Pelikan darbesi; Erdoğanın anayasal suçu!

Merdan Yanardağ

Öncelikle durumu tesbit etmek gerekiyor; liberallerin ve sol liberallerin paha biçilmez desteği ile önce iktidarı, sonra devleti ele geçiren Tayyip Erdoğan ve siyasal islamcı ekibi, kendi partisine karşı bir hükümet darbesi yaptı. 

Anayasa gereği tarafsız olması gereken, hükümetin iş ve eylemlerine karışma yetkesi olmayan, hukuken "sorumsuz" bir Cumhurbaşkanı, daha önce genel başkanlığını yürüttüğü bir partinin hükümetine karşı darbe yaptı. Fiili durum yarattı. Yetkisi olmadığı halde hem başbakanı görevden aldı hem de AKPnin genel başkanını değiştirdi.

Bu, anayasal bir suçtur. Düşük yoğunluklu bir "darbe" olduğu da söylenebilir. Ancak, "darbe" kavramın tarihteki, ülke ve toplumun yaşamındaki yerini de hafifletmemek gerekir. Bu nerenle kavramı tırnak içinde kullanmak, belki de "fiske" demek daha doğrudur. Adı ne olursa olsun, yasadışı bir saray operasyonu ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bu nedenle, tasfiye operasyonunun işaret fişeği olan ünlü internet bloğu yazısından hareketle adına da, "Pelikan" Darbesi demek uygundur. (Okuduğunuz yazıdaki "darbe" kavramı bu kayıtla değerlendirilmelidir.)

SAHTE DARBE MAĞDURUNUN DARBESİ

Önüne gelene darbeci diyen, neredeyse bütün muhaliflere karşı "darbeci" diye dava açan, TSK subaylarını, hiçbiri fiilen bir darbe girişimi içinde olmadığı halde yıllarca hapiste yatıran ve bütün suçu Cemaate yıkarak bu sorumluluktan kaçmaya çalışan Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi, 4 Mayıs 2016 günü yasal hükümete karşı bir darbe gerçekleştirdi.

Görünüşte, ortada Başbakan Ahmet Davutoğlunun istifasıyla boşalan bir başbakanlık ve AKP genel başkanlık makamı var. Davutoğlunun kendi iradesiyle istifa ettiği için AKPnin kongreye gittiği gibi, kimsenin inanmadığı bir prosedür işletiliyor. Ama hepimiz darbeyi gördük; Erdoğan, yakın ve uzak siyasal hedefleri için uygun olmadığını gördüğü birini başbakanlık makamından aldı. Bunu yapmaya ne yasal ne de anayasal bakımdan yetkisi yoktu. Fiili durum yarattı. Dahası, Davutoğlunu AKP genel başkanlık görevinden de kovdu.

Böyle bir rezalet görülmedi. 

ERDOĞANSIZ AKP VE İKTİDAR ARAYIŞI
Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan kendi başkanlık planları için Davutoğlunu güvenilir bulmadı. Bunun nedenleri vardı; ABD, Batı ve Türkiye sermayesinin bir bölümü Erdoğansız bir AKP iktidarı üzerinde çalışıyor ve Davutoğlu ile yürünüp yürünemeyeceğini test ediyordu. MİT Müsteşarı Hakan Fidan da sicilinde çok sayıda suç biriktiği ve geleceğinden endişe ettiği için bu arayışa destek veriyordu. (Kısa süre içinde Hakan Fidanın da görevden alındığını göreceğiz.)

Erdoğan bunu gördü ve harekete geçti. Davutoğlunun direnecek gücü de iradesi de yoktu. Sonuçta bir saray darbesi ile devrildi ve Erdoğan kendisine yönelen tasfiye girişimini şimdilik önledi. 

Ancak, AKPde sular artık kolay kolay durulmayacak. En yakın dava arkadaşlarını bile harcayan Erdoğan, kayıtsız şartsız kendisine biat edenlerden bir kadro oluşturarak geleceğini güvenceye almaya çalışıyor. Ama bu durum aynı zamanda Erdoğanın çevresinin daralması, kendisine duyulan güvenin sarsılması ve AKP içinde de bir muhalefet dinamiğinin mayalanması anlamına geliyor.

28 ŞUBAT DARBEYSE PELİKAN NEDİR?
Bilindiği gibi, 28 Şubat 1997de, siyasal ve toplumsal baskı bir yana, en azından formel bakımdan bütünüyle anayasal ve hukuksal sınırlar içinde gerçekleşen bir iktidar değişikliğini bile "darbe" diye yıllarca bize yutturmaya ve bunun üzerinden bir mağduriyet edebiyatı geliştirmeye çalışan siyaset sahtekarları, böyle apaçık bir fiili darbe karşısında ne diyecekler merak ediyorum. 

Gericiler ve dinci faşizan kesimler susacaklar, bunu biliyoruz. Ama AKP iktidarına yaşamsal bir destek veren, böylece muhalif halk kesimlerinin direniş refleksini kıran sağı ve soluyla liberaller bu tablo karşısında ne diyecekler, bilmek hakkımız. 

Cumhuriyeti yıkmaya yeminli bu siyasal islamcı kadro, gözü kara bir şekilde karşı devrim programını uygulamaya devam ediyor. Çünkü, durdukları ya da tereddüt ettikleri anda kaybedeceklerini biliyorlar.

Bu nedenle, sonuna kadar gitmek isteyeceklerinden ve gerici faşizan politikaları derenleştireceklerinden en küçük bir kuşku bile duyulmamalıdır.

Türkiye, eğik düzlemde islamcı faşist bir diktatörlüğe doğru sürükleniyor. AKP, sadece devletin bütün baskı aygıtlarını şimdilik elinde tutmasının kendisine sağladığı güçle bütün topluma Ortaçağ gericiliğini ve dinci/mezhepçi faşizmi dayatıyor.

LOUİS BONAPARTEIN KARİKATÜRÜ
Türkiye bir Louis Bonaparte karikatürüyle karşı karşıya. Köylülerin ve lümpen proleteryanın desteğiyle 1848 devriminin başarısızlığı üzerine iktidara tırmanan, ardından da imparatorluğunu ilan ederek 20 yılı aşkın süren bir diktatörlük kuran Louis Bonaparte... Napolyon Bonepartenin yeğeni, general... Daha sonra aşağılanarak devrilen ve ülkesinden kaçan Bonapart... Fransız Devrimini bütün Avrupaya yaymaya çalışan amcasınından farklı olarak; görgüsüz, bilgisiz ve ihtiraslarıyla çapı arasında uçurum bulunan bir diktatör...

Louis Bonaparte, Fransada ne burjuvazinin ne de işçi sınıfının mutlak iktidarı alamadığı tarihsel koşullarda köylülük, tutucu esnaf ve şehirli sınıf dışı kesimlere (mesleksiz işsizler, lümpenler, yoksullar) dayanan bir diktatörlük kurmuştu. Erdoğan da benzer kesimlerden oluşan ve fakat daha dar olan cami cemaatine yaslanıyor. Ancak, sadece cami cemaatine dayanarak bir iktidarı sürdürmek imkansızdır. İktidar bileşiminin bu kadar daraldığı bir ülkede elinizdeki baskı aygıtlarından başka yönetme aracı bulamazsınız.

Çünkü, geleneksel iktidar blokunu dağıtan Erdoğan-AKP yönetimi, yeni bir iktidar bileşimini oluşturamadı. Bugünkü siyasal krizin temelinde yatan olgulardan biri de budur.

Erdoğan, siyasal islamcılığı Nazilikle harmanlayan Necip Fazıl Kısakürekin tanımladığı "Başyüce"  konumunda görüyor kendisini. Yani gücünü halktan değil, ilahi iradeden alan; kararları tek başına veren, iyi günündeyse en fazla "istişare" ederek oluşturan bir başkan... Yani dinci/mezhepçi bir faşizm.

TOPLUM AYAĞA KALDIRILMALIDIR
Erdoğan ve AKP iktidarının artık hiçbir meşruiyeti yoktur. Bu karanlık ve akılalmaz gidişata karşı, ilerici muhalefet güçleri, sol ve CHP toplumu ayağa kaldırmalıdır. Erdoğan ve AKP sanılanın aksine en güçsüz döneminden geçiyor. 

İzleyenler bilir; etkili ve tarihin çağrısına uyan bir muhalefetin geliştirilmesi halinde, Erdoğan-AKP iktidarının bir yıl sürmeyeceğini görüşünü daha önce ısrarla vurguladım. Son olaylar bu değerlendirmemi büyük ölçüde doğrulamış bulunuyor. 

Türkiyenin bu yıl içinde bir erken ya da ara seçime gitme olasılığı giderek güçleniyor. Ülke, ilerici ve gerici güçler arasında yaşanacak sert bir hesaplaşma kavşağına doğru sürükleniyor. Bu nedenle, geniş bir "Cumhuriyetçi Cephe" kurmak ve bu hesaplaşmaya hazırlanmak gerekiyor. 

HOCADA DİRENECEK ÇAP YOKTU

Son bir not eklemeden edemeyeceğim; son gelişmeler, Ahmet Davutoğlunun sanılandan da çapsız ve güçsüz olduğunu ortaya koydu. Öyle ki, buruşuk bir peçete gibi bir kenara fırlatılıp atılan Davutoğlu, daha kısa süre önce muhaliflere karşı okadar esip gürlemesine karşın, gururunu kurtaracak bir jest bile yapamadı.

Erdoğanın hamlesi karşısında direnemeyen Davutoğlu; gerçeklikten kopuk, kitaplarındaki hiçbir tezini temellendirememiş, dış politikada büyük başarısızlığa uğramış, Türkiyeyi bütün komşularıyla kavga eder hale getirmiş bir dışişleri bakanı ve başbakan oldu. Sicili kirliydi; kısa görev süresine 5 bine yakın ölü sığdırdı. Tarihe ve ülkeye, neredeyse, Osmanlı güzellemesi yapan bir çizgi roman kültürü düzeyinde bakyordu. Bilim adamı olmaktan çok bir teolog ya da medrese hocası gibiydi. Gerçek anlamda bir tarih ve sosyoloji bilgisi yoktu. 

Direnemez, böyle bir gücü yok demiştim. Yanılmamışım.