Hürriyet gazetesinde 25 Şubat 2017 tarihinde yayımlanan Hande Fırat imzalı haber ve bu haberin tetiklediği ve bir krize dönüşme eğilimi gösteren tartışma birkaç bakımdan önem taşıyor.
Bunları, belli bir analiz ve okuma kolaylığı da sağlaması için şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi; Hürriyetin haberinin Genelkurmay Karargahının bilgisi dahilinde ve TSK kaynaklı olduğu kesindir. Belli bir deneyime ve analiz yeteneğine sahip her dikkatli gazeteci, haberin kurgusu, dili ve veriliş biçimine bakıp doğru olup olmadığını hemen anlar. Dolayısıyla, doğruluğu konusunda kuşkumuzun bulunmadığı bu haberle askerlerin, kendi kaderlerini -tam da referandum öncesinde- AKP iktidarından ayırma ihtiyacı duyduğu anlaşılıyor. Dahası, bu haber TSKnın anayasa değişikliğinden rahatsız olduğu şeklinde de okunabilir. Haberin en önemli boyutu budur.
İkincisi; Genelkurmay Başkanlığından yapılan 4 maddelik açıklama da (28 Şubat / Salı) gerçeği değiştirmiyor. Şekil şartının yerine getirilmesi için yapıldığı anlaşılan bu açıklamada, Hürriyetin haberinde yer alan hiçbir ana unsur yalanlamıyor. Tam tersine, Genelkurmay bu açıklama ile haberin kaynağının kendileri olduğunu teyit ediyor. Dahası, kıyametin koptuğu türban konusuna ise hiç değinilmiyor. Dolayısıyla yapılan bu açıklamayı bir tür doğrulama olarak okumak gerekiyor. Hamaset sosunu bir yana bırakıp, açıklamaya dikkatli şekilde bakıldığında, sadece, "karargah rahatsız sözcüğünü kullanmadık" şeklindekiki zayıf bir itiraz dışında kayda değer birşey bulunmadığı görülüyor.
Üçüncüsü; Hürriyetin bu haberi, iktidar blokunda bir süredir gözlenen çözülme eğiliminin artık açıkça izlenebilen bir dağılma sürecine girdiğini gösteriyor. Çünkü, bu haberin Sarayda planlanan, yani Erdoğan kaynaklı yeni bir mağduriyet yaratma oyunu olduğu yolundaki iddialar –ki en güçlü ikinci olasılık buydu- Hürriyetin Genel Yayın Yönetmeni Sedat Erginin görevden alınmasıyla çökmüş bulunuyor.
Dördüncüsü; Erdoğan-AKP iktidarının büyük bir özgüven sorunu yaşadığı, hala bir darbe tehdidi altında bulunduklarına inandıkları ortaya çıkıyor. Oysa tablo tam olarak öyle değil ve Hürriyetin haberinden de böyle bir sonuç çıkmıyor. Bu haber daha çok, Türkiyenin artık bir kader eşiği haline gelen ve 200 yıllık rotasından sapma potansiyeli taşıyan Başkanlık Anayasası referandumundan önce TSKnın pozisyon belirlemeye çalıştığını gösteriyor.
Beşincisi; Hürriyetin haberi dikkatle okunduğunda –ki birinci sayfada manşete Yedi Soruya Yedi Yanıt diye başlık verilmiş- Genelkurmay esas olarak TSKya yönelik olan ve çoğu muhalefet çevrelerince yöneltilen eleştirilere yanıt vermiş. Buna karşılık, hayli temkinli bir dil kullanılan açıklamada (sızdırılan haberde) iktidara doğrudan tek eleştiri yöneltilmemiş. İktidarı ilgilendiren ya da kaygılandıran tek bölüm, TSK ve askeri okullarda kadın subay ve öğrencilerin türban yasağının kaldırılmasının kendilerinin değil, Milli Savunma Bakanlığının kararı olduğu ve bu konuda duyulan rahatsızlığın ima edilmesinden ibaret. Bu durum devam sayfasında Karargah rahatsız başlığıyla verilmiş. Ancak bu rahatsızlık iması bile panik için yetmiş.
Altıncısı; Hürriyetin haberi son siyasal olaylar ve ekonomideki yeni gelişmelerle birlikte okunduğunda, Tayyip Erdoğan-AKP iktidarının rejimi değiştirme girişimine, bu partiyi günümüze kadar destekleyen güçlerin bile karşı olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin; Doğuş Grubunun (Ferit Şahenk) medya sektöründen çekilme kararı, bu aşamada dikkat çekiyor. Doğuş Grubunun aralarında NTV ve Star televizyon kanallarının da bulunduğu bütün medya kuruluşlarını satma kararı, büyük sermaye çevrelerinden iktidara verilen son destek odaklarının da geri çekildiğini ortaya koyuyor.
Yedincisi; TSK komuta kademesi ve İstanbul sermayesi, başta ABD olmak üzere Batılı güç merkezlerinin tercih ve eğilimleri dışında kolay kolay çıkmaz. Bizim bir süredir gözlemlediğimiz, ABD ve Batının, AKPye verdikleri desteği geri çektiğinin artık TSK ve büyük sermaye çevreleri tarafından da benimsendiği anlaşılıyor. Tablo, benim yaklaşık bir yıldır ortaya attığım tezi doğrulayarak, AKPyi iktidara getiren iç ve dış dinamiklerde köklü bir değişim yaşandığını ortaya koyuyor.
Sekizincisi; bu haber, ülke referandum gününe yaklaştıkça toplumda yaşanan gerilimin daha da artacağını gösteriyor. Bu nedenle; derin bir özgüven sorunu ve korku yaşayan iktidar çevreleri, iç savaşı bile göze alan bir saldırganlık sergiliyor. AKPnin tarihsel ve siyasal ömrünü doldurmasına karşın iktidarda tutunmaya çalışması, ülkede gerilimi arttıran en önemli etkeni oluşturuyor.
SİYASAL İSLAMIN İFLASI VE ÇÖKEN TARİH TEZİ
Türkiyede Birinci Cumhuriyetin tasfiye edilmesi ve ılımlı bir İslam rejimi kurulmasının teorik temeli ve tarihsel gerekçesini, Müslüman ülkelerdeki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımı oluşturuyordu.
Bu nedenle, İslam dünyasının tarihine, coğrafyasına, kültürüne ve toplumsal dokusuna özgü; Batıyla uyumlu yeni bir modelin oluşturulması gerektiği Soğuk Savaş sonrasında (1990lar sonrasında, özellikle 2000li yılların başlarında) ABD ve Batı medyası ile akademik çevrelerde tartışıldı. Büyük Ortadoğu Projesi de Arap Baharı da bu arayışın ürünüydü.
Dolayısıyla, ülkemizde sıkça gündeme gelen Ilımlı İslam kavramı ve stratejisi, ABD ve Batılı ortaklarının aktüel ihtiyaçlarının bir sonucu olduğu kadar, böyle fikrî arka plana ve tarih tezine de dayanıyordu.
İşte bu tezin yaşam içinde sınanmış bir modele dönüştürülmesi gerekiyordu. Bu model Türkiye olacaktı.
Çünkü model ülkenin, modernleşme ve aydınlanma sürecinde görece başarılı sonuçlar almış Türkiyenin olması kaçınılmazdı. Yapılacak tek şey, Türkiyedeki laik cumhuriyet mimarisini yıkarak, onu yarı laik bir hurma cumhuriyetine (ılımlı dinci rejime) çevirerek diğer İslam ülkelerine yaklaştırmaktı. AKP bu ihtiyacın ürünüydü ve bu amaçla kurularak iktidara taşındı.
ABDnin ve Batılı emperyalist güçlerin desteklediği dinci-muhafazakâr tarih tezine göre, Türkiye, uzaklaştığı düşünülen İslam dünyasına daha çok yakınlaştırılacak, bu dünyadaki radikal eğilimler terbiye edilecekti. Böylece seçim sandığına dayalı, Batı yanlısı bir İslami rejim oluşturularak Batının bölgedeki çıkarları güvence altına alınacaktı.
İşte yukarıda kabaca özetlediğim bu stratejik siyaset planlaması çöktü. Siyasal İslam bütün bölgede başarısızlığa uğradı ve utanç verici şekilde iflas etti. İslamcılığın /mezhepçiliğin, modern çağda toplumları yönetme, bir gelecek ufku sunma ve 21. yüzyılın ihtiyaçlarıyla uyumlu rejimler oluşturma yeteneğine sahip olmadığı ortaya çıktı. Yarattıkları tek şey IŞİD barbarlığı oldu.
Siyasal İslam, dünyada ılımlısı ve radikal eğilimleriyle iflas ederek çöktüyse eğer, Türkiyede de iktidarda kalamaz demektir. Bu nedenle AKP, çeperindeki toplumsal desteği ve merkez sağ seçmen kitlesini kaybederek hızla çekirdek oylarına, yani geleneksel İslamcı tabana doğru daralıyor. Hürriyetin haberini biraz da böyle okumak gerekiyor.
Sonuç olarak; AKP eline geçirdiği iktidar gücünü kolay kolay bırakacak gibi görünmüyor. Ancak, başka çaresi de bulunmuyor. Öyle anlaşılıyor ki, referandumu iptal etse bile Erdoğan-AKP iktidarı çözülme sürecini durduramayacak.