Günümüzde kişisel gelişim, Kendini Gerçekleştirme olarak ele alınmaktadır. Araştırmalar, kişiyi en çok motive eden gücün, kendini gerçekleştirme dürtüsü olduğunu göstermektedir. Nihai amaç, kendini gerçekleştirmedir. Kendini gerçekleştirme dürtüsü çocukluktan başlar. Kendini gerçekleştirme insanın doğuştan getirdiği potansiyelini ve kapasitesini keşfetmesi, yaşama geçirmesi. Kendini gerçekleştirme, bireylerin yaşam kalitesini arttırarak, var olma bilincini geliştirerek, kapasitelerini ortaya çıkararak sağlıklı ve dengeli bireylerin oluşumuna katkıda bulunur. Bu özellikteki bireylerin artışı nitelikli, etkili topluma yol açacaktır.
Çocukluk yaşantıları, kendini gerçekleştirmeyi destekleyebileceği gibi engelleyebilir de. Engellenmeme durumunda çocuğun ileriki yaşamında kendini gerçekleştirme açısından şunlar beklenir:
- Kişinin, başkalarının düşünceleri veya mantığı yerine, kendi düşünceleri doğrultusunda davranabilme yeteneği,
- Bireyden tüm yaşantılara açık olması,
- Her anı dolu dolu yaşaması,
- Düşünce ve özgürlük duygusu,
- Yüksek düzeyde yaratıcılığa sahip olması,
- Yüksek düzeyde sosyal ilgi göstermesi.
Kısacası, çocuklar/gençler, şimdi ve gelecekte potansiyellerini tam olarak kullanma fırsatı verildiğinde kendilerini geliştirirler. Ancak, deneyim veya deneyimlere açık olmama; kalıpsal davranışlar gösterme kendini gerçekleştirmeyi engelleyecektir. Gözlem ve deneyimler ışığında dini cemaatlerin örgütlenme biçimleri ve davranış, eylemleriyle özgerçekleştirime engel oldukları söylenebilir. Aslında, dini cemaatlerin bireyi etkileme süreciyle, onun özgürlüğünü nasıl elinden aldığına ve sonuçta bireylerin psikolojik durumu için önemli olan kişisel gelişimine (kendini gerçekleştirme) ne tür olumsuz etkilerinin olabileceğine ilişkin olarak, yazının hemen başında ipuçları verilmektedir.
Dini cemaatlerin oluşumu, yapısı hakkında çok şey söylenildi, yazıldı. Ancak, dini cemaat olgusunun, dini cemaat üyelerinin özellikle çocuk ve gençlerin, kişisel gelişimine olumsuz etkilerinin neler olabileceği konusunda çok az şey yazıldı. Gözlenen o ki; dini cemaatler maneviyatı sadece dinsel öğede aramaktadır. Bazı dini cemaatler de kişisel gelişimi, sadece mesleğe yönlendirme olarak ele almaktadır. Dini cemaatler, kişisel gelişimi sadece bu açıdan ele almaları nedeniyle, psikolojik olarak çocuk ve gençlerdeki yarattıkları olumsuzlukların hesabını yarın nasıl verecekler? Dini cemaat liderlerinin bu durumu düşünecek düşünsel derinlik ve zenginlikten yoksun oldukları görülmektedir.
Dini cemaatlerde hiyerarşik bir yapı bulunmaktadır. İlişkiler; abi, abla; çocuk ve genç şeklinde biçimlenmektedir. Her dini cemaat üyesi gibi çocuk/genç de; değerli olmak; kabul edilmek ister. Ancak, düşünsel olarak dini cemaatlerde bireyin değeri, çocuğun ve gencin değeri, dini cemaat liderlerinin atfettiği değer kadardır. Bunun anlamı, dini cemaatlerin oluşumuna ve sürdürülmesine katkı sunduğu ölçüde çocuk ve gencin değerli olmasıdır. Aslında, çocuğun ve gencin farklı duygu, düşüncelerinin de olabileceği göz ardı edilmektedir. Psikolojik ve gerçek anlamda değerli kabul edilmeyen çocuk/genç, kendi içgüdüleriyle hareket etme yeteneğini kaybedecek ve bu nedenle kişisel gelişimi engellenecektir.
Dini cemaat liderlerinin, zaman zaman çocuklara/gençlere, dini, ortaçağdaki bir ideolojiymiş gibi benimsetmeye çalışması, aslında dinin kendisine zarar verdiği gibi, çocuk ve gençlerin düşünsel dünyasına da zarar vermektedir. Dinin salt olarak anlatılıp çıkarımların çocuk veya genç tarafından yapılması yerine, bütün çıkarımların tartışmaya açık olmayacak bir şekilde çocuğa dikte edilmesi, bazı gençlerin yorumlama ve sorgulama yeteneklerine engel olup akıl ve bilimden uzaklaşmalarına sebep olabilmektedir. Sıradan bir tarihçi veya bilim adamının işlevlerine bakarak din kurumuna saygı göstermemesi mümkün değildir. Uygarlık tarihi boyunca din kurumu bugüne kadar gelmiştir. Bu süreç içerisinde gerek bireysel gerek toplumsal işlevleri gerçekleştirmiştir. Bu nedenle saygı duyulması gereken kurumların başında din gelmektedir. Ancak beklenen, dinin hakkını dine, bilimin hakkını bilime vermek olmalıdır. Dinin bir ideoloji biçiminde benimsenmesi, çocuklarımızın bazı yaşantılara açık olmasını engellemektedir. Ayrıca düşünce ve özgürlük duygusundan uzaklaşmasına sebep olmakta ve dolayısıyla yaratıcılığını engelleyebilmektedir. Bu durumun da çocukların bugünkü ve gelecekteki kişisel gelişimini olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. Diğer taraftan, dini cemaatler bununla yetinmeyip muhafazakârlığı ve tutuculuğu benliğinin bir parçası durumuna getirdikleri çocukları, bugünde ve yarında içinde bulunduğumuz çağa, topluma ve devletin geleneklerine yabancılaştırabilmektedirler. Bu nedenle, bazı gençler laik ahlaka karşı eylemlerde bulunarak sistem dışı arayışlar içine girmektedirler.
Birey, duygu ve düşünceleri açısından; biriciktir. Bunun anlamı; duygu ve düşünceleri açısından her insanın, diğer insanlardan farklı olmasıdır. Ancak dini cemaat üyesi, bu özelliğini liderlerine bağlıyorsa, kişisel gelişiminin olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır. Üye, kendi duygu ve düşüncelerine aykırı olsa da, davranış sergilemek durumundadır. Böyle yaşayan çocuk/genç, ne o anı ne de yarınını yaşayabilecektir. (Kendisi olamayacağından, kendini gerçekleştiremeyecektir.) Yaşayamama, kendini gerçekleştirememeyi de beraberinde getirecektir. Yani kişisel anlamda gelişememeyi... Eğer çocuğun bilişsel ve duygusal dünyası olduğu gibi kabul edilirse, çocuğun kendine olan saygısı artacak; böylece girişimciliği hız kazanacak; potansiyelini kullanma fırsatı bulacaktır.
Özellikle dini cemaat liderleri, üyelerinden itaat beklediklerinden, üyelerinin ne/nasıl düşündükleri kendilerini çok ilgilendirmemektedir. Onları ilgilendiren; üyelerinin ne düşünmesi ve ne yapması gerektiği üzerinedir. Kuşkusuz dini cemaatler böyle yapmakla tek tip bireyler yetiştirmektedir. Böylece, farklı duygu ve düşüncelere karşı çıkarak bireyselleşmeyi engellemektedirler. Ancak, bireyler arasındaki farklılıklar pek de önemsenmemektedir. Bu durumdaki gençlerin/çocukların eş seçme gibi, bir şeyi isteme ya da reddetme özgürlükleri dahi kısıtlandığı gibi; kişisel anlamda sorumluluk alma becerileri de gelişemeyecek ve çok geniş anlamda da toplumun etkin bir üyesi olmakta zorlanacaklardır.
*2008 yılında Cumhuriyette yayımlanan yazıyı güncelliğini yitirmediği için bir kez daha paylaşıyorum