmektedir.