12 Eylül darbesi ve sürgünle dolu yıllar

Mehmet Tanlı

Bundan tam 38 yıl önce Türkiye'de faşist General Evren ve Silah arkadaşlarının öncülüğündeki Ordu yönetime el koydu.

12 Eylül öncesi Türkiye'de bir küçük ölçekli iç savaş yaşanıyor ve her gün otuz insanımız hayatını kaybediyordu. Hatta bu insanlardan bazıları Çorum'da olduğu gibi aynı silahtan çıkan kurşunlarla katlediliyordu.

Yani derin devlet işbaşındaydı.

12 Eylül 1980'de Türkiye'de darbe yapan Generaller onlara göre sadece ‘’aşırı uçlardaki’’ legal-illegal örgütlenmelere karşı değil, legal alanda çalışan partiler, sendikalar, dernekler gibi STK'lara da savaş açtılar; kapattılar, yöneticilerini hapislere atıp işkencelerden geçirdiler.

İyi veya kötü olabilir eski hükümetlerde görev yapmış bakanlar, başbakanlar, müsteşarlar, danışmanları da topladılar, hapse attılar.

O zaman Türkiye'de 67 vilayet vardı ve hepsinde sıkıyönetim ilan ettiler.

Türk, Kürt, Alevi, Sünni demeden muhaliflere cadı avı başlattılar.

Ama 12 Eylül faşist cuntası en büyük darbeyi yurtsever, anti emperyalist solcu Türklere, Kürtlere ve Alevilere vurdu. Resmen ezdi geçti.

Laik Cumhuriyet'in bekçisi olduğu sanılan TSK özellikle laikliği en çok benimsemiş, içselleştirmiş olan ve o dönemde farklı sol fraksiyonlarda, partilerde, sendikalarda, sivil toplum kuruluşlarında (STK) çalışan bağımsız demokratik bir Türkiye için mücadele veren ilerici insanları, gençleri kendi sivil güçleri, sermayenin uşağı malum gruplarla adeta biçtiler, doğradılar.

Unutmadan yazmalıyım ki 12 Eylül paşaları üzerimize saldığı gruplardan göstermelik olarak bir kaç kişiyide astı. Bunlar işte böyle zalim, iğrenç insanlardı.

Faşist generaller yine bir Lise öğrencis olan o zamanki YDGF (Yurtsever Devrimci Gençlik Federasyonu) Halkın Kurtuluş Fraksiyonun gençlik örgütünden 17 yaşındaki Erdal Eren'i yaşını büyüterek astılar.

12 Eylül darbesiyle binlerce insan işini kaybetti, hapse tıkıldı; canını kurtaranlar, imkanı olanlar kendilerini yurtdışına attılar oralarda siyasi sığınma talebinde bulundular.

Ve sürgün hayatları başladı, daha küçük formatta da olsa aynı şimdi bugünkü gibi.

Kişisel hak ve özgürlük, özgür basın, özgür insan kalmadı. Sol kesime ağır bedeller ödettiler.

12 Eylül Generalleri kaos ve anarşiyi durdurmak huzuru sağlamak için idareye el koyduklarını söylediler ama neyi çözdüler Allah aşkına?

Onlar tam tersini yaparak belki de o zaman şu an ülkeyi yönetecek ilerici, evrensel düşünen kadroları yok ettiler.

27 Mayıs Anayasası gibi özgürlükçü bir Anayasa'yı askıya aldılar, tüm dengeleri bozup alt üst ettiler.

12 Eylül demek zorunlu sürgün; topraklarından, vatanından koparılmak demektir.

12 Eylül'den kısa bir süre öncesi ve sonrası Almanya'ya, Avrupa'ya onbinlerce insan sürgüne geldi.

Bunlar farklı meslek ve yaş gruplarından ama ağırlıklı olarak akademisyen muhalif solcu, yurtsever insanlardı.

Bende onların bazılarıyla tanıştım, yıllar içerisinde yakından izledim.

Sürgün yılları insanın genellikle içinde yalnızlık, sefalet, çaresizlik, mücadele ve acı dolu anılardan oluşur.

Ucu görünmeyen uzun bir yolculuktur sürgün yılları.

Çoğu hala üzgün ve mutsuz burda ama ‘’güvende’’ olmaları onların tek tesellisi.

Sürgüne gitmek zorunda olanlar burada hem o yıllarda hem de şimdi büyük zorluklar içerisinde geçimlerini sağladılar.

12 Eylül mağdurlarından, kurbanlarından bazıları şimdi hayatta değil.

Bu insanların çoğu uğradıkları gördükleri işkencelerin psikolojik baskısını, travmasını üzerlerinden atamadılar dirençleri kırıldı, hastalandılar ve hakka yürüdüler.

Yaşamda kalanların çoğu ise tek başına küçük evlerde ömürlerini devam ettirdiler.

Bunlardan birisi, tanıdığım en ünlüsü ise değerli yazarımız, öykücümüz, tüm Türkiye'nin tanıdığı uzun yılar Almanya'nın Duiburg şehrinde yaşayan, çalışan eski TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) Başkanı, Edebiyatçımız Fakir Baykurt'tu.

Fakir Hoca'yı Ahlene çalıştığım gençlik merkezine bir okuma akşamına davet etmiş etkinlik sonrası onu Münster'de evimde konuk etmiş, ağırlamıştım, bizde gecelemişti.

Fakir Hoca ile hem yolda hem evde 12 Eylül üzerine de çok şeyler konuşmuştuk. Hoca çok üzgündü bu sürgünü hazmedemiyordu ama çok çalışkan verimli bir insandı burada pedagog olarak çalıştı, çok güzel kitaplar yazdı ama yinde gözü açık gitti. Fakir Hocayı da ne yazık ki 11 Ekim 1999'da kaybettik...

12 Eylül'de sürgüne gidenler ya da kendilerine sürgünde bulan bu demokrasi savaşcısı insanlarımızın sığındığı, geldikleri ülke ne yazık ki Almanya ile sınırlı değil.

Bugün birçok 12 Eylül mağduru muhalif insanımız İsveç, Fransa; Hollanda, Norveç, Belçika, İngiltere, Avusturya'da da yaşıyor.

Bu yazıyı hazırlarken görüşlerine başvurduğum sürgündeki insanlarımız ve geride kalanları ‘’Türkiye'nin şu anki siyasi koşulları hiç de 12 Eylül'ü aratmıyor. 12 Eylül düzeni, yönetim şekli AKP iktidarının uygulamaları, gözaltıları, tutuklamaları ile devam ediyor’’ diyorlar.

Bu da başka bir acı gerçek.

Avrupa'ya sürgüne gelmek zorunda kalanların bugün ‘’Avrupa Sürgünleri’’ adlı bir internet sayfaları da var. İlgi duyanlar bu sayfayı ziyaret edebilir, konuyla ilgili bilgilere ulaşabilirler.

Bu anlamda 12 Eylül faşist darbesinde Türkiye'de ve burada katledilen, aramızdan ayrılan canları saygıyla anıyor, binlerce insanın canına mal olan, sürgünlerin sorumlusu darbenin askeri ve sivil mimarlarını şiddetle lanetliyoruz.

Aşk ile...